Bu yazı sekiz sayfaydı. Dört sayfa kadar bir kısmı ekleme çıkarma yapışla bir bölüm olarak yayınladım. Ancak bu bölümde uzundu.

Üstelik bana göre çok önemli anlatım olan bir kunuyu da (enerjinin sosyo toplum üzerindeki şarj ve dejarjlı akışını da) dışta bırakmıştım. Şimdi üç bölüm olmakla yendien hep birden yayına aldım.


Fıtrat sözcüğü en sade insanın anladığı şekilde "değişmez bir öncel belirlenim" olmakla anlaşılırsa; bu anlamıyla fıtrat olan bağlacın içinde zamanınız başka akacaktır. Zamanınız gittikçe yavaşlayan bir akış yapmakla yığılacaktır. Bu yığılma giderek birikecek bir bataklığınız ve boğulmanız olacaktır.  Zaten fıtrat ta bu tarzdan olmazıyla, burada oynanan bir oyun vardır.

Bu söylemin içinde uslu bir köle olmanız dışında, hiç bir akıl, mantık, zekâ belirtisi eylem çıkmaz. Aklı işletme de çıkmaz. Seçeneksiz bir yola kapılmakla siz; "ah benim mankafam" demenin çıkmaz sokağı içinde kafayı duvara vuracaksınız.

Siz köleci düzende köleye, köleliğini nasıl anlatacaktınız? İşte tam da böyle fıtrat olmayanı fıtrat gibi söylemekle, anlatacaksınız. Bu söylem bu haliyle sömürü düzeninin; köle dediğimiz kulluk düzeninin işine yarar. Bakmayın siz fıtrat denen bu sözcüğü, Yüce Tanrı anlamasıyla eşleştirme etmelere. Bu tür kabulcü sözcüklerin etkisi içinde korkup itaat emenin dışında; Yüce Tanrı'ya ilişkin kuvvetli bir ulviyet olacak anlayışlar da gelişemez. Bu anlayışta sanki her şey size tehdit için vardır.

Yok, eğer fıtratı "doğanın işleyiş yasası" devinimliler dediğimiz dinamik olmakla anlarsanız bu kez de süreç bambaşka türlü akacaktır. Bu akış, yığılma yapmaz. Her yönden akış yapmaların başlamasıyla süreç içinde tercih seçeneğimiz çoğalacaktır. Tercih o tercihe göre farklı düşünme, farklı çıkış yoludur.

Fıtratında olmak o şeyin “doğasında olmaktır”. Yani midenin hazmetmesi; işin kendi doğasında vardır. Ama dıştan mideye söz geçirmekle, mideye irade olmakla, mideye “hazmetme” deme sahipliğiniz; işin doğası dediğimiz; işin fıtratında yoktur. Mülkiyetçi süreç sosyo toplumsa bir süreçtir. İnsan emeğinin üretme yapar olmasıyla birlikte özel mülk sahipliğinin tapusu ortaya konmak istenmiştir.

Bu özel mülk sahipliği içinde herkes mülk sahibi olacak denmekle ağza bir parmak bal çalınıp; gönüller okşanırsa da; özel mülkiyetçi sistemde herkesin mülk sahibi olması ön görülmez. Öyle ki özel mülkçü iyelik, rekabetle birbirini bile yok eden tekelciliğe dönüşür.

Çünkü özel mülk sahipliği, mülkün işini kendi görme üzerine değil mülkün işini mülksüzlere gördürme olmakla; emeği unutturup; “sen ağa ben ağa inekleri kim sağa” düşüncesi üzerine oturur olmakla bu sahiplik; üreten ilişki üzerine emeklerin sömürülmesine iyeliktir. İşte tam burada herkesin önünü açar gibi yapan özel mülk iyeliği; herkesin mülk sahibi olması işinin önünü tıkamak için “fıtrat” sözcüğünü; kişilerin mülk sahibi olmaması üzerine tahvil ederler. Durum, fıtrat söylemiyle asıl faillerini tam bir faili meçhul olma durumuna getirilir. Bu tam bir taammüden olma durumudur.

Ne fıtrat ne hiç kimse; iradi oluşla ve sistem dışında oluşuyla; Soma Maden ocağını Sn. Alp Gürkan’ın; veya Microsoft ta Sn. Bill Gates’in; olacak demiyordu. Bu bir takdiri rızktır. Öncel belirlenimle takdirdir demiyordu. Ama deniyormuş gibi bir özel mülkiyetçi öğreti haline getirmenin imanına dönüşüyordu.

İnsanlık oluşla madenleri kullanmayı ve madenleri işletmeyi bilmezseniz; maden ocağı takdir, maktir olmuyordu. Zaten işletmeciliği bilmeyen maden; kullanılması bilinmeyen madenin, takdir maktir; rızk olması da hiç kimsenin umurunda bile değildi. Tıpkı sineğe bu benim. Bu benim rızkım demediğiniz gibi. İşletilmesini ve nerede nasıl kullanacağını bilmediğiniz madene de bu benim demiyordunuz. Sineğin tapusunu (madenin tapusunu) öncel takdir edişin fıtratı üzerinden, tapulamıyordunuz! Değil mi?

Maden ocağında madenin; doğa da, doğanın işleyiş yasası olan fıtrat; sosyo toplum içindeki yetki kılınmayla sorumluların sorumluluktan yırtmaları bağlamı olan hinliktir. Maden ocağının fıtratı olan madenin göçme tavrıyla; hinlik birleştirilip maden ocağının elden gelmez bir takdir olmasıyla yöneten olmanın sorumluluğu, fıtratın içine; sorumsuzluk olmakla sokulmuştur.

Bu bağlamıyla fıtrat çift karakterli çalışır. Yıldırımın oluşup düşmesi doğanın işleyişi ve bir fıtratken; umurunda bile olmadığımız; düşüp düşerken, düşeceği yeri bile bilmeyen yıldırımın tepemize düşmesi de yıldırımın fıtratı sayılmış. Yıldırımın oluşma dinamiği ile tepenize düşme süreci aynı kılınmış. Yani yıldırımı tepenize düşmek için bir oluşma sayılmakla (bilim, bilgi, aklı işletme yok edilmekle; yığılan süreçle) bir oyun oynanır. Yani yıldırım sizin tepenize, özellikle sizi seçerek düşer denmeye getirilir.

Neden? Çünkü yıldırım sizle alakasız ama alakalı kılınan algı operasyonudur. Yıldırımın düşmesiyle oluşan korku, sizlerde yıldırımı sizin için düşen bir tehdit gibi algılamalarınıza neden olur. Buna bir de siz doğmadan önce yazılmış olmanın bir kaza olması fikri eklenir. Böylece erken dönem içindeki kolektif ortaklığın mülkünü ele geçiren hinliğin, hinliğini ve hinliğin karşısında sizin malsız mülksüz olmanızı da fıtrat açıklar! Böylece fıtratın sizlere göre yazılmış bir fıtrat olmasını anlamanız; yağdan kıl çeker gibi bir idrak etme işi olacaktır. Yani bu bir şartlı öğrenmedir.

Açıkçası, yıldırımın oluşma dinamiğinin ne sizinle; ne de öncel belirlenmeyle hiçbir alakası yoktur. Yani yıldırımın oluşma ve düşme koşulu sizle alakasız bir şeydir. Siz dünyada olmasanız da yıldırım oluşur ve düşer. Kimseyi cezalandırmaz! Yıldırımın düşmesi ve şimşekle yıldırımın sesi, sizden ötürü sizde bir öz savunma nedeniyle bir korku, oluşturur.

İşte yıldırımla, sizin korkunuz arasına hinlik şarlatanlığı girer. Sizler de oluşan imgeler üzerine şarlatanlıkları koymakla kendi kendinize algı operasyonlarını konuşlandırırsınız. Bu öznelliğin kendi üzerine kendi etkimesidir. Konuşlandırılan algı ile yıldım konuşlanılan bu yer içinde, birbiri ile aynılaşır.

Bu tıpkı ekmek vereceğiniz köpeğe verilecek yiyecekten biraz öncesinden bir ışık yakıp ışığın akabinde de her ışıktan sonra köpeğe yiyecek vermenizle; ışık ve yiyecek köpekte sanal bir özdeşlik ve sanal bir aynılık ortaya konulması içindeki sürece benzer.

Işık yiyecek değildir. Yiyecek te ışık değildir. Işık başka şeydir yiyecek başka şeydir ama köpek koşullu öğrenmeyle ışığı kendisine yiyecek verilmesinin öncel belirlenimiyle bir işaret oluşla algılanmaktadır.

İşte yıldırımın düşmesi ile isabet alıp ölen insanları görmek; sizin üzerinize yansıma bir düşünce olmakla da; yıldırım ve ölüm aynılaşması sizin korkunuzu oluşurlar.  Açlık gibi ölüm duygusu da en temel durumlardan olmakla algıda seçicilik ilkesini oluşmaktadırlar. Aynılaşan yıldırım ölüm olmanın algısı olan imge içine; kolaylıkla istediğiniz gibi kurnazlıkla hileyi veya isterseniz erdemi, seslenirsiniz

Bu durum sizin, yıldırımla ölümünüzü sanal algı içinde özdeş bir aynılık kılmanıza neden olur. Hâlbuki yıldırım sizin ölmeniz için ya da ölmemeniz için değildir. Aynılaşmaları yapılan bu durumun boşluk devinmeli imgelerini üzerine, ne denirse densin; bu imgeler sizin kabul etmenize hazır du
rum oluştur.

( Fıtrat 1 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 23.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu