Hiçliğimin sarmalında,
göreceli bir muvaffakiyetle ve serptiğim tohumlardan umuda uzanan yolda,
yaşamla yazma edimi arasında kurduğum o devingen korelasyon.
Sarnıcı fazlasıyla
nemli belki de rahmetin indinde savurduğum nidalarla süslediğim o beyaz boşluk.
Göreceli aşklara yelken
açtıkça insanoğlu ve hezimete uğradığı h er dönemeçte sivrildikçe yetileri ve
de doyamadığı, doyuramadığı o boşboğaz egosu.
Kıymete binen yaşam
serüveni kıyamete doğru yol alırken ruh ve beden iş birlikteliği yine de kurmayı
beceremediğim o denge.
Vücut yeknesak, ruh ise
çapraşık.
Kuralcı bir medeniyet.
Sanrı yüklü gelecek ve
sancı yüklü dünlerden kopamadığım/ız gibi an’a da yakınlık duyamamanın verdiği
o hezeyan.
Ha bu gün ha yarın,
demek ki aslolan yoksa varlığımın hiçliğinde kocaman bir terennüm mü gökyüzüne
saldığım hem de en aykırı yoksunluğumu gözüne soka soka insanlığın?
Bir miladı devirdim
devireli, bir sükûtu yitirdim yitireli kalmadı geride hiçbir şey hele ki
verdiğim kayıpların her yıldönümüne sığdıramadığım acılardan müteşekkil mütereddit
bir yolculuğu tamamlama gayreti içerisindeyken.
Yoksunum ama
yoksulluğum da bir o kadar göreceli.
Muaf tutulsam da
müdahil edildiğim onca acıya pek de yüz vermiyorum hani ne de olsa temkinli
adımlarla dış mihraklara karşı korumacı bir benlik şu büründüğüm sessizlik. Ve
az sonra bir kinaye yanaşacak başucuma ve çekiştirecek yakamdan paçamdan. Bu mu
adilane addedilebilecek ya da ı hiçliğimin serkeş tınısında veremeyeceğim hangi
saklı cevap da şimdiden aldım gardımı?
Realite yüklü
yalanlardan mı medet umuyorum?
Gerçeklere toz
konduramazken bağdaş kurduğum yalnızlık mı en süklüm püklüm ve bağnaz iddianame
de varlıksız ve mesnetsiz ithamları görmezden geliyorum?
Ne değişecek bu saatten
sonra, demek bir meziyetse o zaman imgeleme tehdidi taşıyan her taarruzu varsın
yok sayayım.
Ölüm saf tuttukça ömür
denen hengâmenin metanet yüklü yoksunluğundan medet umdukça ve sivrildikçe gök
kubbenin kayıtsızlığına ramak kala ve hangi ara duraksa sonlamazdan evvel o gizli
şarkı…
Çözümsüzlüğümün
çizelgesinde ve soyut o soluk ve rahvan mecrada boy veren başaklar da mı ümidin
kırsalında bilfiil sorgulanmakta?
Devşirdikçe nidalar,
köreldikçe yeti bildiklerim ve sarardıkça tenim…
Ölü bir imden olmasa
keşke tek farkım.
Ölü bir hücreyi daha
salıyorum uzay boşluğuna, bir ölüyü daha teslim ediyorum toprağa ve suladıkça
evreni, akıttığım terim soğumadan soğuyan bir bedene tekabül ediyorum uykumun
tam da ortasında.
Görmediğim düşlerden
bile sorumlu tutulmuşken hele ki gördüklerimi bir karabasan minvalinde
bilinçaltımın bakir boşluğuna serptikçe…
Yaşamaya da gönülsüzüm,
demek mademki en görgüsüz günahım af dilediğim ve bir tevafuka yolum düşüp de,
saklı tutamadığım iç sesim hem de soluksuz bir telaffuzla yüklendiğim soysuz kelimeler…
Ki suçlu addedebileceğim beyan ettiğimden ziyade beyan etmekten kaçındığım isli
geçmişimde solmuş ne çok gençlik rüyası.
Rüyanın yaşı mı olur
demek bile mahrem bir gölge üzerine konuşlandığım ama her nasılsa ifa etmezden
öte anlam veremediğim sorumsuzluğumun sorunlu çetelesi.
Sorun addedilen
nidalarla süslediğim hangi mertebe ise ermeye muvaffak olamadığım. Alacalı
bulacalı üç beş söylenceye takılıyorum da inanın ki yok gerisi.
Öncesiz bir yarına
meyletmek nasıl olurmuş, demekse hiç mi hiç içimden gelmiyor mademki
düşkünlüğüm maziye, tüm tutarsızlığıma delalet içimde solmayan çiçek
bahçesinden üç beş karanfil koparıyorum hem de en kırmızısından.
Hangi ayrık otu ise
belki de şahsımın ikbalinde ve anlık teamülüyle, baş veren hüzün sarmalı…
Bir zafiyetin tedirginlik
yüklü o iminde, kaybolmuşluğuma rest çeken bir arayışın tek özürlü öznesiyim.
Gizli de değilim üstelik: Ayan beyan sırtlamışım dünyanın derdini ve efsunlu
bir körelişle meylediyorum aklımın coşkun ırmaklarında bindiğim o sandalda her
an alabora olma ihtimali ile.
Çömez bir gerçeğim hem
de en adilane tahakkümlere bile sırt çeviremezken ve demlendikçe aşkın
ateşinde, sere serpe serildiğim boşluğun boyutsuzluğuna Hak yolunda adımlıyorum
göreceli mutluluğu hem de mutlak bir gerçekten çıkıp da yola varamayacağımı
bile bile.