Memleketin hali hal değildi. İş yok, güç yok, bir iş bulsan bile adam gibi yaşamanı sağlayacak para yok; yani hayata atılmanın sürünmeye başlamaktan başka bir anlamı yoktu. Kafası çalışanlar mümkün olduğunca çocuk olarak kalıp sürünmeye geç başlıyorlardı. Kafaları pek çalışmayanlar ise okullarını çabucak bitirip çabucak sürünmeye başlıyorlardı.

 

Kamil Oğuz, bu gerçeği erken yaşlarında fark etmiş, hayata atılmayı elinden geldiğince geciktirmeye karar vermişti. Bunun için ilkokul birinci sınıftan itibaren her seneye çift dikiş atıp, üstün zekâlı öğrenciler sınıfının sadık bir müdavimi olmuştu. Yetimhaneden arkadaşı olan Bedri Kibar ile Sami Emekli, kafaları pek çalışmayan iki akıl fukarası olduklarından her sene sınıflarını yüksek notlar alarak geçmek suretiyle çabucak sürünmeye başlamışlardı. Bunlardan Sami Emekli adındaki saf oğlan ola ola bir tarih hocası olabilmişti. Bedri Kibar adındaki saf oğlan ise bir havacı astsubayı olabilmiş, şark hizmetiyle şarka sürgün edilmişti. Sürgünden dönüp dönemediği ise uzun yıllar öğrenilememişti. Her ikisi de devletin verdiği üç kuruş sadakayla ömürlerini tüketmeye başlamışlardı.

 

Kamil Oğuz, yaşı henüz yirmi dokuz iken lise sonda ilk senesini okumaya başlamıştı. Bu yıl sınıfta çakarak bir yıl daha idare edebilecekti, ama ondan sonra mektep hayatı zorunlu olarak bitecek, o da sürünmeye başlayacaktı. Bu gerçek aklına düştükçe yas tutuyor, yas tuttukça da bir cigara yakıyordu.

 

Sami Emekli denilen saf oğlan tarih hocası çıkıp da tayini Kamil Oğuz’un okuduğu mektebe yapılınca, Kamil Oğuz sevinçten göbek atmıştı, ne de olsa yetimhaneden arkadaştılar. Ama ve lakin yanılmıştı. Tam aksine Sami Emekli kibirli tavırlar takınmış, ona tepeden bakarak yüz vermemişti. Üstüne birlik onun bir an önce mezun olup defolup gitmesi için diğer hocalarla kulis faaliyetlerine girişmişti. Hele birde, “burası yan gelip yatılacak yer değil! Asker kaçkını sen de!” deyip durmuyor muydu, adamı illet ediyordu.

 

Hıncını çıkarmak için, “Daha düne kadar yetimhanede yatağına siğiyordu. Öğretmen olunca götü kalkmış. Kendini ne sanıyorsa!” diyerek sınıfın diğer ergenlerine onun dedikodusunu yapıyordu.

 

Kamil Oğuz, zayıf alıp sınıfta çakabilmek için tarih yazılılarında sorulan sorulara alakasız cevaplar veriyordu. Örneğin, kadı nedir, diye sorduğunda o, kadı bir köydür. Bu köy İstanbul’un Anadolu yakasındadır, diye başlayıp, Kadıköy hakkında bir sayfa dolusu palavra sıkıyordu. Bu uyduruk cevaplarla zayıf almayı garantilediğini düşünürken, sınav notlarını okuyan Sami Emekli, onun notunu pekiyi olarak okuyordu. Sami Emekli’ye, onu okuldan bir an önce defedebilmek için mahsuscuktan yüksek not verdiğini düşünüp illet oluyordu. Oysa kazın ayağı öyle değildi. Sami Emekli, yaptığı yazılı sınavlara ait sınav kâğıtlarını hiç okumuyordu. Her gün bir sınıfı yazılı yapıp, ayrıca yazılı ev ödevi verip, sonra da onları teker teker okumaya vakti olmuyordu. Öyle ya, günde ortalama elli sınav kâğıdını okuyabilmek, kağıt başına on iki dakikadan altı yüz dakika gerektiriyordu. Bu da on saatini bu işe ayırması demekti. Geceleri hiç uyumasa yine bunca kağıdı okumaya yetmezdi. O da ne yapasın, kâğıtları şöyle bir gözden geçirip önlü arkalı yazıyla doldurulmuş olanlara basıyordu pek iyiyi. Kâğıdı birkaç satır yazıyla teslim etmiş olanlara da basıyordu zayıfı.

 

Sonra bir gün sözlü sınavı için tahtaya kaldırdığında pek sevindi. Nihayet ne kadar temel olduğunu, yazılılardan haksız yere pekiyi aldığını ispatlayabilecekti. Karatahta üstünde kocaman bir Osmanlı İmparatorluğu haritası asılıydı.

 

Sami Emekli, “Haritanın başına geç bakayım!” diye emretti.

 

Kamil Oğuz istenilen yere geçip bir haritaya, bir öğretmeninin yüzüne bakarak beklemeye başladı.

 

Sami Emekli, haritadan Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde bir yere parmağını dayayıp, “burası neresi?” diye sordu.

 

Kamil Oğuz, gösterilen yere ses çıkarmadan, tıpkı öküzün trene baktığı gibi uzun uzun baktı.

 

“Burası neresi, dedim!”

 

Kamil Oğuz’da aynı bakış ve sessizlik sürüyordu. En ön sıradaki Nurten Koş, Sami Emekli’ye çaktırmadan habire el etmekteydi. Baktı, el etmek fayda etmiyor, bu defa da silgisini fırlattı. Kamil Oğuz, kafasına vuran silginin acısıyla silgiyi atana küfretmek için dönüp baktığında kızla gözgöze geldi ve ona o an aşık oldu. Kız, defterinde beyaz bir sayfa açıp, koskocaman bir ‘MUŞ’ yazmıştı.

 

Sami Emekli, “söylesene ulan!” diye bağırdı.

 

Yakalandığı yıldırım aşkıyla aklı başından gitmiş bulunan Kamil Oğuz, “söyleyeyim yetimhane arkadaşım; pardon, söyleyeyim hocam,” diyerek yanık yanık Yemen Türküsünün nakaratını okumaya başladı. “Burası Muş’tur yolu yokuştur. //giden gelmiyor acep ne iştir”

 

Onun bed bir sesle türkü çığırmasına sinir olan Sami Emekli, “Muş değil ulan, Muş değil! Huş, huş…” diye bağırdı. Türküyü başladı kendi söylemeye. “Burası Huş’tur yolu yokuştur. //giden gelmiyor acep ne iştir…”

 

Nurten Koş, parmağını kaldırıp ısrarla, “hocam, hocam, hocam…” diye seslenerek onun dikkatini çekmeyi başardı.

 

“Buyur evladım?”

 

“Hocam, türküde adı geçen yer Huş mu, Muş mu, hocam?”

 

“”Huş, dedim ya evladım!”

 

“Yok, gastede okudum da, İstanbul Teknik Üniversitesi Müzikoloji Bölümü öğretim üyelerinden biri, ‘Havada Bulut Yok türküsünde adı geçen yer Muş’tur ama TRT bir dönem bunu ’Huş’ olarak değiştirdiği için böyle kaldı,’ demiş de… Gastede, söylentilere dayanarak yapılan tahrifat, önemli eserlerden birinin yıllarca yanlış icra edilmesine, ’Huş’ diye söylenmesine sebep oldu, diye yazıyodu. Huş, Yemen’in başkenti Sana ile Taiz kentleri arasında bulunan bir Türk Kalesi’nin ismidir. Türkünün sözlerini dikkatli bir şekilde okursak, Anadolu toprakları üzerinde bir yerlerde söylendiğini anlayabiliriz. Osmanlı ordularının Yemen’e yaptığı seferlerde ordunun toplanma yeri Muş’tur. ’Muş’un yolu yokuş değildir’ derler. Ben gittim, gördüm ve Muş’a bir rampadan çıkılır. Yolu da yokuştur. Yani, ’Burası Huş’tur, Yolu Yokuştur’ olamaz. Çünkü ’Huş’ta bulunan biri ’Giden Gelmiyor’ demez ’Gelen Gitmiyor’ der. Doğrusu ’Burası Muş’tur’ hocam...”

 

Sami Emekli, kız öğrencisinin yüzüne gıcık gıcık bakarak, "Türküde ’Burası Huş’tur, Giden Gelmiyor Acep Ne İştir’ deniyor. Bu Yemen Türküsü, yani Birinci Dünya Savaşı sırasında ceryan eden Yemen Savaşını anlatır. Askerlerimiz, savaşmaya Muş’a gitmemişlerdir. Askerlerimiz Yemen’e gitmiştir. Türküde, ’Yemen’e gelir mi sandın?’ diye ağıt yakılıyor. Buradan anlaşılacağı üzre bu yer Muş değil, Huş’tur evladım," dedi. “Söz konusu eser bir ’Muş Türküsü’dür. Ancak türküde adı geçen yer ’Muş’ değil, ’Huş’tur. Muşlular ’Muş’ olsun diye ısrar ediyor. Muş türküsü olması için de illa ’Muş’ta geçmesi gerekmez.” Sustu, sonra, Kamil Oğuz’a dönüp, “Bu türküde anlatılan savaş, hangi savaştır? Anlat bakayım!” diye sordu.

 

Kamil Oğuz, bu defa haritaya doğru değil, Nurten Koş’un yüzüne doğru ses çıkarmadan, tıpkı öküzün trene baktığı gibi uzun uzun baktı.

 

Nurten Koş, yeni bir beyaz sayfa daha açarak, kocaman, “YEMEN” yazıp gösterdi.

 

Kamil Oğuz bu defa hocasının, söylesene ulan, diye bağırmasına fırsat vermeden türküyü kendiliğinden söylemeye başladı. “Havada bulut yokh bu ne dumandır…Mahlede ölüm yokh bu ne şivandır… Bu Yemen elleri ne de yamandır… Anom Yemen’dir gülü çemendir… Giden gelmiyor acep nedendir… Burasi Muş’tur havasi hoştur… Giden gelmiyor acep ne iştir…”

 

Sami Emekli, sinirinden küplere bindi. “Anom, çemen değil ulan, anom, çemen değil! Ah o yemendir gülü çimendir, diyeceksin!” diye bağırdı. Nakaratı yine kendi söylemeye başladı. “Ah o yemendir gülü çimendir…/ Giden gelmiyor acep nedendir…”

 

Başka bir öğrenci parmak kaldırırken, “O nakaratın aslı: Adı Ali’dir, Nazlı yârimdir, Giden gelmiyor, Nasıl ölümdür, olacak hocam,” dedi.

 

Sami Emekli, onu, “Tamam evladım, sizin yörede öyledir,” dedi. Kamil Oğız’a döndü, “türkü söylemeyi bırak da şu savaşın ne savaşı olduğunu söyle ulan!” diye kızdı.

 

Kamil Oğuz kopya vermesini umarak yeniden Nurten Koş’a bakmaya başladı.

 

Kız defterine bir şeyler yazıp gösterdi. “Öğretmen savaşın adını söyledi ya, anlamadın mı öküz?”

 

Kamil Oğuz hocasının söylediği ismi hatırlayarak, "türküde anlatılan Huş savaşıdır hocam," dedi.

( Yemen Türküsü başlıklı yazı AliKemal tarafından 24.06.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.