Yine hece, hece, 
sövmekteyim her gece gibi. 

İsyanıma, heveslerime, 
iki sayfa arasında, kuruttuğum yapraklar gibi. 

Gidişin, 
bende bir zerre gençlik bırakmadı ki. 
Kah sevdim, kah nefret ettim, 
bazen ağladım, bazen güldüm. 
Nefretim şu karanlık şehri titretti, 
kah ateşin kaderine düştüm. 
Alevlerde, yandım yanmasına, 
ama çıkan dumanlarda, 
bir tek ben boğuldum. 

Arşivlerde gizli, beyaz sayfalarda, 
kara bir leke diye geçti adım. 
Kah, duyuldum kah sağırdım, 
bazen yıkıldım, bazen dimdik ayaktaydım. 

Evet kırk yaşındayım, 
kırk yıl, kırk gün kırk gecedir umut doluyum. 
Kah parladım kah görünmez oldum, 
kırk çarmıha gerildim ne fayda?. 

Sana, 
o tek soruyu sordum, 
tekrar, tekrar, 
ve yine suskun yankılar. 

Oslo vaktinde, 
Antalya'nın sahilin'de sarhoşum bu gece. 
Bir kadehin yere dökülmesi gibi, 
boşum, boşluktayım. 
Kırk yıllık, kırık kalbime kimse ulaşamaz, 
sen yoksan bu gece. 

Sınırlar, geçitler ne fayda, 
köprüleri geçsem ne fayda, 
bu parmaklıklar bana neylesin, 
sen yoksan bu şehirde. 

Bazı bazen aklımı kayıp ettim, 
ıslak imza istediler, 
hükümsüzdür diye hüküm verdiler. 

Gazetelerde ilan vermek de na mümkün, 
çünkü hiç de öyle fotojenik değilim. 
Siyah beyaz resimler olsaydı o başka. 

Yorgununum, yoruldum, 
kaybettiğim yılları aramaktan. 
Hep başka, aynı haymatlos geceler, 
dikenli yollarda misal yunus yürüdüm. 
Yoruldum, dövüşürken bazen cümlelerle, 
demir tadını ve kan kokusunu anımsatıyor bana. 

Filistin ve suriye, 
bir de doğu Türkistan uçsuz bucaksız kan gölü, 
bir de gülümseyen sinsi bakışlı sarı adam. 

Bu gece, isyanlardayım, yarım ömür alacaklıyım, 
kırk yıl borçluyum. 
O' mavi gözlere tutuldum, tutuklu yıkıldım, 
virane düşlerim, hep aynı ıssız geceler. 

Kah aradım seni, kah kendimi soğuk sokaklarda, 
kendime suskun çan sesleri gürlerken. 
Bazen tuzlu sularda çırpındım, bazen hürdüm, 
griye çalan martılar gibi. 

Kırk yılık göç, bulamadım ıssız bir kıta, 
dövüştüğüm özgürlük, 
sövdüğüm gecelerde namert gurbet gibi. 

Dualarım ve tövbelerim göç eyleyen kırlangıçlar gibi, 
ezilmiş, ezik düşüncelerin başkentinde. 
Sansür uyguladım dillime, pranga taktım ayaklarıma, 
sen yoktun işte o yerde, ben varken.
Zincirledim düşüncelerimi, gazetelerde manşet olurken. 

Suçum sigara ve şarap, kadehim oysaki hep boş, 
cam kırıkları üzerinde yürürken, sakallarımı uzattım. 
Görenler, derdi ya bu adam ne de iman dolu. 
Söyle, Tanrılara mı borçluyum bu kırk yılık serüveni, 
yoksa sana mı mavi gözlü kadın?. 

Bana ayrı bir hava katıyor diye, 
öfkemi hep severdin, 
Küfürlerimi, isyanlarımı bilgelik gibi görürdün. 

Sonsuz öfkemdeki, o merhameti bir tek sen anlardın, 
biliyorsun bazen göz düşkün oluyor, ya bu yürek neylesin? 
Yorgunum, yoruldum, çöllerden kum taşırken,
biliyorsun tuzlu çamurla inşa ettim o gökdelenleri. 

Bak koşarken nasırlandı ayaklarım, 
artık o okları göğe fırlatan okçu da yaşlandı, 
nemrutlar cehennemde yanarken, mavi gök delik deşik.
Ezan seslerine inanmayan o ahmak, 
bir bilseydi bu buz kaplı ülkede en çok özlediğim ses. 

Bir bilseydi tanrı odin de bir ölümlüydü, 
tanrı öldü mü diyecekti o zaman?.

Yeterdi, yetmeliydi bunca yıl, kırk yıl dille kolay, 
kurşun sıkıldı o çarmıha asılı dururken şair. 
Sen yoksun ya bu gece, ey mavi gözlü kadın, 
şu koca kent komik bir tiyatro sahnesi. 

Seni, bir tek seni unutmak na mümkün, 
birkaç yıl daha eklesem, belki?, 
yaşamak hiç bu kadar zor olmamıştı ki, 
kafesteki bülbüller uçuşurken oradan buraya ve oraya. 



Suskun//


( Çarmıhtaki Adam başlıklı yazı Mikail Dede tarafından 20.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.