“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” Ankebut, 57


Bir yakınımızı kaybettiğimizde büyük acılar yaşarız. Her ağzımızdan dökülen isyan olur. Niçin soruları öylesi çoktur ki… İnsan her şeyi bilmesine rağmen böylesi acıya katlanamaz. Dokunurken, dokunmadığımız, sanal bir insandır artık. Cesedini görürüz ama konuşamayız, dertleşemeyiz, kavga edemeyiz, sarılmak isteriz ama alıştığımız sıcaklığını hissedemeyiz artık. Belki bir mucize ararız. Toprağa gömdüğümüzde umutlarımız tamamen tükenir. Cesedini bile göremeyiz. Toprağına sarılırız. Sanki o toprak, ondan bir parçadır. Duygularımız o kadar yoğundur ki, anılar, paylaştıklarımız, hatta başımızı omzuna koyup da böylesi ayrılığı konuştuğumuz anılar hızlıca akar dimağımızdan. Aradan üç gün geçer, en sonunda ağıtlar biter ve yemek yemeye başlarız. Anılar gelmez olur artık, hatta başka aşklar buluruz ve sonunda deriz ki, hayat devam ediyor. 


Maratondaki bayrak yarışları gibi gelir bana bütün bunlar. Her yüz metreyi koşan bayrağı diğerine verir. Kazanan takım olur. Anneler babalar ölür çocukları yaşar… Çocuklar ölür onun çocukları yaşar. Hayat zincirinin içinde, sırası gelen yaşadığı zamana göre mesafe kat eder. Doğar yaşar ve ölür. Hiç kimse, ölümü aklına getirmez nedense, ya da hakkında konuşmak istemez. Sanki korkunç bir şey, umacıymış gibi korkarız. Hiç kimse, bir yakınım öldü diye telefon etmez ya da başkasına haber vermez. Düğünüm var, çocuğum oldu, yaş günüme gel… Paylaşmaya vesile olur bütün bu sebepler, ama ölüm böyle değildir. Annem, babam… Öldü gel kutlayalım lafı söylenmez. Değişmez bir acıdır bu her insan için. Din, ırk, yaşam kültürü ya da başka şeyler değiştiremez sarsılmaz gerçeği. Mezarlar süslenir, sıklıkla ziyaret edilir. Ama en acısı ölen kısa bir süre sonra unutulur gider.


Mevlana sevmiştir ölümü

Düğün gecem demiştir, ağlamayınız

Çalgılar çalın, kutlayın bu günümü

Her yıl ölüm yıldönümünde neyler çalar,

İlahiler okunur semazenler döner…

Yüzyıllar geçmiş, hala gelenektir!


Peki, ölüm neden sevilir ki? Elbette, insan ancak gittiği yeri biliyorsa, özlediğine kavuşuyorsa, ömrünü böylesi aşk ve özlem içinde geçiriyorsa, ölünce de kavuşuyorsa sevinir. Dünyada bıraktıkları değildir özlemi. Ne dünyada, ne nefsinde, ne de hislerinde böylesi sevdiği biri yoktur yaşarken. Bizim öğretilere terstir bu. Dünyayı sevmek üzerine, israf ve talan etmek türünde alışılmış bir öğreti vardır. Din vardır, dini emreden yaratanda… Ama bu bir gelenekseldir yaşarken. Dil sevdiğini söyler ama kalp bu sevgiye yabancıdır daima. İşin en başında, çocuk sevgiyi anne baba ile öğrenir. Fakat onlarsa, gerçek sevginin yaratıcı olduğunu çocuk büyüdükçe resmetmezler. Yaratıcıyı tanıtmazlar, çünkü kendilerine de bu öğretilmemiştir. Öğretilenler, yiyecek, içecek, çalışacak ve eğlenecek, büyüdüğünde âşık olacak, anne ve babadan başka bir sevgiyi öğrenip yaşayacaktır. Elbette otlakta otlayan inekler gibidir bu görüntü. O inekler kurban edilecekleri günde öleceklerini bildikleri için böğürürler. Bu haldeyken bile ot yemeye devamda ederler. O kıt akılları bunu anlayacak kadar bir kapasiteyle donanmıştır. İnsanlar eğer inek gibi yaşarlarsa, ölümden elbette korkarlar. 


Yıllarca zaman tüneli ile ilgili filmler çevrildi. Kimse, bunun ölüm olduğunu söylemedi. Ne kadar sevimliydi değil mi? Her boyut kendine has bir yaşamı almak isteyene sunar. Eğer ölümle gelecek bu boyutu zaman tüneli gibi düşünürsek, onun tekniklerini ve sunularını öğrenir ve yaşarsak, onun padişahını tanırsak ve adaletinden emin olursak, herkes ölüme Mevlana gibi gidecektir. Nasıl hazırlık yapacağımızı aramızda tartışır hale gelir, dedikodu yapar ve illaki gelecek o sonu yaşamaya can atarız. Hatta ne giyeceğimizi, nasıl dolaşacağımızı heyecanla hayal ederiz. Ölen birine ağlamak yerine, gıptayla bakarız belki de o zaman. Çünkü biz azla yetindiğimiz dünyada, o zorlu dünya cehenneminde yaşamaya devam edeceğizdir, dünya gerçeğine katlanmaya devam edeceğimiz gerçeğidir. 


Saffet Kuramaz

( Ölümün Yüzü Soğuktur Nedense başlıklı yazı safdeha tarafından 28.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.