Bazen ön yargılar içinde tanıdığım insanları, Hz.Yusuf (as) ne niyetle atıldıysa o niyetle ürettiğim kuyuya attığımı düşünüyorum. O anda acayip
bir keyifsizlik sarıyor beni… Sonra diyorum ki eğer iyi yönden bakarsam, ne
Yusuf gibi bir Peygamber var nede samimi Allah dostu var o kuyuya atacak
çevremde. Öyle bir yerde yaşıyorum ki, dışarıda sağır ve dilsiz insanlar var.
Emmiler zalim, bacılar laf peşindeler… Evet, onların yaşadıklarından,
okumuşluklarından etkileniyorum ilk anda ama etkilendiğim, okuduklarını,
tecrübe ettiklerini yaşamıyorlar işte… Madem onların içinde olacağım, göreceğim
veya işiteceğim ben vurdumduymaz tavrımla değişmeliyim diye eleştiriliyorum
kendimi. Niçin? Yalnız yaşamamak adına değil mi? O seslerin manası veya
gördüklerim yabancılığı içinde zaten yalnızım ben… Onlardan ne öğrenebilirim ne
bekleyebilirim veya ne paylaşabilirim ki! Varsın kötüler Yusuf’un kuyusunda
yalnız başlarına kalsınlar, diyor onlarla sadece selamlaşıyorum, dostluk
yapmıyorum…
Tüm tasavvurlarım, bilginin topyekûn paylaşılması ve
yansımalarının yaşanılır hale getirilip kişiden kişiye aktarılmasıdır. Eğer toplumu
düzenleyen siyasetten konuşuyorsak, toplumu meydana getiren her kişinin aynı
derecede üretken olması gerekmez mi? Bir iki kişinin çoban gibi sürekli öldüresiye
çabası, arkasından sürüklediği koyunlarının, bir gün liderini kaybettiğinde
fırsat kollayan kurtlar tarafından, korunmadığı
için telef olup yenilmez mi? İyi şeylerin olmasının yalnızca bir kişinin
gayreti veya onun yaptıklarının alkışlanması ile nasıl daim kalabilir ki?
Siyaset konuşulduğunda onu tutan çakıl taşlarının deşifre edilerek her ortamda açıkça
konuşulmaması, yalnızca ondan fayda uman kişilerin iştahını kabartıyor. Okuyan,
gören taklit peşinde, gölge olmaktan mutluluk duyuyorlarsa, bu kişilerin sohbetinden
veya paylaşımından ne tür bir fayda ya da kazanım sağlanabilir ki…
Dostluk ya da arkadaşlık, söylediklerini alkışlamak,
kendi işitmezliğini ya da görmezliğini onaylamak için belirli zamanlarda bir
araya gelmek olmamalıdır. Konu ne olursa olsun, papağan gibi konuşan, eşekten çıkan
rahatsız edici sesler gibi kulaktan kalbe gittiği sıkıntıları durmadan
tekrarlamak; sağdaki meleğin sabırla iyilikleri yazacağı beklentilerini yok
edecektir. Soldaki melek her ne kadar üzgün olsa da yazmaya devam ederken onu
bu kadar yormanın bir bedeli mutlaka olacaktır yaşarken de...
Allah insanı kendine çekmek ve has bir kulluk istiyor.
Bunu isterken de bunu yaşayacak samimi bir kardeşliği, Ensar’ın iyi niyetli
kalbine eş olmasını arzuluyor. Elbette Müslüman yalnız yaşamamalıdır. Ancak,
Allah'ın emirlerine boyun eğen ve sadece Hak rızası için garipliğe ve gurbete-hicrete
razı olan mü'minleri Peygamberimiz (sav) şöylece müjdelemektedir:
“İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde
garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü'minlere!” Gariplerin kim olduğunu
soran Abdullah bin Mesud'a, Peygamberimiz (sav), “Kabilelerinden dinleri için
ayrılıp uzaklaşanlardır.” Buyurmuştur (Müslim, İman: 232) hadisinde olduğu
gibi, İslam kardeşliği üzerine kurulu bu temel yıkılmaya mahkûm ve maddeyle
örtülü bir ceset sandukasında, ağıtlarını yakan taze gelinler gibi babasına hem
ağlarım hem de giderim diyen dünyalıkları kabullenip köle gibi yaşattığına
sürekli şahit oluyorum. O gelin hem evlenmek istiyor hem de evleneceğim,
evimden uzaklaşacağım diye ağlıyor. Acıları çekse de dünyasız olmuyor. Vuruyor
dizlerine ah ben bunu hak ettim mi diye sonraları. Hak ettin ey gelin, bunu
fıtratına uygun yapmadın çünkü. Sana gelinlik verdiler ve dediler ki, “Ne
okursan oku, ne görürsen gör katlan her şeye, anlamsızda gelse evliliğini devam
ettir. Çocuklarına acı üzerine kurulu edebiyatı anlat ki tesellin olsun.” İşte
bize o gelinin kaderi veriliyor, ilişkilerimizde ve arkadaşlıklarımızda da.
Eğer biz bunu reddedersek, bizimle yaşayanlar rahatsız oluyor ve diyorlar ki ön
yargılısın sen. Eğer o gelini alkışlarsan, onun yaşadığını görmezsen, duymazsan
çok kişiyle beraber yaşarsın, paylaşırsın. Ön yargılı olmazsın, yalnızda
kalmazsın bu şekilde diyorlar. Sen mükemmel misin ki? Ya da hiçbir kimseden fazlasını
beklememelisin!
Eh insaf diyelim, göz göre göre de ateşin içinde
yanmak için bu şekilde paylaşmak nasıl bir faydadır… Başkalarının tercihlerini
alkışlamak böyle bir şey olsa gerek. Onları tercihlerinden vazgeçiremiyorsak,
kendimiz doğru fıtratımızdan taviz verir ve onlar gibi hayatı görmeye başlarız.
Biz mükemmel fıtratımıza uygun davranmadığımızdan onlar gibi davranmaya
başlarız. Eğer bundan dolayı ön yargılı ve insanları Yusuf’un kuyusuna
atıyorsun diyorlarsa desinler öyleyse… İnsanlara inancımızı ve yaşama arzusunda
olduklarımızı anlatamadıktan ya da vazgeçiremedikten sonra onlar o kuyulara
varsın atılsınlar. Müslüman ancak iyiliği emreden ve kötüden vazgeçirendir(Âl-i
İmrân suresi/104. ayet (3/104), Tevbe Suresi/71. ve 112. ayet (9/71, 112), Hûd
suresi/116. ayet (11/116)…). Bu iki normu koruyandır.
O okumuşlar, o çok görmüşler işte İsrail katliamı,
işte Suriye gerçeği, işte Irakta yaşananlar, çok okuyup da, ne öğrenmişte, çağdaşım
demişte hangi katliamı durdurmuşlar… Üstelik darbe yapmaya kalkışmışlar, kendi
insanını vahşice öldürdüler. Elbette çok okunmalıdır ama onu pratik edecek
mekân ve paylaşım bulunmadıkça okunma için geçen zaman boşuna harcanmıştır.
Konuşup dursunlar ne diyelim ki, elimden bir şey gelmiyor işte… Ağzı olan
konuşuyor işte! Olan mazluma oluyor, kanı akıyor boş yere… Bende hayalen Yusuf’un
kuyusuna atıyorum böylelerini sözüm ona!
Saffet Kuramaz