Firdevs, rahmetli babasından kalan evlerinde anası ile beraber yaşıyordu. Ana kızdan biri yetim maaşı, diğeri dul maaşı alıp, gül gibi geçinip gidiyorlardı.

Firdevs, dört beş senedir otuz yaşındaydı. Liseyi bitirdiği yıllarda üniversiteye gidip gelmesini sağlayacak bir puan tutturamamış, ama açık öğretime kayıt yaptırıp üniversiteyi oturduğu yerden okumuştu. Üniversite mezunu bir kız olarak evlenmek için illaki bir doktorun, mühendisin kapılarını çalmasını beklemiş, ne varki hayal ettiği beyaz atlı prens bir türlü çalmamıştı kapılarını. Çalanlar ya işsiz takımındandı, ya asgari ücretli takımından, ya da karısından boşanmışlar, eşi ölmüşler, çocuklu dul adamlardı.

Bir keresinde o herifin birine talip olmuştu. Televizyondaki, “Evde Kalmışlara Eş Bulunur” programında yakışıklıca, zengince bir adam için telefon etmiş, davet edilmişti. Gittiğinde paravanın öte yanında oturan adamın saçma sapan sorularına cevap verdikten sonra adam onu görür görmez, “elektrik alamadım!” diyerek sepetlemiş, bütün memlekete rezil olduğuyla kalmıştı.

O, mahallelinin dilinde ‘evde kalmış kızdı’. Adını unutmuştu herkes. Dedikodusunu yapacakları zaman, “evde kalmış kız var ya,” diye başlıyorlardı söze.

“Benden duymuş olmayın. Evde kalmış kız var ya, ben evlenmek istemiyorum, diyerek, görücülüğe gelenleri yine kapıdan çevirmiş.”

“İyi kötü bir kısmeti çıkmış işte, niye evlenmek istemez ki?”

“Niye olacak ayol, bir eksiği var ki evlenmiyor…”

“Eskiden haftanın iki günü hamama gidip oğluna kız bakmaya gelmiş karıların dibine oturarak kendini beğendirmeye çalışırdı…”

“O da bişemi ayol, şehirde ne kadar düğün varsa hepsini dolaşırlardı da kendisini beğenecek bir oğlan anası arardı.”

Dedikodu buluşmalarına giderken yanlarında taşıdıkları ufak veledler bile onun durumu hakkında bilgi sahibi olmaya çalışıyorlardı.

“Annanee!”

“Efendim kuzucu’um?”

“O abla evde mi kalmış?”

“He…”

“Niye evde kalmış?”

“Anne annesi onu parka götürmemiş de ondan’çin…”

“Heee… Beni sen parka götürdün, evde kalmadım ben…”

Annesi bile kızdığı zaman, “Allah’ın evde kalmış kartolozu!” diye söyleniyordu.

“Mükerrem teyze haftaya cumartesi görücü getirecekmiş. Getireceği belki iyi bir şeydir. Kendine çeki düzen ver de seni de iyi bir şey sansınlar!”

“O gün evde yokum ben…”

“Evde yokmuş o… Nerdeymiş o? Akşam vakti gelecekler… Akşam karanlığında bir yere gidecek değilsin herhal?”

“Halil Sezai’nin konserine bilet aldım. Konsere gideceğim.”

“İyi pok yiyeceksin! Mükerrem teyzeye haber salayım da pazara getirsin bari….”

“İsyaaan… Kaç kere söyledim sana yahu! Evlenmek istemiyorum ben!”

“Aman, isteme! Evde kal, Allah’ın kartolozu sen de!”

Akşam televizyondaki, “En Süper Magazin Programı Bu Magazin Programı” programını izliyordu. Kim kiminle kırıştırıyor, hangi ünlü hangi ünlüye veriştiriyor, derken, Salı günlerinin dizisi (her gününün ayrı bir dizisi vardı) ‘Aşkının Kurbanıyım” ın yakışıklı jönü Fırat Deniz’i genç karısıyla bir gece kulübünden çıkarken sıkıştıran magazin muhabirleri, “karınızla nasıl tanıştınız?” diye sorunca, “bilgisayarda tanıştık,” cevabını aldılar. Firdevs’in o anda jetonu düştü.

“Ulan ben de bilgisayardan bir koca bulsam ya kendime!” diye mırıldandı. Masanın üstünde kullanılmaya kullanılmaya demode olmuş masa bilgisayarına baktı kaldı. “İyi ama, bu makinanın dilinden anlamıyorum ki ben. Neresine girip kocayı neresinde arayacağım bunun?... Önce bir internet bağlatmalıyım herhalde. Annem, bu yok canımızda şimdi onun sırası değil, diyerek internet bağlatmıyor ya, ısrar ederim ben de… İnterneti bağlatsam nasıl kullanacağım? Koca bulunacak siteler hangileri ki?. Şu karşı dairedeki ufaklığa söylerim, gösterir. Gerçi o da, Firdevs abla koca bulma sitelerine giriyor, diye dedikoducu anasına yetiştirir hemen ya… En iyisi, bir bilgisayar kursuna gitsem mi? Kursta hem o siteler neymiş öğrenirim, hem de bilgisayar programcılığını öğrenirim. Şirketlere program yapıp satsam köşeyi dönerim valla…”

Gidip bir bilgisayar kursuna yazılmaya karar verdi. Annesi, “şu yok canımızda şimdi onun sırası mı?” diye çıkıştı yine. Birbirlerine epeyce bir çemkirdikten sonra da resti çekti, şehir merkezinde bir bilgisayar kursunun merkezine gitti. Görevliyle görüştü. Onu önce bir sınava tabi tuttular. Bilgisayarı açıp kapatmaktan başka bir şeyden anlamadığı anlaşılınca ilk basamağa kaydını yaptılar. Cumartesi, Pazar günleriydi kursu.

Cumartesiyi iple çekip, saati geldiğinde süslenip püslenip dershaneye gitti. Sınıfına girdiğinde bir an yanlış bir yere girdiğini sandı. Sınıf olduğu gibi çoluk çocukla doluydu. “Yanlış mı geldim acaba?” diye sorduğunda, “Yok, doğru geldiniz,” dediler, bir masaya oturttular. Yapılacak bir şey yoktu, çaresiz dersleri takip etmeyi sürdürecekti.

Bir ara aynı masayı paylaştığı on beş yaşlarındaki oğlan, bilgisayarda bir uygulama yaparlarken, “yanlış yapıyorsun teyze, o komut satırına değil!” deyince neye uğradığını şaşırdı. Yok hani, teyze yerine abla deyiverse, bu kadar ağrına gitmeyecekti.

Oğlanı, “teyzen gibi mi duruyorum ben? Abla de bari!” diye tersledi.

Oğlan, “özür dilerim abla,” diyerek yanlışını gösterdi. “Bak mausla işaret imini şu satıra taşıyıp sol tuşuna bastın mı Word sayfası açılır…”

Oğlanın dediklerini yapmaya başladı. O uğraşırken, farkındaydı, oğlan yaptıklarıyla ilgilenmiyordu pek. Şurasına, burasına bakıyordu. En çoğu da göğüslerine. Dudakları sarkmış, gözlerine yılışık bir bakış oturmuştu. Bu muydu ki, erkek dedikleri? Klavyeyi oğlanın önüne doğru kaydırdı. “Şimdi yazı nasıl yazılıyor, onu göster bakalım,” dedi.

Oğlan toparlandı, dudaklarına bir şekil geldi, ama gözlerindeki o yılışıklık geçmedi. Klavyede on parmağını on tuşta birden dolaştırarak bir şeyler anlatıp yazmaya başladı. Firdevs oğlanın yılışık gözlerine takılıp kalmıştı. Yılışık, yaltak gözlerin aslı kor gibi yanan, delici gözlerdi. Ergenlikten… Suratındaki yassı siğilleri tutup tutup sıkarak içlerinden peltemsi suları boşaltmak geliyordu. Çirkin şey! Çirkin ama genç bir erkek havası vardı oğlanın. Bacağını ondan yana uzatıp az bacağına sürtündü. Oğlanın yüzüne kan sıçradı, yazdığını şaşırıp yanlış yaptı, sildi. Kalktı masadan, arkasına dolandı, bilgisayara doğru eğilerek memelerini çocuğun sırtına bastırdı. Kıpırdamadan öylece kaldı. Oğlanın eli ayağına dolaşmaya başladı. Alnında soğuk bir ter birikti.

Kurs hocası görüntüye bakıp bir şeyler sezinledi. “Firdevs hanım, yerinize oturup baksanız!” dedi.

Firdevs, kendi bedenindeki ateşin de farkına vardı, bir anda toparlanıp yerine geçti, kanatları kırılmış bir kuş gibi çöküp kaldı sandalyeye, yaptıklarından utandı.

“Vermezse mabut, neylesin Mahmut!” Beyaz atlı prensi beklemekten vaz geçmenin zamanı gelmişti artık. Bir erkek gelsin de, isterse boz eşek üstünde gelsindi.

Kurs çıkışında eve döner dönmez, “akşama görücüleri getirmemesini söyledin mi Mükerrem teyzeye?” diye sordu.

“Söyledim,” dedi annesi.

“Pazar’a da getirmemesini tembih etmişindir Allah bilir!”

“Öyle dedin ya kızım.”

“Pek de ayıp olacak şimdi; gelseydiler keşke…”

Annesi heyecanlandı. “Yarım saat olmadı döndüğüm, Mükerrem teyze haber vermeye henüz gitmemiştir belki; bir koşu varıp gelsinler diyeyim madem.”

( Evde Kalmış Kız… başlıklı yazı AliKemal tarafından 20.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.