İnsan arkasından ses gelmezse geriye dönmez ama yalnız kaldığında maziye döner, her yaşadığını hatırlar, acılı olanlar akla gelir daima, bağırır çağırır ve en sonunda çaresizliğine de ağlar. Ne yazık ki, insan istese de istemese de bir an gelir maziye döner. İnsan günahkar ve aciz bir varlık olması hasebiyle, ne kadar tecrübe edinse, yaşadıklarına ne kadar tövbe etse, yine aynı şeyleri yapmaya devam eder. Her tövbe edişte yalnızdır ve neden hata yaptığını, pişmanlıklarını dile getirir kendi kendine. Dünya dar gelir, düşündükçe daha da daralır, boğar onu adeta.


Eğer insan, toplumsal bir varlıksa, paylaşacaktır. Paylaştıkça da neden sonuç ilişkileri ile yeni hikayeler ve anıları geçmişinde bırakacaktır. Eğer yeni şeyler okumuyor ve öğrenmiyorsa, bir günü gelecek gününe benziyorsa, alışkanlıklarından vaz geçmiyorsa; hayatın akışı içinde fakına varmadan aynı şeyleri yaşamaya devam eder. Sadece, kişiler ve olayların konusu değişir. Bu zincir devam ettikçe boş bir ömür, yaşlanmayla başlayan nihai yalnızlık ölümle son bulur. İsmi hatırlanmayan, mezarlıkların sonsuzluğunda nokta bile denilmeyen bir konumda, unutulmuşluğun içinde kaybolur gider.


İnsanı ancak, nihai sonucun dünyayı terk etmek olduğu sonucuna ulaşmadan önce, dünyayı terk etmeye çabalayıp, yaratıcısını tanımaya ve ona olan sevgisine motive ederse, bu yaşam modeli içinde tüm mazisi yaratıcasına ait olduğundan, geçmiş ve gelecek zaman ve mekan bütünlüğünde birleşir. Bu bütünlük içinde, ona deli diyenlerin olduğu bir görüntüyü yaşadığı, toplumsal bir varlık haline gelir. İnsan makam peşinde, çoluk çocuk derdinde, mal yığma keyfinde olmaz. Yani dünya amaç değil, araç haline gelir. Rızkını Allah’ın verdiğine iman eder ve hayatını dışarıdan yalnızlık gibi görünen gölgelerde, kimsenin bilmediği başka boyutlarda yaşar durur.


İnsan, toplumsal varlığın içinde ve kirlenmiş bir toplumda ve her yönüyle cazip gelen dünyalık ile nasıl Allah’ı tanır ve dupduru akan nehir gibi, ilahi ahlak ile kalabilir? Bu mümkün müdür? Nehir bile aktıkça içine karışan her şeyi içine alır ve akmaya devam ederken, insan yaşadığı hayat içinde bunları nasıl almam diyebilir ki? İnsan dağ başına çıkıp, her şeyden vaz geçtim deyip tarzan gibi yaşasa bile, ona bulaşan kimyasal kirlerin, onu zehirleyen suların içinde bile bundan kurtulamaz. Bulunduğu orman düzensiz oksijen dengesizliğinde kurur, çölleşir… 


Bunu yaşamanın günümüzde tek yolu belkide, bizim gibi düşünenleri keşfetmek, organik bir toplum oluşturmaktır: Bu tarikat türü şeyler değildir. Zaten tarikatların bizim gibi insan olan şeyhlere zaman içinde tam bir teslimiyete dönüştüğü aşikardır, yani zamanla, o şeyhe duyulan muhabbetin Allah’a şirk koşma dozuna gelmesi muhtemel olmaktadır. Bu tür davadan arınmış, organik toplumda, herkes burada üretici, okuyucu ve öğrenici olacaktır. Her yanlışı düzelten binlerce göz, bir kontrol mekanizması ile kişiyi sorgulayacaktır. 


Elbette bu bir hayale benziyor, imkansız bir hayale. İlk önce, böyle bir yerin olması için özgür bir ülke bulunması lazımdır. Dünyanın neresine giderse gitsin insan,  savaşlar var, insana rahat yok.Dolayısıyla, böylece bu dünya portresi içinde, mümkün mertebe Allah rızasını kazanacak düzeyde insan olmalıyız.  Günah işledikçe tövbe edecek bir samimiyet, bulunduğumuz ortamı değiştirecek hicret, nereye gidersek Allah’la oldukça yalnızlığı bileceğiz asalet… Etrafımıza doğruları söylerken, söylediklerimizi de nefsimize anlatıp, onları yaşamak için azami gayret göstereceğiz. Yalnızlığımızı saadet bilip, Allah’a yaklaşma sebebi kabul edip, geçmişi düşünmek yerine, Peygamberimizin yaşadığı kabülümüz ve yaşadığımız sünnet olacak ve samimi göz yaşı ile Allah’ı zikir edeceğiz. 


Yalnızlığın acısı, saadettir iman sahipleri için böylece. İnsan hangi konuda iman etmişse ve onun aşkını kabul etmişse, çektiği yalnızlıkta bunun sonucudur işte. Rabbim kendisine duyduğumuz aşkı kabul eder ve yalnızlığımızda ona kavuşma için yaşanır inşaallah, Amin! Çünkü gerçek ve kalıcı mutluluk yalnızca Allah aşkına varılmakla mümkündür.


Saffet Kuramaz

( Yalnızlığa Düşüren Maziye Dönük Düşünceler başlıklı yazı safdeha tarafından 23.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.