Bakkal amca bir süre seni yalnız bırakacağım, yemeğini yedikten sonra otur dinlen, dükkanı da
kilitliyorum. Yarım saat kadar sonra gelirim dediğinde, artık ona o kadar çok güvenmiştim ki,
sesimi bile çıkarmadan sadece başımla onayladım. Bakkal amca çıkarken kaç numara ayakkabı
giyiyorsun deyince, o an ilk defa ayaklarımın çıplak olduğunu fark ettim.
Ayağımı dikkatlice incelediğimde falakadan kaynaklanan şişlerin indiğini ama yer yer yarıklar
olduğunu gördüm. Henüz bir ayna ile karşılaşmadığım için yüzümü göremiyordum. görebildiğim
kadarı ile ellerimin, vücudumun durumu da hiç iyi değildi.
Aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği kadar büyük baskı ve işkence koşulları altından çıkmıştım.
Eskişehir'den Bilecik Söğüt kasabasına nasıl getirildiğimi, ne şartlarda o parka atıldığımı
bilmiyordum. Ama şimdi isminin sonradan Mustafa olduğunu öğrendiğim bakkal amcanın erdemli
davranışı ile karşı karşıyaydım.
İler ki yıllarda işkencecilerin değişik yerlerde taltif edildiğini; Genel müdür, Vali, hatta
Milletvekili, bakan olduğunu duydum. Onlar ve onları bu makamlara getirenleri tüm işkence
görenler gibi ben de zavallı buluyorum.
Zalimi taltif eden zalimden de zalimdir
Cezası vardır elbet yüce Mevlam katında
Nasıl deriz onlara bakanımdır Valim' dir
İşkenceci yazarken ta alnının çatında
"12 eylülde askeri bir faşizm geldi. Bütün muhalif kesimin susturulması ve sindirilmesi için
ülke bir açık cezaevi haline getirildi. Sokaklarda kurşuna dizilerek infazlar, işkencede
öldürülenler, idam cezaları, şiddet tahmin edilemez boyutlardaydı. Bütün bunlar tüm bir neslin,
sol düşüncenin yok edilmesi için yapılırken, Ülkücü gençlik de aynı şeylerle karşı karşıya
kaldı. Kenan Evren kendi kafasına göre her iki tarafa da işkence yaptırarak, her iki taraftan
gençleri de idam ettirerek adaleti sağladı."
Düşünüyorum da yaşadığım işkenceler için suç duyurusunda bulunsaydım ne olurdu? O günün
şartlarında her halde bundan olumlu bir sonuç alamazdım. Tam aksine eğer duyduklarım doğruysa
işkence gördüklerine dair rapor alan insanlar. Sırf bu raporu aldıkları için tekrar işkence
görmüşler.
Sizlere gördüğüm işkencelerin sadece bir bölümünü yazdım, yazabildim. Bundan fazlasını ne
benim yüreğim kaldırırdı yazmaya, ne de sizin yüreğiniz okumaya. Zaten fazla detaya girmeye
gerek yoktu. Konumuz işkence yöntemleri değil. Ayrıca her türlüsünü ve on iki eylülde yaşanan
işkenceleri bir çok platformda duymuş ya da okumuşsunuzdur. Ben bunların çoğunu yazarken
yeniden yaşadım. Yaşım neredeyse atmışa yaklaşıyor. O genç yaşta bu yükü nasıl kaldırdım
bilmiyorum. Ama bu defa anlatarak tekrar yaşamaya bile tahammül edemedim ve tansiyonumun
yükselmesi, baş ağrılarım nedeniyle bir süre ara vermek zorunda kaldım.
Körpecik vücutlardan bu kadar kan akarsa
Deyin can dayanır mı yaşanan acılara
Allah'ın lütufudur dayanma gücü varsa
Nasıl bir güç verdiyse kardeşe, bacılara
Ama işkencecilerle ilgili anlattıklarım nasıl insanlık için bir utanç ise bakkal Mustafa
amca ve eşi Asiye teyze için bundan sonra anlatacaklarımda tam bir olumlu, erdemli insanlık
örneğidir. Erdemli insan olmak için çok güçlü, imtiyazlı ya da zengin olmak gerekmez.
İnsanlığın onuru işkenceyi yenmeli
Bir daha yaşanmasın o kapkara zindanlar
Bu günleri yaşarken o günlere dönmeli
Herkese ders olmalı ibret dolu o anlar
Seksenli yıllardan sonra maalesef bizleri millet yapan değerlerimizin bir çoğunu kaybettik…
Birbirimize karşı güven kalmadı. Hiç kimse itibarlı ve erdemli insani değerlere sahip olmak
için gayret bile sarf etmez oldu.
Her şeyin önünde şahsi çıkarlar yer aldı... Kişinin menfaati yoksa bir başkasının elinden tutarak
yere düşeni kaldırmayı unutan bir konuma gelindi… Komşuluk, akrabalık, dostluk ilişkileri
geride kaldı."
O dönemde insanlar belki de haklı olarak hep kendi canlarından korktular. İşte bu vaziyetteyken
Mustafa amcanın ve eşi Asiye teyzenin benim için yapmış oldukları, herkesin yapabileceği bir şey
değildir ve kesinlikle takdire şayandır.
İyilik çok mu zor ki denize atın derler
Özde, sözde, gözdeyse denizde ne işi var
Yürekte taşımalı yoksa balıklar yerler
O nurlu insanlardan sorarım kaç kişi var
Elli altıncı bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN