İLÇEMİZİN MİHENK TAŞLARINDAN MERHUM “RAMAZAN
ÇAVUŞ”
Ramazan Çavuş lakabı
ile tanıdığımız, Çavuşlar mahallemizin efsane muhtarı, merhum “Ramazan GÜNGÖR”
amcamız, bugünkü makalemizin konuğu ve konusu. Yıllardır Kuşbaba köyümüzde imam
hatiplik yapıp emekli olan Hüseyin abimin, yıllardır hızarcılık yapıp emekli
olan arkadaşımız Ali’nin ve en küçük kardeşleri Mahmut Güngör’ün ve Dembelin Ali
Çavuş’un oğlu Osman abimin hanımının babaları.
Mahallemizin en renkli
siması idi. Yüksek sesle konuşur, bazen bağırarak ama öfkelenmeden, tatlı ve
sevimli bir ses tonuyla gürültülü – patırtılı konuşarak etrafına pozitif enerji
dağıtırdı.
Ömrünü iki önemli
aktivite ile tamamladı. Birisi at arabacılığı, diğeri ise 40 yıla varan mahalle
muhtarlığı idi. Merhum babamın en iyi arkadaşlarından idi. Solumazların İbrahim
amcam ile babacığım yıllarca Ramazan amcama azalık yaptılar.
O günün şartlarında
mahallemizde meydana gelen ufak tefek asayiş bozuklukları, Ramazan Çavuş’un,
insancıl, şakacı ve pozitif yaklaşımları ile hemen huzura kavuşurdu. Mahalle sakinleri
ile devlet bürokrasisi arasında geleneksel, samimi, sevimli ve bir o kadar da çözümcül
yaklaşımlar sergileyerek, her sorunun hakkından başarı ile gelebilirdi.
At arabası ile çeşitli
yükler taşıyarak, ailesinin geçimini sağlardı. Normalde at arabaları boş iken
dahi aheste aheste giderken, Ramazan amcamın arabası yüklü iken dahi, asla
aheste gitmezdi. Ramazan amcamın atı ile olan mükemmel ve isabetli iletişimi sayesinde
genç ve becerikli atı, sürekli şahlanarak vazifesini yapardı.
Arabasını sürüp, atı
ile iletişimini sürdürürken, bir gözü de çevredeki mahalle sakinlerinde olurdu.
Var gücüyle bağırarak sesini insanlara duyurur ve çeşitli güzelliklerde
selamını verir, aynı zamanda muhtarlıkla ilişkili duyurularını yapardı. “Ahmet
aga, hükümetle şu işimiz var bir araya gelerek konuşalım derken, arabası da bir
hayli mesafe kat etmiş olurdu. Zira, arabanın mutlaka yeni bir yük yüklemek
için hızla görev yerine gitmesi gerekirdi.
Neler taşınmazdı ki o
arabalarla… Pazarlık sepetleri, un çuvalları, yem çuvalları, hizar kıymıkları,
inşaat taşları ve biriketleri, saman çuvalları, odunlar, toptancıdan alınıp
mahalle bakkallarına götürülen bakkaliye malzemeleri vb.
Özellikle ilçemizin halen
de pazar günü olan Perşembe günleri, pazarlık sepetleri at arabaları ile
toplanır ve tek tek evlere dağıtılırdı. Perşembe günleri asla başka bir işe
gidilmezdi.
Perşembe sabahı bütün
at arabaları, kendi mahallesinin pazarlık sepetlerini istiflemek için ilanlı
gavenin önünde sıraya dizilirlerdi. O yıllarda bugünkü çok önemli bir görevi
ifa eden (gelecekte çevre kirliliği açısından çok büyük bir risk oluşturacak
olan) naylon poşetler yoktu. Ellerle çekilen pazar arabacıkları da yoktu.
Patates soğan gibi en
sertleri en alta gelecek şekilde, yumuşaklık katsayısına göre, en hassas ve yumuşak
sebze ve meyveler en üste gelecek şekilde, dökme usulü sepetler doldurulduktan
sonra, mahallenin at arabacısına getirilir ve teslim edilirdi.
Arabacı, kopya kalemle
sepetin sapının kenarına sahibinin ismini yazardı. Yoksa sepetleri ayırt
etmenin mümkünatı olamazdı. Arabacı kendisine teslim edilen bütün sepet
sahiplerinin evlerini çok iyi bilirdi. Kendi güzergahında olmayan sepetleri
almaz, o güzergaha giden arabacıya seslenerek almasını isterdi.
Adrese göre, ilk inecek
sepetlerin alınması en kolay yere, son inecek sepetlerin ise arabanın en önüne
konularak istiflenmesi, büyük bir ustalık isterdi. Tek bir sepette toplanan
pazarlıklar fazla sorun teşkil etmezken, bir sepetten fazla aynı aileye ait iki
ve daha fazla sepet olunca, onların birbirlerine bağlanmaları veya yan yana konulmaları
gerekirdi.
Aileler genellikle
kalabalık olduğu için, sepetler ağzından dışarı taşacak şekilde doldurulurdu. Zira
o zamanlar bugünkü gibi manavlar yoktu. Perşembe günü alınanlar, bir dahaki
perşembeye kadar yetirilmek zorundaydı. Bazı küçük ve genç ailelerin
pazarlıkları, büyük ailelerin pazarlık sepetleri ile birleştirildikleri
zamanlar da olurdu.
Sepetler, kamışların
ince ince kesilerek örülmesinden meydana geldiği için, hepsi de birbirine
benzerdi. Arabacının bunları birbirlerine karıştırmadan evlere teslim etmeleri,
büyük bir ustalık isterdi. Arabanın yarısı boşaldığı zaman, geri kalanları
devirmeden ve pazarlıklara zarar vermeden teslim edebilmek, bayağı zor bir iş
olurdu. Eve gelen pazarlıklar, hemen kocamanca bir sini veya sofranın içine
dökülerek cinsi cinsine ayrılırdı. Her meyve ve sebze muhafaza edileceği
kilerlere, tel dolaplara, sütlüklere veya uygun yerlere yerleştirilirdi. (O
yıllarda buzdolabı yoktu). Hayırsever büyüklerimiz, çocukları sevindirmek için,
meyvelerin bir kısmını yerleştirmeden doğrayarak, soyarak veya paketleyerek bir
tepsiye koyup, sokakta oynayan çocuklara gönderirlerdi. Çocuklar oyuna ara
verip, ikram edilen meyveleri afiyetle yerlerdi.
Taze meyvesi olmayan
yaşlı ninelerimiz ise, yazdan hazırlayıp kuruttukları “kak kurularını” ikram
ederlerdi. Kak kurularının ne olduğunu yazmayacağım. Gençlerimiz bir zahmet
büyüklerine sorarak öğrensinler olur mu?
Halen sağ olan arabacı
Halit dayım başta olmak üzere, Karayvatlardan Halamın damadı Karagöz Mustafa’sına,
ahirete irtihal eden mahallemizin en önemli arabacıları, merhum Ramazan Çavuş, merhum
Dekenin Mehmet, merhum Zopçak dayıma ve hatırlayamadıklarıma, memleketimiz için
yaptıkları kutsal hizmetten dolayı şükranlarımı sunuyorum.
Göçenlere Allah’tan
rahmet, sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
Haa arabacığa döllenmek
biz çocuklar için çok güzel bir zevk olurdu. Tabi fark edildiğimiz anda da
kırbacı at yerine bizler yerdik. Son anda aklıma geldi…
Selam, sevgi ve
dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.
26 Temmuz 2016 Saat:
15.00 Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı