Serbest Kürsü / Söyleşi

Eklenme Tarihi : 26.10.2016
Okunma Sayısı : 3729
Yorum Sayısı : 2
 

Evet…Bu  gün  sizlere -  çok  daha  fazlasını  bildiğim  halde  - iki  adet  dehşet  sahnesini  anlatacağım. 

Önce  birincisinden  başlayayım.

Adıyaman  Menzil  tarikatını  duymayanınız yoktur  sanırım.  Bu  tarikatın  şeyhleri  oldum  olası  oldukça  zengin  insanlardır.  Öyle  olduğu  halde  tarlalarında  çalıştırmak  üzere  ırgat  tutmazlar.  Bizzat  gözlerimle  şahit  olmuşumdur.  Tarikat  mensuplarından  biri (  Ki  sofi  denir  onlara)  ya  da  bir  halife ( Şeyhin  baş  adamları)  seslenir: ‘’ Sofiler  arpa,  buğday  biçilecek’’  Sofiler  içmekte  oldukları  çayı,  yemekte  oldukları  yemeği  bırakır,  ellerine  tırpanı  alıp  koşarlar  tarlalara.

Bir  gün  yine  tarlada  ot  biçip  bu  otları  bir  dama  doldururken  sofilerden  biri  içinden  ‘’ Şeyhim  neden  bu  otları  bize  biçtiriyor  ki. Keramet  eylese  de  otlar  kendiliğinden  biçilip  dama  doldurulsa’’  Diye  düşünür.  Bu  arada Şeyh  birden  bire  tarlanın  ortasında belirir  ve  ‘’Sofiler  çok  yoruldunuz  gelin  çay  için,  az  dinlenin’’  der.  Sofiler  işi  bırakıp  çay  içerler. Az  sonra  kalkıp tekrar  tarlaya  gittiklerinde  ne  görseler  iyi ? Bütün  otlar  biçilmiş  ve  samanlığa  doldurulmuş.

Eeeeeee?

Efendim  ondan  sonra şeyh genelde  tüm  sofilere  ama  özelde  içinden bu  habis  düşünceleri  geçiren  sofiye  hitaben şunları  der : ‘’ Gördüğünüz  gibi  biz  istersek  otları  meleklere  de  biçtiririz.  Ama  maksadımız  bu  sevaba  siz  nail  olun.  O  bakımdan  size  biçtiririz.’’

Evet…Orada  otlar,  arpa,  buğday  hep  -  sevabına  nail  olmak,  bu  muhteşem  sevabı  meleklere  kaptırmamak  için-  sofiler  tarafından  biçilir.

Bu  tarikatta  şeyh  sizin  günlük  zikir  limitinizi  de  belirler  ki  bu  limit  en  az  beş bindir.  Yani  elinize  bir  tesbih  alacak,  yüzünüze  bir  örtü  örtecek  ve  o örtünün  altında  dilinizi  hiç  kıpırdatmadan  günde  beş  bin  defa ‘’Allah’’  diyeceksiniz.  Burada  bir  yanlışlık  yok  bence.  Allah’ı  zikretmenin  nesi  yanlış  olabilir  ki. Ancak  olayın  devamı  var.

Eğer  zikri  tamamlayamazsanız  ne  olur?

İşte  bu  husus  çok  kötü.  Zira  şeyh  sizi  görüyor. Öyle  ki farzedelim  siz  yatak  odanızda  eşinizle  birlikte  zikir  çekiyorsunuz. Lakin  beş  bini  tamamlayamadınız…  Şeyh  sizin  yatak  odanızda…Tamamlamadığınızı  görüyor. ( Vay  röntgenci  vay,  yatak  odamda  ne  işi  var?  Demeyin  maazallah  helak  olursunuz.)  O  her  şeyi  kalp  gözüyle  görür  zaten.  Şeyh  baktı  ki  zikir  çekmek  yerine  eşinizin  kolundan  çekiyor  ve  ‘’ Di  haydi  yahu.  Gel  de  biraz da  ahh,  ohhh  çekelim’’  dediniz.  İşte  o  an iki  şey  yapmak  zorunda  kalıyor: 1-  Sizin  yarım  bıraktığınız  zikri  kendisi  tamamlıyor.  Tabii  ki  bu  şeyhi  hayli  yoruyor.  2-  ‘’ Bir  hatır,  iki  hatır,  üçüncüde  vur  yatır. Bu  herif  benim  verdiğim  zikirleri  çekeceğine  gözümün  önünde  avradıyla  sevişiyor deyyus’’  Deyip  sizi  tarikattan  atıyor ki  maazallah.

Yani  efendim    Semi  ve  Basar  sıfatları  (  Her  şeyi  işitme, duyma ve  görme  )  sadece  Allah’a  ait  sıfatlar  değil(!)  Şeyhde  de  var  bu  sıfatlardan. Öyle  karınızın  koynunda  zevkü sefa  yapıp  sonra  ‘’  Ben  zikirlerimi  tamamladım’’  Demeniz  mümkün  değil. 

Ayrıca  bu  tarikatta  şeyhlik  ve  tabii  ki  evliyaullahlık  (  Allahın  veli  kulu olmak )  Babadan  oğla  geçen  bir  makam.  Şeyhin  her  erkek  evladı  doğar  doğmaz  evliya.  ‘’ Yunus  Emre  bir  dergahın  mensubu  olabilmek  için  neden  kırk  sene  dergaha,  hem  de  düzgün  odun  taşımış?’’ Diye  bir  soru  aklınıza  bile gelmiyor,  gelse  bile  ‘’Enayiliğine  doymasın’’  Deyip  geçip  gidiyorsunuz.

Dehşet  sahnelerimizin    birincisi  buydu.  Ama  bu kısım  o  kadar  da  dehşet  değil.  Asıl  dehşet  şimdi  okuyacaklarınız.

Bu  sefer  İstanbul’dayız.  Mekanımız  İsmail  Ağa  Cemaati  nerede  toplanıyorsa  orası (  İşin  doğrusu  yerlerini  bilmesem  de  sanırım  şu  meşhur  İsmail  Ağa  camii  olmalı )

Önce cemaatin  imamlarından  biri  başlıyor  konuşmaya.  Ama  öyle  basit  bir  cami  cemaatine  hitap  etmiyor.  Ortam  oldukça  kalabalık. 

Her  neyse…  İmam  ya  da  halife,  ya  da  hoca  artık  her  ne  zıkkımsa   cevherlerini  yumurtlamaya  başlıyor:

‘’ Bir  evliyaullah’ın huzurunda bir  an  durmak  ihlas  üzere yüz  elli  sene  ibadetten  efdaldir’’

Yani?

Yani  diyor  ki  özet  olarak  ‘’Bir  evliyanın  huzurunda   saygı  duruşunda  bulunmak  Allah’ın huzurunda  tam  bir  teslimiyetle  yüz  elli  sene  namaz  kılmaktan  daha  hayırlıdır’’

Şimdi  tabii ki  itiraz  edenler  olabilir  ‘’ Yahu  adam  öyle  bir  şey  dememiş.  Mesela  namaz kelimesi  geçmemiş  konuşmasında.  Kıçından  uydurma’’  diye .

Gelin  bir  daha  bakalım. 

Ne  demiş  daha  da  kısaltırsak?

‘’ Evliyanın  huzurunda  olmak  yüz  elli  sene  ibadetten  daha  hayırlıdır.’’ 

Peki  namaz  ibadet  değil  midir?  Elbette  ibadettir.  Namazda  kimin  huzurunda  olur  Müslüman?  Allah’ın…Bu  durumda  bahsettiğim  imam  ‘’  Evliyanın huzurunda  olmak  yüz  elli  sene , günde  beş  defa  Allah’ın  huzurunda  olmaktan,  yüz  elli  sene  oruç  tutmaktan ( o  da  ibadet  çünkü), yüz  elli  sene  Hacca  gitmekten,  yüz  elli  sene  zekat  vermekten, kelime-i  şehadet  getirmekten,  kurban  kesmekten,  zikir  çekmekten, hayır hasenatta  bulunmaktan, Kur’anı  okuyup  anlamaktan  vs.  daha  hayırlıdır  demiş  olmuyor  mu?

Ama  durun.  Daha  da  dehşetli  olacak  sahnemiz.

Aynı cemaatdan  bir  başka  imam  geliyor  kürsüye ve çıtayı  çok  daha  yükseltiyor. Hatta  Mevlana’yı  referans  olarak  gösterip  diyor  ki: ‘’ Mevlana,  Mesnevi adlı  eserde  Allah  dostlarıyla  bir  oturuş,  bir an,  bin  sene  riyasız  ibadetten daha  efdaldir demiştir.’’ [ Oysa  Mevlana  tam  olarak  şunu  demiştir: "Ben yaşadıkça Kuran'ın bendesiyim(  Kölesi) ,Ben Hz Muhammed’in  ayağının tozuyum.Biri benden bundan başkasını naklederse;Ondan da bizarım,o sözden de bizarım(şikayetciyim)]

Yani  ikinci  imama  göre  öyle  yüz  elli  sene  filan  değil.  Tam  bin  sene…

Orada  bulunan  hiç  bir  Allah’ın  kulu  ‘’ Ohaaa  ulan.  Yüce  Allah  Kutsal  kitabı  Kur’anı  indirdiği  gece  için  bile  ‘’ Leyletülkadri hayrün min elfi şehr’’  Yani  ‘’Kadir  gecesi  bin  aydan  hayırlıdır’’  demiş  de  bin  sene dememişken   sen  nasıl  olur  da  bir  evliyanın  suratını  görmenin  bin  seneden  daha  hayırlı  olduğunu  söyleyebilirsin?’’  Diye  sormuyor.  Öylece  mal  mal  dinliyor  ve  bekliyorlar.  Neyi  mi  bekliyorlar?   Azz  sonra.

İmam  efendi  bakıyor  ki  hiç  bir  Allah’ın  kulu  ‘’ Oğlum  bir  karar  verin.  Yüz  elli  sene  mi,  bin  sene  mi?’’  Diye  sormuyor;  o  gazla  devam  ediyor:
Hem  de  elindeki  bir  kitabı  göstererek:

‘’ İmam  Rabbani  demiştir  ki  ‘’ Bu  tarikat-ı  Aliyyenin  (  Bu  büyük  tarikatın ) büyüklerini  meth-ü  sena etmek  hususunda ( övmek  hususunda) ciltler  dolusu  kitap  yazsam yazdıklarım  denizde  bir  damla bile  olamaz .  Allah  bizlere  bu  büyükleri  anlamayı  nasip  eylesin.’’

Yani  İmam  Rabbani  güya  kendi  içinde  bulunduğu  Nakşibendi  Tarikatının  büyükleri  için  ‘’ Ben  onları  övmek  için  ciltler  dolusu  kitap  yazsam  bu  yazdıklarım  denizde  bir  damla  bile  olamaz’’  Demiş. 

Yine  kimse  sormuyor. ‘’  Hocam,  İmam  Rabbani  niçin  Allah’ı  ve  Hz.  Muhammedi  övmek  için  ciltler  dolusu  kitap  yazsam’’  dememiş  de  ‘’tarikat  büyüklerini  övsem  demiş ‘’ diye.

Cemaat  sadece  ve  sadece  gözlerini  bir  balkona  dikmiş  vaziyette  bekliyor.

Veeee… En  dehşet sahne:

İmam ,  bekleşmekte  olan  insanlara  yeterince  gazı  verdikten  sonra  nihayet  beklenen  evliya  bir  tekerlekli  sandalye  içinde  balkona  çıkarılıyor.  Bu  elbette  Mahmut  Hoca.  Yahu  güldürmeyin  beni.  Hababam  sınıfının  Kel  Mahmut’u  değil.  İsmailağa cemaatinin  lideri  Mahmut Ustaosmanoğlu… Nam-ı diğer  Mahmut  Efendi.

Her  ne  kadar  dilimizde  ‘’  Ofludan  evliya,  koyma  avluya’’  diye  bir  tabir  olsa  da  bu  Oflu evliya balkonda  göründüğünde  millet  saygı  duruşu  pozisyonu alarak  mübareğin  huzurunda  bir  an  durmak suretiyle   bin  senelik  ibadet  sevabını  bir  kaç  dakika  içinde  bolca  depoluyor.

Hiç  kimsenin  aklına  ‘’ Ulan  biz  değil  miyiz  Atatürk’ün  heykelleri  önündeki  saygı  duruşu  için  putperestlik diyen’’  şeklinde  bir  soru  takılmıyor.

Öyle  bir  soru  takılmadığı  gibi  şu  soru  da  akıllarına  takılmıyor:

‘’Ulan  biz  her  gün  en  az  kırk  kez,  beş  vakit  namazımızın  her  rekatında  Allah’a  hitaben 
 İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în,  yalnız  sana  kulluk  eder,  yalnız  senden  yardım dileriz demiyor  muyuz?  O  halde  burada  ne  işimiz  var? ‘’

Ya   da ‘’  Madem  bu  vatandaşın  yüzünü görmek,  huzurunda  bulunmak  bin  senelik  ibadetten  daha  hayırlı  o  halde   her  gün  sabahın  o  erken  saatlerinde  sıcak  yatağımızdan,  kıçına  sarıldığımız  karılarımızın  sıcaklığından  vazgeçip buz  gibi  soğuk  suyla  abdest  alarak  niçin  namaz  kılıyoruz  ki’’ Diye  sormak  da  gelmiyor.

Ama  en  dehşeti  şu: 

Hiç  birinin  aklına  ‘’ Yahu  biz  Allah’a  ortak  koşuyoruz. Hatta  bırak  ortak  koşmayı  bu  adamı  Allahtan  üstün  tutuyoruz’’  Diye  bir  soru  gelmiyor.  Öyle  ya  Mahmut  Hoca’nın  huzurunda  bir  an  bulunmak,  Allah’ın  huzurunda  bin  sene  bulunmaktan  daha  efdal  ise  Mahmut  Hoca  Allahtan  daha  üstün  olmuş  olmuyor  mu?

Dehşet  bununla  da  sınırlı  değil  aslında.

15 temmuz  2016  tarihinden  bu  yana  devamlı  Fethullah  Gülen’i  ve  onun  mel’anetlerini  konuşuyoruz  değil  mi?   Bu  mel’anetleri  konuşurken  de  bu  adamın  dini  kullanarak  insanları  nasıl  kendine  kul-köle  yaptığını,  hatta  bu  ülkenin  bir  Cumhuriyet  savcısının  onu  resmen Mehdi ilan  ettiğini  konuşuyoruz  öyle  değil  mi?  Peki  bu  saydığım   evliyaullahların (!) Fethullah  Gülen’den  farkı  ne? 

Fethullah  Gülen  yine insaflıymış  da  kendini  mehdi  ilan  ettirmiş.  Bu  bahsettiklerimin  biri  meleklere  emir  veriyor,  ötekinin  suratına  bakıyoruz  bin  senelik  ibadetten  daha  hayırlı  iş  yapmış  oluyoruz.  Yani  adamlar  mehdiliği  çoktan  aşmış  direkt  Allahlık  mertebesine  ulaşmışlar(!)  Ama  devletimiz  ‘’  Hooop.  Durun  ulan,  siz  de  kimsiniz.  Ne  halt  ediyorsunuz?’’  Diye  sormadığı  gibi  yeni  yeni  Fetölerin ortaya  çıkmasını  önlemek  için  kılını kıpırdatmıyor.

Adnan  Hoca ve  mür-itlerine  dokunulmuyor,  Mahmut Efendi  ve taraftarlarına  ‘’Dur’’  diyen  yok. Diğer  tarikatlara  ‘’  Hemşerim  sen  ne  ayaksın?’’  Diye  soran  yok. Müslim  Gündüz  ve  Aczmendilerine  ‘’ Ulan  sen  bir  binanın  kapısına  nasıl  olur  da  Aczmendi  Dergahı  diye  tabela  asarsın.  Bu  ülkede  hâla  yürürlükte  olan  bir  kanun  var’’  diye  soran  yok…

Sözlerimi  beynini başka  insanların cebinde taşıyan  kardeşlerime hitap  ederek  tamamlayayım.

Kardeşim !

Camide  ya  da  evinde günde   en  az  kırk  defa  ‘’ Allahım. Yalnız  sana  kulluk  eder,  yalnız senden  yardım  dileriz’’ Diyeceksin  ve  yardımı  Allah’tan  dileyeceksin,  sonra   da  işi  daha  garantiye  almak  için  (!)  Şeyh  efendinin  huzurunda  bir  an  bulunmanın  o  her  türlü  yardımı  beklediğin  Allah’ın  huzurunda  bulunmaktan  çok  çok  daha  makbul  olduğuna  inanacaksın?  Yok  böyle  bir  kurnazlık.  Yok  böyle  bir  beleş  cennet. Yok  böyle  bir  Müslümanlık.

  Safını  ve  yerini  belirlemelisin  Safın  ya  Allah’ın  yanı  ya  şeyhinin  yanıdır. Şeyhin  huzurunda durmakla  bin  senelik  namaz  ibadetinden  daha  hayırlı  bir  şey  yaptığını  düşünüyorsan Şeyhinin  yanında   ona  kul  olacaksın.  Yok  eğer  Allah’ın  huzurunda durarak  ibadet  etmek  ve  böylece  cennete  gitmek  istiyorsan  o  şeyhin  huzurundan  ayrılacaksın.

‘’Zekerim makatta,  canım  cennette’’  diye  bir  şey  yok. ‘’Şeyhin  eteğine  de  yapışayım,  Allah’a  da  sarılayım.  Nasılsa  ikisinden biri  cennete  kesin  sokacak  beni.  Amasya’nın  bardağı,  biri  olmazsa  biri’’ Şeklinde  bir  din  anlayışı  yok.  Böyle  bir  kurnazlık  yok.

Camide  ‘’Allah’ım  yalnız  senden  yardım  isterim’’  deyip  daha  sonra şeyhe  koşarak ‘’  Aman  bu  gün  mübareğin  huzurunda  şöyle  bir  kaç  dakika  saygı  duruşunda  bulunayım  da  hani  olur  ya  Allah  yardım  etmezse  bari  şeyhim  bizim  g.tü  kurtarsın’’  diye  Allahtan şüpheye  düşmek,  buna  karşılık şeyhten  medet  ummak  yok.

Senin  yatak  odana  kadar  girip  zikir  mi  çekiyorsun  yoksa  eşinle  cinsel  ilişkide  mi  bulunuyorsun  diye  7/24  seni  röntgenleyen( !)  bir  şeyhe  ihtiyacın  yok.

Kısaca, bırak  Müslümanlığı  yer  yüzünde  böyle bir  din  yok.  Sen  hem  Allah’a  ortak  koşacaksın,  bir  şeyhin  huzurunda  bulunmayı  Allah’ın huzurunda  bulunmaktan  daha  efdal  göreceksin  hem  de ‘’ Ben  Müslümanım’’  Diyeceksin.  Yok  böyle  bir  Müslümanlık.

Bu  arada  en son  sözüm  de  sayın  Cumhurbaşkanıma  olsun.

Sayın  Cumhurbaşkanım  !

İleride bir  gün  yine  ‘’ Beni  yanıltmışlar’’ Dememek  için   ve  Allah  korusun  bir  başka  yanılgının  faturasını  milletçe  çok  ağır  bir  şekilde  ödemememiz  için  şu  işlere  bir  el  atın  artık.  Bu  ülkede  başka  bir  15 Temmuz’un  olmasını  ne  sen  istersin  ne  bu  millet  ister  öyle  değil  mi?

RESİMLER:
1- Çağrı  filminin en  muhteşem  sahnesi.
2- Mahmut  Efendi  ve  bir  müridi
3-  Mahmut  Efendi  ve  bir  başka  müridi
4-  Menzil   sofileri…  Kimileri  zikir  halinde,  kimileri  de  uyku. (  Her  ikisi  de  ibadet…  O  Yüce  makamda(!)  hangi  hal  üzerine  olursanız  olun ibadet (!) )
5-  Cumhurbaşkanımız  ve  Mahmut  Efendi.

NOT:  Olayla  ilgili  şu  videoyu  seyredebilirsiniz.
https://www.facebook.com/163571153808974/videos/679067042259380/?hc_ref=NEWSFEED
( Gerçek Bir Dehşet: Şeyhin Huzurundaki Bir An Allah’ın Huzurundaki Bin S başlıklı yazı Sami Biber tarafından 26.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.