Bilgisayarımda, Facebook arkadaşım olmasını bile onaylamadığım büyük oğlum, bundan kısa bir süre önce Facebookumun mesaj kutusuna bir mesaj yollamıştı. Silmeyip tutmuşum, az önce dolanırken gözüme ilişti. Mesaj aynen şöyle:
"Ağlıyordum hıçkırarak . Sesini duymak istedim. Telefonu elime aldım, aradım, meşkule çektin. Kısa bir mesaj yazdım: ’Sana İhtiyacım Var!’ diye.
Belki dönersin,hayırdır, nedir sıkıntın oğlum, diye sorarsın sandım.
Sen ise, dönmedin.
Şimdiye kadar hiç bir aramama dönmedin ki!
Olur a, bir gün sen bana ihtiyaç duyarsan, adresimi biliyorsun, kapısı açık. Suskunluğun acımasızlığı yakarsa senin de canını, telefonumu biliyorsun, ödemeli arayabilirsin.
♥ Gökyüzüne bir avuç yıldız fırlatıyorum. Karanlığında aydınlığım olsun.
Beni yarattığından beri her çileye alıştım. Bir tek senin beni unutmuş olmana alışamadım baba!
Babalar günün kutlu olsun!

*


Unutkanlık, teknolojik bir sorun mu?
Üf… amma büyük laf ettim ha!
Teknolojik sorunlar, teknoloji mamüllerinde oluşur; ne işi var Allah yapısı hafızamızda, değil mi ama? Allah yapar, kul bozar, diyemeyiz her halde! Tövbe, haşa!...


Benim ikiz torunlardan adı Yavuz olanın birbirine yapışık hareket eden kötü iki huyu var: Bir şeyler saklama ve sakladığı yeri unutma… En çok zararı dokunan da benim, maalesef! Her ziyarete gelişlerinde o kadar itina gösterdiğim halde, ne yapıp edip gözlüklerimi ele geçirerek saklar ve tabii ki, sakladığı yeri unutur. Yenisini yaptıramam, çünkü miyop, hipermetrop, astigmat, tembellik bir arada bir camı ısmarladıktan bir hafta sonra getirtebiliyorlar ve her bir cam benim emekli maaşı gibi. Zaten bir haftalık aramadan sonra bir şekilde bulunuyor da… Evimiz dördüncü katta. Bir keresinde ikinci kattaki baldızım aldı getirdi, Kemal abi senin gözlüklerin ne işi var bizim balkonda, diyerek. Allah’tan camları kırılmaz soyundan yaptırmışım. Doğduğunda o kadar da söyledim anasına, babasına, benim adımı koymayın şuna, büyüdükçe bana çeker, burnunuzdan getirir sonra, diyerek; dinlemediler ki…




Üç beş dostla bir araya geldiğimizde öncelikli konumuz, memleketi iktidar partilerinin elinden kurtarmaktır. Az sonra, şükürler olsun, gençlerimiz var, onlar yapsınlar o işi, diyerek birbirimizi teselli eder, lafı bir şekilde unutkanlığa getiriveririz. Mevzuyu ilk açan laf da, genellikle, ‘bizim milletimiz balık hafızalı,’ demek olur.




Çocukluğumuzda o bakır kapları milyon kez kalaylatıp itinayla kullandığımızı, aliminyum tencereler icad edildiğinde alabilmek için anamızın günlerce para biriktirdiğini, kolayca unutuverdiğimizi, şimdi ise ocakta ıunuttuğumuz yemeğin dibini kararttığı koca bir emaye tencereyi nasıl da çöpe attırdığını anlatarak başlarız balık hafızalığımızdan bahsetmeye…




En çok da anahtarları kapının içinde unutup da kapı önünde kalışımızdır başımıza gelen bela, ama bir önceki unutmuşluğumuzu unutuveren balık hafızalılar olduğumuz için bir türlü akıllanmayız, gene kalırız kapı önünde. Çağırdığımız çilingir her gelişinde yapışkan kağıda bastırtmış olduğu telefon numarasını yapıştırır kapı dışına, nasıl olsa yakınlarda gene lazım olacaktır.
Benim hanımın, beni en çok güldüren unutkanlığı ise, her sabah kahvaltısında, kahvaltılıklarla birlikte çaydanlığı da buzdolabına yerleştirmesidir. Sırf bunu görebilmek için hemen kalkmam masadan, beklerim. Bazen benim bu bekleyişimden dolayı jetonu düşer, bekleme boşuna, çaydanlığı buzdolabına koymam, diyerek kovalar beni.




Benim muzdarip olduğum unutkanlığım ise insan isimlerinden. ‘Vay…Kemalciğim, ne güzel raslantı bu, böyle,” diyerek karşıma dikilen birinin adını illaki, hatırlayamam. Bu sebepten, insanlara hitap şekillerim hiç isimleriyle olmaz. Adamına göre, ‘moruk, hacım, birader, kardeşim, bacım, yenge, beyim, beyefendiciğim,…’’dan birini seçer, kullanırım.


Bir yerde okumuştum,’anımsayamadığınız bir adı anımsamak için kendinizi hiç zorlamayın, anımsayamazsınız. Bu şahsın adı ne, diye sorun bilinç altınıza ve öylece bırakın, bir daha düşünmeyin bile; az sonra şahısa adıyla hitap etmeye başladığınızı göreceksiniz…”


Az önce, “unutkanlık teknolojik bir sorun mu?” diye sormuştum. Cevabı, yeni sorular üreterek bulmaya çalışalım:


“Genleriyle oynanmış tohumlar bir teknolojik oluşum mudur?”
“Evet! Laboratuar teknolojilerinde üretilmişlerdir. Bu günkü global dünyada emperyalist ülkeler ısrarla genleriyle oynanmış gıda tohumlarında tekeller oluşturmakta ve üçüncü dünya ülkelerinin organik tarımını, bire dört yerine bire kırk vaat ederek engellemektedirler.”
“Neden? “
“Balık hafızalı ve düşük zeka seviyeli toplumlar yaratmak için olabilir mi?”
“Evet! Emperyalist ülkeler, ihraç ettikleri her şeyle bunu yapıyorlar zaten. ‘Alın size kolaylık’ diyerek hayatımıza soktukları her teknolojik ürün hafıza yitmesine neden olmakta. Kağıt kalemle çarpma, bölme yapamaz olduk hesap makinaları yüzünden. Markette yaptığımız alışverişlerin toplamasını, çıkarmasını yazar kasalar yapıveriyor bizim yerimize, bize sadece fişi alıp ödemek kalıyor. Mesela, eskiden telefonlarımızda aradığımız numarayı tuşlardık, şimdi ise aradığımızın adına bastık mı tamam. Gelecekte, bizim yerimize düşünüveren teknolojik makinalar da çıkacak piyasaya, emin olunuz…”
*



Herkesin bir unutma/unutulma hikayesi vardır. Boğaların da! İstanbul Kadıköy’de, Altıyol’daki boğa heykelini gidip görmediyseniz bile televizyonlarda görmüşsünüzdür. Hani şu Kadıköylülerin Gezi protestoları için buluşma noktası olan yerdeki boğa heykeli! İşte o boğa heykelinin de bir hikayesi varmış…
Almanya-Fransa savaşları sırasında Alsas-Loren bölgesini ele geçiren Fransızlar tarafından, “Kahraman Fransızlar Almanları bir boğa gibi ezdi geçti,” anlamını yükleyerek, 1860’da heykeltıraş Isidore Bonheure ve T.Roulliard’a yaptırılıp aynı bölgeye dikilmiş.


Almanya’nın Demir Şansölye lakaplı başbakanı Bismarck liderliğinde Fransa’ya savaş ilan edilmiş ve onbinlerce insan öldürülerek Alsas-Loren bölgesi geri alınıp Boğa heykeli de Berlin’e götürülerek orada kırk yıl ikamet ettirilmiş.
Osmanlı 1.Dünya Savaşı esnasında Almanların yanında yer alma kararı alınca, Alman İmparatoru II.Wilhelm tarafından kararı alan Enver Paşa’ya hediye edilmiş. Enver paşa büyük yenilgiden sonra yurt dışına kaçınca, heykel de var mı, yok mu, unutulmuş…Nihayetinde getirilişinden kırk yıl sonra varlığı hatırlanan heykel Enver Paşa sarayında metruk bir ambardan çıkarılmış.
1953’de açılan Hilton Otelin bahçesine konmuş.
1969’da Kadıköy iskelesine konmuş.
1987’de Altıyol’a Bahariye caddesinin başına konmuş.
Uzun bir hayatı olan boğanın önünde bir daha resim çektireceğiniz zaman tarihi vizyonunu da hatırlayınız, diye yazayım dedim…
*

( Unutulmak başlıklı yazı AliKemal tarafından 21.07.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.