‘’Rahmetliyi nasıl
bilirdiniz?’’
Rahmetin indinde
konuşlanmış bu sorunun mademki muhatabı bendim…
Kekeledim usulca.
‘’Duymadım. Daha yüksek
sesle lütfen!’’
Olacak iş miydi şimdi?
Hem şunun şurasında kaç gün olmuştu da sorguya tabi tutuluyordum?
‘’Bulunduğumuz noktada
bundan daha makul bir soru soramadığım için üzgünüm bayan. Hem…’’
Duraksamıştı.
Tepkisizliğimin ölçüsü
belli ki rencide edecekti genç adamı. Yine de sürdürdüm sessizliğimi.
‘’Ya, öncesi bayan?
Hani, ilk karşılaştığınız o güne geri dönersek…’’
Ne saçmalıyordu bu adam
böyle? Bilemezdi tabii ki tarihin tekerrürden ibaret olduğunu. Yoksa bilip de
dalga mı geçiyordu aklı sıra?
‘’Görmediniz mi o koca
tabelayı da daldınız yürüyüş parkuruna?’'
Sahi, dalmış mıydım?
Yok, yok dalmıştım. Öyle
ya, kaç zamandır dalıp dalıp gidiyordum hem de pekiştireci olan sürecin
tanımını yapamazken.
‘’Böyle ısrarcı
olduğuma bakmayın siz. Hem belli mi olur, yeniden karşılaşırız başka bir mekânda
belki de ayıklarız ayrık otlarını…’’
‘’Gidebilir miyim?’’
‘’Neye istinaden
gideceğinize emin oldunuz da sorguluyorsunuz beni?’’
Oysa sorgulanın ben
olduğumu sanıyordum. Daha demin dememiş miydi?
‘’Ağzınızdan çıkan bu
kelime ile şimdi de yalancı olduğumu mu ima ediyorsunuz?’’
***
‘’Pelin, Pelin aç
gözlerini! Siz de gülüp durmayın. Görmüyor musunuz kızı kan tuttu. Serdi
postu.’’
‘’Hey, sizi çaylaklar!
Durun bakalım, daha kafatasını açacağız.’’
‘’Hocam, iyi
hissetmiyorum, hiç hem de!’’
‘’Evladım, madem
dayanıklı değilsiniz niye illa ki doktor olacağım diye tutturursunuz? Tamam,
tamam, bir saat yemek molası. Bayılanlar kendine gelsin, devam edeceğiz
kadavralarla olan operasyonumuza.’’
‘’Görüşürüz
yemekhanede. Bugünkü menü de tam ağzınıza layık: Az pişmiş bonfile. Yine de
fazla doldurmayın midenizi. Belli mi olur?’’