Günümüzün en zengin dillerinde 150 000 ila 200 000 sözcük aralığında kelime vardır, denir. Bu kadar kelimeyi de bilen bir tek insan yoktur. 800-1000 sözcükle idare eden çoğunluk yanında en çok sözcük bilenler 3000 sözcüğü; bilemediniz 10 000 sözcüğü geçmez ki on bin sözcüğü bilemler de sayı oluşla, binlerle ifade edilmeye bilmektedir.

 

Âdem Tanrı’nın karşısına geçmişti. Âdem'e tüm varlıkların adları öğretiliyordu. Adama tüm varlık adı öğretildiğine göre “öncel belirlenimci takdirce mantığa göre Adam’ımız; Âdem’in hiç görmediği kağnıyı da, dinozoru da; yine hiç görememiş olduğu uzay mekiğini de isim oluşuyla biliyor olmalıydı!

 

Gözle görülmeyen pönomokok mikrobundan tutun da, bir rivayete göre 2 000 000 olan salt böcek türünün adını öğrenmekle Âdem’in sözcük dağarcığı; 2 000 000'dan aşağı olamazdı! İyi ki böceklerin sadece iki milyon tür adı var. Ya bir de 7 milyar insanın, insan adı gibi böceklerin de tekil adı olsaydı zavallı Âdem ne yapardı?

 

Keskin zekâlı biri çıkıp böyle bir sorun karşısında da Âdem’in zekâ kapasitesi ona göre inşa olurdu diyecek. Bu söylem en az iki bakımdan akamettir. İlkin; beyin gibi bir şey inşa olurken Dünya’da şu kadar varlık olmakla şu kadar milyar isim var o halde beyinde bu kapasiteye göre olsun diye bir şey yoktur.

 

Kaldı ki Dünya’da bir zamanlar olup ta, şimdi olmayan; şimdi de olup ta, başlangıçta olmayan o kadar varlık ve isimler var ki “şu kadar isime, şu kadar kapasite mantığı” demek daha başta iflas etmekle bunlar tümden bir handikaptır (açmazdır).  

 

İkinci oluşla da böylesi bir sonsuz ismi ve bilgiyi ve bilginin kullanımını öğrenmeyi içeren beyin; tıpkı sonsuz olmayan dünyamız gibi kesikli sürekli ve sınırlı sonlu olmakla; “şu kadar isim ezberlemeye şu kadar kapasite inşa etme” diyen mantığa karşı bu durum her halde ikinci bir çıkmaz sokak olurdu.

 

Her halde bu kabilden isimlendirme sayısı günümüzdeki en gelişkin değme literatürlere taş çıkartırdı! Oysa günümüzde bile yaşamımızla bire bir ilişkin olmayan; çevremizde dahi olmayan varlık adlarını hiç bilmiyorduk. Bilme gereği bile duymuyorduk. Âdem niye bir kanguru adını öğrensindi?

 

Oysa ön ittifak içine gelen atalarımızın, sadece kendi totem mesleğine ilişkin adlandırma olan sözcük ve fiilleri kullandığı bir dil varlıkları vardı. Bu bağlamıyla hemcinsimizin dil varlığı; takribi söylüyorum 100-150 sözcük olabilirdi. Günümüzde sırf motor kapsamındaki sözcük sayısı bundan fazladır. Bu nedenle kendi totem mesleği oluşla isimler dışında hemcinsimiz AND dağlarının adını bilmemekle hayıflanmıyorlardı.

 

İyi de bu işin aslı neydi? Bu çarpıtma nereden kaynaklanıyordu? Ön ittifakın içine gelen ilahlar dâhil ilahların melezi olan insanla birlikte oluşan sosyal yapının her bir grubu yine; ittifak içinde kendi ittifakının grup temsilciliği olan totem mesleğinin dil varlığını kullanıp öğreniyordu. Gizli sırlar öğretisi ve ittifakı ortaya koyan her bir totem mesleklere saygıydı bu.

 

Ya da totem grup temsilcileri olan aktivist ilahlar, ittifak buluşmaları içinde önce kendi aralarında ön ittifakı oluşturacak her bir totem meslekli sentez dili öğreniyorlardı. Sonra da ilahlar gidip kendi grup aitlerine öğrendiklerini soyut söylemlerle öğretiyorlardı.

 

İsim öğrenme ve isimi öğretme süreçleri her iki durumda da olasıdır. Bir ittifakta biri diğer ittifaklarda diğeri ya da her ikisi bir arada kullanılmış olabilir. Bunların harici durumlar da pek olasıdır. Bir grubun kendi dili bir sözcük ise; ittifaktaki on grubun diliyle aynı bir grubun bilmesi, öğrenmesi gereken dil ya da sözcük sayısı; on oluyordu.

 

İşte köleci sistem her bir grubun totem meslekli dili olan bu döneme ait sentez dili olan öğrenmelerin anlatımlarını kutsal aktarım olması hesabıyla bu aktarımları hem aynen koruyordu. Hem de korunan bu anlatımı, köleci sistem kendi öğreti kalıbına uydurarak söylüyordu.

 

Ön ittifaklar içinde bir araya gelen gruplar; kendi totem meslekli dillerini ittifakın dili olmakla ortaya koydular. Gruplar dilinden sentezlenen ön ittifakın dili; her bir grubun kendi ilahları tarafından gruplara ve gruplarının kendi kişilerine öğretiliyordu.

 

İlah öğretili bu fiili durumların köleci dile aktarımı ve yansıtılması çok farklı olacaktı. Biliyorsunuz ki ön ittifaklar ortaklaşan mantık sistemi olmakla köleci sisteme göre taban tabana zıttı. Bu nedenle köleci sistemin ön ittifaklardan yaptıkları aktarımları ön ittifakı yok saymakla konuları, aktarım edecekti.

 

Ön ittifakın mal varlığı servet ve zenginlikleri Mamon’un olan mal varlığı ve servet olmakla seçilmiş insanlara verecekti. Böylece köleci sistem öncesindeki tarih ve ön ittifakın adı yok olacaktı. Ön ittifak içindeki grupların her bir totem mesleği olan her biri dili öğrenmeleri de Mamon’un uhdesinde tüm varlıkların adını köleci sistem temsilcisi Âdem’e, Dumuzi’ye, Gılgamış’a, İnanna’ya vs. öğretir olacaktı.

 

Yani yeni süreç tarihin başlangıcı milattı. Yeni köleci süreç öncesi olmayan kendilik bir süreç olmakla köleci sistemi başlayacaktı! Bu mantık, kendi öncesini karartmakla ve kendi öncesini yok saymakla kendi öncesi olan sürecin zenginliği olan mal varlığını; Mamon’un yapıp; bu zenginliği Mamon’un keyfine göre dağıtmakla; mülkten birçok kişiye mal vermeyen, köleci mantığa çok çok uygundu.

 

Köleci mantığa uygun olan; genel yarara hiç uygun olmamakla genel çoğunluk sömürülen emekleriyle kul olup; özel mal sahipleri elinde olan üretim gücü denen mülke esir olacaktılar

( Dil-adlandırma 1 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 27.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.