O günden sonrada bir müddet babam benimle konuşmadı. İlerleyen günlerde konuşmaya başlasak da,
o konu bir daha gündeme gelmedi.
Yaz tatili devam ediyordu. Ev işleri ile dört çocuğun yükü annemin üzerinde olduğu için, genelde
evden çıkmasam da arada, anneme destek oluyor, çarşı pazar işlerini görüyordum. Bunun dışında
sürekli okuyordum. Kitap konusunda öğretmen olan ablam çok destek veriyordu. Yine onun okumak
için getirdiği her ne kadar kültürleri ve aile yapıları bize benzemese Rus Edebiyatının ünlü
eserlerinden "Babalar ve oğullar" isimli kitap çok ilgimi çekmişti.
Kitapta Turgenyev iki Rus jenerasyonu arasındaki artan bölünmüşlüğü, anlatıyordu.Bitirdiğimde
inşallah biz bu durumlara düşmeyiz diye düşündüm. Babamın bu tavrı beni romandaki gibi hayata
karşı ilgisizliğe mahkum etmemeliydi. Her yaşımda, her durumda, hatta işkence gördüğümde bile
Allah'a olan inancımı hiç bir zaman kaybetmemiştim, kaybetmedim. Bu nedenledir ki, zaman zaman
yok olacağımı hissetsem bile, manevi duygularla kısa zamanda kendimi toparlamayı başardım.
Belki o günün şartları öyle gerektiriyordu. Ama ben babama hep saygı duydum ancak ondan hep
korktum. Benim dışımdaki üç kardeşim içinde durum aynıydı. Öyle ki babamla saatlerce bir arada
kalsak, o bir şey söylemezse tek kelime bile edemezdim. Oysa annemle bir çok şeyi konuşur,
dertleşirdik. Sakın yanlış anlaşılmasın erkek evlat olarak hiç bir zaman babamı kendime rakip
görmedim ama özellikle fikir ayrılıkları, farklı zamanlarda yetişme, yetişme tarzları, olaylara
bakış açılarımızın farklı olması, birbiririmize fikirlerimizi kabul ettirme çabalarımız ve bunların
sonucunda da konuşacak bir şeyi kalmayan baba oğul.
İşte bu nedenle gün gelip bir erkek evlat sahibi olduğumda onunla hep arkadaş gibi oldum. Ona
bana karşı saygı duymayı ama benden korkmamasını öğrettim. Hatta ortaokul çağlarındayken bir
keresinde bana sen çok yumuşak bir babasın diye söyleyince lafı başka yere çekerek o ne demek ya
diye gülümseyerek çıkıştığımı hatırlıyorum. Babamla arada bir konuşsak da her zaman kendi
fikirlerini kabul ettirmeye çalışırdı. Aksini iddia ettiğimde ise bağırır çağırır olay çıkarırdı.
Zaten o zamanlar çocukların özerklik duygusu toplumca da ziyadesiyle desteklenmiyordu. Bense
oğlum bir hata yaptığında hep telafisi mümkündür. Önemli olan bir daha yaşanmaması diyerek öğüt
verdim. Onunla gerektiğinde her konuda tartıştım, ama fikirlerine saygı duydum. Yerine göre
onere ettim. Bizimde fikir ayrılıklarımız var ama hep asgari müştereği bulmaya çalıştık.
Tabi ki, baba oğul, baba kız ilişkisinde aile içindeki huzurun, huzursuzluğunda çok büyük payı
var. Örneğin bizim babamız sadece bize karşı değil annemize karşı da çok sertti. Belki annemizin
de hataları olmuştu. Ama bu babamız tarafından her zaman ağır sözlerle veya daha ilerisiyle
cezalandırmayı gerektirmemeliydi. Böyle ailelerde çocukların baba ile iletişim kurmaları hiç
kolay değildir. Her an bir endişe vardır, aman bir olay çıkmasın annemiz üzülmesin diye hep bir
korku yaşarsınız.
Her şeye rağmen evlat sahibi olduktan sonra annemi ve hele babamı daha iyi anlıyorum. Daha
genç yaşlarda babama çok kızardım. Ama şimdi ona kızamıyorum. Bize evde sıkıntılar yaşatan babam
kim bilir dışarıda, çalışma hayatında neler yaşıyordu. Kaldı ki okuması için başka bir şehire
gönderdiği, belki de maaşının yarısını harcadığı oğlunun bu tür olaylarla karşısına gelmesi de
onun için hiç kolay olmamalıydı.
Babam işi gereği bazen çok geç saatlerde eve gelir, bazen de gece yarısı iş için uykudan
kaldırılırdı. Bu durumda çocuklarının sorunlarıyla ilgilenecek motivasyon ve enerjisinin olmaması
ya da hep tepkili davranması da normaldi.
Bir de Ataerkillik var tabi ki, Prof. Dr. Ayşe YÜCEL ÇETİN bir yazısında "Aile ve toplum
organizasyonunda erkek-kadın eşitliği söz konusu olsa bile merkezde babanın olması, babadan sonra
erkek evladın/oğulun olmasını gerekli kılmaktadır.
Destanlarda ve Dede Korkut Kitabında aile, sosyal yapının merkezinde buluna baba ve oğul ilişkisi
üzerinde önemle durulmaktadır. Erkek evladın olması, birinci derecede neslin devamı, iktidarın ‘Kut’
sahibi ailenin elinde bulundurulması için önemlidir. Bu öneme binaen erkek evladın yetiştirilmesi,
bilgilendirilmesi,bilinçlendirilmesi, eğitilmesi gerekir. Birey-milletin varoluşunu sağlayan kültürel
değerlerin aktarımı devletin devamlılığının da gereğidir" diyor.
Babam bilimsel olarak bunu bilmese de Ataerkil bir ailenin lideri olma hissi ile belkide bana önem
veriyor. Bunu da kendisinden başkasının sağlayamayacağını düşünüyor. Ama bunu benimle konuşarak
değil üzerimde kurduğu tatlı sert baskıyla anlatmaya çalışıyordu.
On altıncı bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNAHLAN