Ben Yanarken Sen Söndün Mü?
.
Aysel, dantelli beyaz geceliğinin üzerine saten sabahlığını
geçirip, ses çıkarmamaya dikkat ederek aynanın karşısına oturdu. Kocası Bilal
henüz uyanmamıştı. Kahvaltı masası hazırlanmadan uyandırıldığında çok kızıyordu.
Kızmakla kalmayıp, hakarete varan sözlerle karısının kalbini kırıyordu. Aysel dalgalı
sarı saçlarına parmaklarıyla şekil vererek tepesinde topuz yaptı. Ardından
banyoda elini yüzünü yıkayıp mutfağa geçti. Seri hareketlerle kahvaltılıkları
tepsiye yerleştirdi ve oturma odasına taşıdı. Bir yandan da sabaha karşı
gördüğü rüyayı hatırlamaya çalışıyordu. Rüyasında, köylerinin incecik akan
deresinin kıyılarında Yusuf’uyla birlikteydi yine. Yusuf, yosun renkli
gözleriyle Aysel’e uzun uzun bakmış, bakışlarıyla onu ne kadar çok sevdiğini
haykırmıştı. Yusuf, Aysel’in rüyalarında nedense hiç konuşmaz, sadece bakar,
sarılır, aşkını böyle ifade ederdi. Belli ki sevdiği kızın bir başkasıyla
evlenmesine bir tepkiydi bu. Olsun, bu kadarına da razıydı Aysel. Kavuşamadığı
aşkıyla sık sık rüyalarında buluşmak da onu mutlu etmeye yeterdi. Onu o kadar
çok özlemişti ki! Elini sevdiğinin adıyla çarpan kalbine bastırdı. “Ah
Yusuf’um, neredesin? Hadi, çık gel, beni
bu kahırdan kurtar.” diye inledi. Hep bu hayalle yaşıyordu. Bir gün, aşkı aniden
karşısına çıkacak ve “Gel desem, gelir misin?” diye soracaktı. Yüzüne sevimli
bir gülümseme yayılmıştı. Düşüncelerinden uzaklaşıp, fokurdamaya başlayan
çaydanlığın altını kapattı ve kocasına seslendi.
- Bilal, kahvaltı hazır. Hadi, kalk artık!
Bilal, karısının sevgisiz, soğuk sesini duyarak uyanmıştı.
Gerinerek yatağında doğruldu. Esneye esneye lavaboya gitti. Havluyu, kurulandıktan
sonra omzuna atmış, masaya otururken de koltuğun üzerine fırlatmıştı. Aysel
onun bu hareketlerine sinir olur, etrafı gereksiz yere, kasten dağıttığını
düşünürdü. İçinden “Ya sabır!” çekerek, kocasının çayını doldurdu. Bilal,
bardağındaki şekeri gürültülü bir şekilde eritirken buz gibi bir ifadeyle
kendisine hizmet eden karısının yüzüne baktı. Kaba bir ses tonuyla dişlerinin
arasından konuştu.
- Yine kızamık geçirmiş gibisin. Allah rızası için git yüzüne
bir şeyler sür, şunları kapat! Tahammül edemiyorum seni böyle lekeli görmeye.
Tahammül edemediği Aysel’in çilleriydi. Oysa Yusuf ne kadar
çok beğenirdi Aysel’in çillerini. Her bir çile parmağıyla dokunur, sonra da
parmağını dudağına götürüp tek tek öperdi. Bir gün “Aysel hiç dikkat ettin mi?
Çillerinde adım yazıyor.” demişti. Ne yüce bir sevgi idi bu? Ancak derin bir
aşkla bakan gözlerin görebileceği -belki de hiç olmayan- bir yazıyı okumuştu.
Aysel aynı sevgi dolu sözlerle cevap vermişti: “Kaderimde de senin adın yazıyor
bir tanem.” Sarılıp, ağlaşmışlar, dua etmişlerdi. “Allah her iki dünyada da
bizi ayırmasın.”
Olmamıştı işte! Yusuf’un askere gitmesinden sonra, köyün delikanlılarından
Bilal, bu ayrılığı fırsat bilerek Aysel’e talip olmuş, yüklü miktarda başlık
parasıyla Aysel’in babasının gözünü döndürmüştü. Aysel ne kadar karşı çıkmışsa
da kimseciklere laf geçirememişti. Hatta son gece bile babasından bu yüzden
dayak yemişti. Ağlamaktan şişmiş gözleri, darbelerden morarmış bedeniyle,
titreye titreye nikâh masasına oturmuş ve ailesinin baskısıyla “Evet.” demişti.
Dokuz ay sonra, Bilal, amcasının yardımcı olmasıyla kasabada bir iş bulmuş ve
köyden taşınmışlardı. Daha ilk geceden itibaren, kocasıyla arasına buzdan
duygusal bir dağ koymuş, her geçen gün bu dağı büyütmüştü. Yüreğini sadece
Yusuf’un hayaliyle ısıtıyordu. Ona duyduğu özlemle her gün yanmaktaydı. Yine
inledi. “Yusuf, Yusuf’um!”
Bilal, karşısındaki sandalyede düşüncelere dalmış karısının
dudaklarından dökülen sözleri duyar duymaz, elindeki çayı onun yüzüne fırlattı.
Ardından, yerinden hışımla kalkarak, onun üzerine yürüdü. Tüm gücüyle dövmeye
başladı.
- Yusuf ha! Yine mi Yusuf? Unut artık onu, unut! Senin kocan
benim. Beni seveceksin, Yusuf’u değil. Bıktım artık, bıktım. Öldüreceğim seni.
Çıldırmış gibiydi. Ağzından tükürükler savura savura hakaret
ediyor, kadıncağızı yerlerde sürüklüyordu. Neden sonra dövmeyi bıraktı. Masanın
üzerinde ne varsa yerlere attı. Sağı solu tekmeleyerek hiddetini dindirmeye
çalıştı. Yerde baygın halde yatan karısına bir tükürük atarak, kapıdan dışarı
fırladı. “Allah’ım, ne zaman bitecek bu çile?” Ağlayarak koşarcasına yürüyordu.
Yusuf’la Aysel’in büyük ve aşılmaz sevdalarını bile bile böyle bir evliliğe
kalkışmanın cezasını çektiğini biliyordu ama içindeki umut kuşu daima, “Bekle,
bir gün Aysel seni sevecek.” diye ötüyordu. İki yıldır bekliyordu. O gün bir
türlü gelmek bilmemişti. Bu gidişle, ölene kadar da gelmezdi. “Sev beni
Aysel’im, sev beni. Ben seni çok seviyorum çünkü. Ölümüne seviyorum. Ne olursun
unut şu Yusuf’u. Ruhunu bana teslim et aşkım.” Gözyaşlarını titreyen elleriyle
silerek, toparlanmaya çalıştı. Aysel’i döverken eline bulaşmış kanı o anda fark
etti ve içi sızladı. “Ah! Ellerim kırılsaydı da sana vurmasaydım.”
Akşam, iş çıkışı çiçekçiye uğradı. Kırmızı bir demet gülle
evine döndü. Zili uzun uzun çalmasına rağmen kapı açılmamıştı. Cebinden
anahtarı çıkartıp kapıyı açtı ve eve girdi. Sesinin tonunu yumuşatarak
seslendi.
-Aysel, ben geldim canım. Sabah için çok özür dilerim.
Salona girdiğinde, gördüğü manzara karşısında bayılacak gibi
oldu ve yer ayaklarının altından kaydı. Düştüğü yerden dizlerinin üzerinde
doğruldu. Bağıra bağıra ağlıyordu.
- Ne yaptın sevgilim? Neden yaptın, neden?
Aysel avizeyi sökmüş, demirine bağladığı ipe kendini
asmıştı. Epey zaman geçtiği, cansız bedeninin morarmasından anlaşılıyordu. Sağ
elini elbisesinin yakasından içeri sokup kalbine bastırmıştı. Tekmelediği
sandalyenin hemen yanında, ölmeden önce yazdığı mektup duruyordu. Bilal zar zor
gücünü toparlayarak ayağa kalktı ve haykırarak dışarıya koştu. Yan binadaki
komşularının kapısını deli gibi yumruklamaya başladı.
-Ahmet, Saniye, açın kapıyı. Ne olur yardım edin. Allah
aşkına açın. Açın, açın.
Tekrar yere çöküp hıçkırarak ağlamaya devam etti. Ahmet
kapıyı açıp Bilal’in halini görünce durumda bir fevkaladelik olduğunu sezmiş,
Bilal’i oracıkta bırakıp, komşusunun açık olan ev kapısından içeri dalmıştı. Birkaç
saniye sonra dışarı fırlayıp karısına seslendi. Saniye kocasının arkasından
çıkmıştı zaten ve olan biteni anlayabilmek için yerde dövünen Bilal’e sorular
soruyordu. Bilal’in cevap verecek hali yoktu. Kendisine seslenen kocasının
yanına seğirtti.
- Ne olmuş? Ne var?
- Felaket olmuş Saniye. Aysel kendini asmış. Ben Bilal’in
yanında durayım, bir delilik yapmasın. Sen polise telefon aç; olur mu?
Diğer komşular da gürültüyü duyup, kısa zamanda
toplanmışlardı. Eve giren çıkan belli değildi. İki ev ötede oturan Leyla Hanım,
yerdeki mektubu fark edip aldı, Bilal’e daha sonra teslim etmek üzere cebine
koydu. Bu kargaşada kaybolmasından korkmuştu. Polis Bilal’i sorgulamak üzere
karakola götürürken, olay yerine çağırılan savcı, görevlilere Aysel’i asıldığı
yerden indirtti. Aysel’in cansız bedenini halının üzerine yatırdılar. Saniye, rapor
tutulduktan sonra Aysel’in göğsüne bastırdığı elini yakasından dışarı çıkartıp,
yanına uzatmak istedi. İşte o zaman, elinin altında bir fotoğraf olduğunu fark
etti. Bu Yusuf’un fotoğrafıydı. Sürekli kavga eden genç komşularının sırrını
biliyordu Saniye. Bir gün Aysel’le dertleşmiş ve bu büyük sevdayı onun ağzından
dinlemişti. Yusuf’un fotoğrafını da göstermişti Aysel. Saniye arkadaşının
üzerine kapanıp ağladı.
- Zavallı kardeşim. Yazık oldu sana, çok yazık! Sonunda
canına kıydın işte. Bu aşk bitirdi seni. Sebep olanların Allah cezasını versin
inşallah.
Komşular dolapların birinden çıkardıkları çarşafı mevtanın
üzerine örtmek için Saniye’yi kenara çekmişlerdi. Leyla Hanım, Saniye’nin
yanına gelerek, “Ben de bu mektubu yerde buldum.” dedi. “Açıp okuyalım mı?” Birkaç
kişi daha gelmişti yanlarına. Hepsi de mektupta ne yazdığını merak ediyordu.
Komşu kızlarından Sinem daha fazla dayanamadı ve mektubu Leyla Hanım’ın elinden
çekerek zarfından çıkarıp okumaya başladı.
“Bilal! Başkasını sevdiğimi bile bile, parayla ailemin
gözünü boyayıp, gönül rızam dışında benimle evlendin. Sen benim sevdamın
seninle evlenince biteceğini mi sanmıştın? Bitmedi işte, görüyorsun. Ruhuma asla
sahip olamadın. Olamazdın. Çünkü bir an bile seni sevmedim. Kalbime girmeye
çalışman boşunaydı. Orada Yusuf vardı ve sana yer yoktu. Bunca zaman hem
kendine hem de bana eziyet çektirip durdun. Değdi mi? Seni Allah’a havale
ediyorum. Ölene kadar yüzün gülmesin.”
Sinem gözyaşlarını silmeye çalışarak, titrek sesiyle mektubun
arka yüzünü çevirip okumaya devam etti.
“Yusuf’um, sevdiceğim, gözümün nuru, gönlümün efendisi,
kekik kokulu aşkım… Ölüme bu kadar yakın olduğum anda şuna inanmanı isterim ki;
seni sevmekten hiç vazgeçmedim ve hiç pişman olmadım. Bugün kocamdan dayak
yedikten sonra köye telefon ettim aşkım. Artık bu çileli hayatıma devam edecek
halim kalmamıştı. Beni kabul etmeyeceklerini bile bile baba evime dönmek
istedim. Sana kavuşmak umudum hep yüreğimdeydi. Sensiz nefes alamıyordum artık.
Ayaklarına kapanacak, beni affetmeni isteyecektim. İnanıyordum ki sen de beni hâlâ
seviyordun. Annem senin yakında evleneceğin haberini verince yıkıldım. Demek ki
Yusuf’um beni unutmuş, dedim. Demek ki bunca zaman ben yanmışım, o sönmüş,
dedim. Demek ki yaşadığımız o büyük aşk yalan olmuş, dedim. Neden vazgeçtin
benden sevdiğim? Neden beni hiç arayıp sormadın? Neden gelmedin? Oysa ben her
sabah “Yusuf’um bugün gelecek ve beni götürecek.” umuduyla uyandım. Ama sen
gelmedin. Şimdi de evleniyormuşsun. Söyle aşkım, onu da benim kadar sevdin mi? Çillerinde
ismini okudun mu? Saçlarından bir tutamı mendiline koyup göğsünde sakladın mı?
Benim saçlarıma ne yaptın? Hangi çöplüğe attın sevgilim? Yosun gözlerinin
bebeğine hangi kızın resmini astın canım? Beni hangi karanlığa gömdün? Sen bile
benden sevdamı çalamazsın; biliyor musun? Elveda yaşama sebebim. Elveda büyük
aşkım. Bu dünyada sana kavuşamadım ama ahrette seni arayıp bulacağım. Cennet ırmaklarına
ayaklarımızı daldırıp gümüş kanatlı kuşlara el sallayacağız. Biz mutluyuz çünkü
artık kavuştuk, diyeceğiz. Fotoğrafını öpüyorum şu anda ve seni çok sevdiğimi
söylüyorum. Son nefesimde adını haykıracağım. Duy beni aşkım, duy beni.”
Herkes ağlıyordu. İç paralayıcı derin bir sevdanın ölüme
götüren feci sonucuna şahit olmuşlardı. Sinem mektubu katlayıp zarfın içine
yerleştirdi ve arabasına binmek üzere olan savcıya teslim etti. Bilal bu
mektupla temize çıkmıştı. Serbest bırakılır bırakılmaz eşinin cenazesini köyüne
götürmek üzere yola çıktı. Köy mezarlığına Yusuf da gelmişti. Bilal, cenazenin
defin işlemi biter bitmez, bir türlü başa çıkamadığı bu ölümcül aşkın
kahramanının yanına yaklaştı ve Aysel’in yazdığı mektubu cebinden çıkartıp gözü
yaşlı Yusuf’a uzattı. “Hakkını helal et.” diyerek uzaklaştı.
O gece Yusuf eve gitmedi. Ailesi her yerde onu arıyordu.
Sabaha karşı köylüler dere kenarında cesedini buldular. Babasının silahıyla
kendisini vurmuştu. Göğüs cebinde, içinde Aysel’in saçları olan katlanmış bir
mendil vardı.
Mücella Pakdemir
(
Ben Yanarken Sen Söndün Mü? başlıklı yazı
M.Pakdemir tarafından
30.09.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.