Öğrenci evinde dört arkadaş kalıyorduk. Ama zaman zaman başka arkadaşlar misafirimiz olurdu.
Bu sayının onu geçtiği günleri bilirim. Hepimizin babaları dar gelirli olduğu için, ev kiramız dışında
her ay gelen harçlık ile idare etmeye çalışırdık. Genelde bir birimize de destek olurduk. O nedenle
birimize havale geldiği zaman hepimiz sevinirdik. Bazende hepimizin parası gecikir, beş kuruşsuz
kalırdık. Bu gibi durumlarda kime olursa olsun gelen paraya daha çok sevinirdik.
Parasız kaldığımız zamanlar evde biriken bayat ekmekleri güzelce dilimleyip kızartır, üzerine önce o
yıllardaki malum markalı margarini, onun üzerine de domates salçası sürer, dağ gibi yığana kadar hiç
birimiz el sürmezdik. İşlem tamamlanınca demlediğimiz çayla birlikte afiyetle yerdik. O yediğimiz
yemek bizim için bal, börekti. Şimdi de çok zengin değilim ama, yoksul bir adama sormuşlar çok
zengin olsan ne yerdin diye, adamcağız soğanın cücüğünü yerdim demiş. Aklıma gelse bir gün ekmek
kızartıp üzerine yağ ve salça sürüp yiyeceğim sırf o lezzeti bir daha hatırlamak için.
Zaman zamanda gelen parasını paylaşmak istemeyen arkadaşlarımız olurdu. Bir gün okul dönüşü
Posta kutusunda Tokatlı Mürsel'in havale kağıdını buldum. Kağıdı almadım. Ama pencereden
Mürsel'in geldiğini görür görmez seslenip haber verdim.
Mürsel eve bile girmeden haber kağıdını alıp gitti. Eve dönüşünü yine pencereden gördüğümde, bu
defa parası biraz fazla gelmiş olacak ki bont bir çanta aldığını gördüm. Diğer arkadaşlarla görüşüp
hiç birimiz çantasıyla ilgilenmeyelim. Bu adam muhtemelen bize yiyecek bir şey almayacak, biraz
burnunusürtelim dedim.
Mürsel içeri girdiğinde hepimiz başka şeylerle ilgileniyorduk. Selamını göz ucuyla ve mırıltıyla
aldık. Dönüp dolaştı, bir şeyler söyledi. Hiç kimse ilgilenmedi. Sonunda dayanamayıp "bir çanta aldık"
dedi.Yine ilgisiz bir şekilde hepimizden sadece "iyi" sözleri çıktı. Sonra sesli bir şekilde çantanın şifresini
okuyarak "şifresi de var" dedi. Sonunda baktı ki olmayacak madem kimse konuşmak istemiyor o halde
ben de hamama gidiyorum dedi ve gitti.
O dışarı çıkar çıkmaz gençlik bu ya, Bolulu Fikret çantanın şifresini girip açtı. Sonra bir kağıda çizdiği
malum el hareketi resmini çantanın içine yerleştirip tekrar kapattı.
Akşama doğru Mürsel geldi ve ilk işi çantasını açmak oldu. Açar açmaz da tekrar kapattı. Yine evin
içinde döndü dolaştı, kimseden bir tepki görmeyince yaygarayı bastı
-Kim yaptı lannn bunu
Yine kimseden ses çıkmadı. Durdu sonra gülmeye başladı. Ardından ben geliyorum şimdi diyerek
evden çıktı. Biz arkasından dakikalarca güldük.
Bir müddet sonra geldiğinde kucağında bir sürü yiyecek vardı. Ertesi sabah da hep birlikte hamama
gittik.
Hamama karşıt görüşlü öğrencilerle karşılaşmak endişesiyle genelde grup olarak ve çok erken
saatlerde sabahın beşinde giderdik. Zaman zaman karşılaştığımız da olur ve hamam kavgaları
yapılırdı. Takunyalar terlikler, hamam tasları havalarda uçardı. Bir de karşılıklı atılan sloganlar
tabi ki, bilirsiniz hamamda ki yankıyla bir türkü mırıldansanız bile ses nasıl çıkar.
Karşılıklı toplam yedi sekiz kişinin attığı sloganları düşünün artık.
-Tip tip tipsizler Allahsız komünistler,komünistler Moskovaya,komünistler Moskovaya,
-Kahrolsun faşistler, kahrolsun faşisler, Akademi Faşistelere mezar olacak.
Yahu ey güzel yurdumun gençleri! Kim komünist, kim faşist? Bu kavramları hangimiz ne kadar
biliyoruz. Tamam her iki tarafta emperyalizme karşı olduğunu söylüyor. Haklıyız bu konuda. Ama
bunun mücadelesi böyle bir birimize düşülerek, ya da düşürtülerek mi yapılır?
Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün kurmuş olduğu ne güzel bir Cumhuriyetimiz var, asıl sahip
çıkmamız gereken değerler onlar değil miydi?
Bir de postacı meselesi var. Sanırım Mürsel o malum resmi çantasından çıkarıp cebine koymuş, sonra
da cebinde unutmuş. Birgün kapıdan çıktığında cebindeki kağıdı fark edince çıkarıp atacağına acele
ile posta kutusunun içine koymuş. O günden sonra postacı bir daha kutuya mektup bırakmadı. Kapının
önüne atıp gitti.
Acısıyla, tatlısıyla şimdi bunların hepsi bir anı olarak kaldı. Ama benim bu para ya da parasızlık
meselesini anlatmamın asıl nedeni, mahkemenin bana verdiği para cezası ve bu para cezasının ödenmesi
ile ilgili babamın yaklaşımı, bir ölçüde de beni çaresiz durumda bırakması.
Daha öncede söylemiştim babam dar geliri ile dört çocuğa bakan, okutan ve ev geçindiren bir insandı.
Onun bana verilen cezayı ödemesini hiç istemiyordum. Ya bir yere borçlanacak, ya da bir şeyler
satacaktı. Bu aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyordum. Adliyeye gidip sordum cezanın kesinleştiğini
ve tam olarak ne kadar olduğunu öğrendim. Babam benden haber bekliyordu. Şimdi onu arayıp nasıl
söyleyecektim, yoksa küçük ablamı iş yerinden arayıp ona mı söyleseydim? Sorular, sorular, sorular...
On sekizinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN