Bir film senaryosu yap deseler acaba kim ne tür bir senaryo yazardı. Farkında olmadan yaşadığımız çevremizde çeşitli yalan ve aldatmalarla yaşadığımız gerçekler ışığında acaba yaşanmış aynı senaryolar ortaya atılabilir, kendimizin yaşadığı hayatı film yapmak ister miydik?

 

Her filmin konusuna bakınca, aslında içimizde gizlediğimiz canavarlar, aşklar ve yalanlar su yüzüne çıkıyor ve seyreden kendini gösterip bulduran anlatma kabiliyeti içinde bravo diyebiliyor ve bunun adı da sanat oluyor. Aslında sanatın bu yansımalarını öylesi olağan şekillerinde ve doğal yaşamaktayız ki… Demek ki, kimse isminin geçtiği bu senaryoyu yazıp, bu şekilde ünlenmek istemiyor. İçimizden birkaç sivri akıllı çıkıyor ve her ne hikmetse yazıyor, oynuyor ve bizde seyrederken keyif alıyoruz içten içe. Bu yazana da övgüler sıralıyoruz. Elbette övgü onun hakkıdır. Çünkü kimsenin cesaret edipte kaleme almadığı, istenmeyen kılıklarda oynadığı, toplumun reddettiği bir imajla anılmak istemediği, ben buyum diyebilecek güce sahip olmadığı, az rastlanır bir sıradanlığı oynamaktadır.

 

Sanatın her dalında bu çılgınlık ortaya çıkmaktadır. Bunu yapanlar öylesi az bulunur cinstendir ki, yaşadıkları ve sundukları bu görsellerden sonra iyice yalnızlaşmaktalar ve kendilerini içki, sigara ve afyon âlemlerinde sarhoşluğu seçerek, bir nevi sanal âlemde kendilerini mutlu etmektedirler. Bu kişileri toplumun genel örüntüsünde anlayabilir insanların olması da oldukça zordur. Bir nevi, bu cesaretleri ile toplum dışına itiliyorlar, şöhretin bedeli olarak!

 

Bu şöhrete kavuşmuş sanatçının görüntüleri her kişinin isyanı anlamına gelen bir model oluyor. Kimse arabasında hız yapmak istemez yahut son model bir araba satın alamaz. Onlarca villa, lüks hayat sahibi olamaz. Ama hayal ederler. Bu kişiler toplumun hayalini gerçekleştirirler, tek başlarına bu cahil teşebbüsleri ile. Tenlerine dövme dizerler, sanki pişmanlıklarını, yalnızlıklarını, acılarını… Sembolize ederek, topluma mesaj vermek isterler. Ama bu bile yanlış anlaşılır, toplumu gayenin ötesine gider. Yani cahilin davranışını, daha da cahilce taklit ederler. Neden yaptıkları ile değil, sanki çevresinden bıkmış ve yalnızlığı tercih etmek için bu yolu seçerler-şöhretli kişi gibi.

 

Eskiden bir söz vardı “ iki gönül bir olunca samanlık seyran olur!” ne kadar manalı geliyor bana şu anda. Yani eğer madde veya dünya insanı mutlu etseydi, bu sıra dışılığa ve yalnızlığa itilmiş şöhret sarhoşları en mutlu olmaları gerekmez miydi? Madde olmadan mutlu olunmaz diyen kişilerin, maddeye sahip olup da ne kadar mutsuz olduğu herkesin gözü önünde cereyan ediyor. İnsanlar madde ve dünya nimetleri ile mutlu değiller, bunu herkes biliyor. Sıra dışı olmak ve bunu ispat etme yetisi nereye kadar insanı mutlu edebilir ki…

 

Kayınpederim bir sözü vardır, “Eğer her gittiğin yerde dostun varsa ve seni sen olduğun için sevenlerin-dostların varsa dünyanın en zengin insanı sensizdir” acı gününde bir telefon gelmiyor yahut imdat ettiğin sesine cevap veren olmuyorsa nasıl mutlu olur ve hastalıktan kurtulma mücadelemizi nasıl güçlü kılabiliriz ki! Hayat ancak sağlıklı ve güçlü hissettiğimiz anda maddeyle bir eğlence alanı bulabilir. Ancak, çok parayla yaşadığımızda ne hasta olmamanın nede ölümün bir garantisi de yoktur. Hayat vur patlasın çal oynasın seyrinde de asla gitmiyor.

 

Gaye içimizdekini ortaya döken yanlışları ve yaşanmazları ortaya çıkaracak sanatı görmek değil, maddeden sıyrılmış insani duyguları tetikleyen güzellikleri var etmektir. Bunu sağlayan kişilerde, topluma yaşadıkları mesajı verirken oldukça mütevazı davranmalı ve doğal görünmelidir. Sanki toplumun güzide bir parçası ve halktan biri, Allah dostları gibi…

 

Yaşamak isteyip de kötülüğü her an vurgulayan ve içimize hapsettiğimiz bu sıra dışılık iç hapishanemizde mahkûm edilmeli, bu görsel ve asla yaşanılamaz dayatmalara aldanmamalıyız. Sonuçta perde cansızdır ve o da kapanınca görüntü uçar gider… Biz ancak kötüyü sahiplenirsek, yani perdeyi açarsak bu canlanır. Ne böyle şöhreti ve sanatı nede sıra dışılığı yaşamak uğruna bir hedef seçmeyelim. Bizim için orta yol tercih edilmelidir. Dinimizde de bunu tavsiye eder. Sağlıklı bir toplum ancak, güzelliği yaşattıkça mutludur. Gülü dalında severse yaşamı lüks olur. Yaşamımızı soldurmayalım, güzeli ve doğallığı olması gereken yerden ayırarak ve ortaya çıkarıp dökerek!

 

İnsan okumadığı için, onun boşluğunu görsel bir filmde, belgeselde yahut cemaat ve tarikat gruplarında arar. Bunu öğrendiği yer, ne kadar doğru mesaj verirse, o derecede doğru yaşar. Ancak, çıkara dayalı günümüzde sömürü ön plana çıktığı için, öğreten cahil ekip başları bu kişilerin başına iş açar, hem de ne kötülüklerle. Bu yüzden Kur’anın ilk emri olan “Oku” emri ile kendimiz okumaya gayret edip, onları tatbik etmeye çaba gösterelim. En azından bir çök kötülükten ve yanlış yollardan kendi çabamızla kurtulmuş olur, kendimize iyilik ederiz.

 

Saffet Kuramaz

( Şöhretin Ve Onu İzleyen Akibetin Bedeli başlıklı yazı safdeha tarafından 12.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.