Adıyla soyadıyla Şemsettin Ak, yaşı gelmeden önce, henüz lise son talebesiyken, haylazlıkları bahane edilerek yetiştirme yurdundan kovulmuştu.

İl Müdürü, karşısında ki çocuğu tepeden tırnağa süzdü. "Adın soyadın Şemsettin Ak mı evladım?" diye sordu.

"Evet efendim, ama ikisi bir arada Akşemsettin denilir bana."

Bu tanımlamadan hoşlanan müdür gülümseyerek, "Yaşın on sekizden küçük. Seni annene teslim etmek zorundayım.” dedi.

Akşemsettin, “Evet, efendim!” diye karşılık verdi.

İl Müdürü, saygılı tavırları sürdüren Akşemsettin’i alaylı ikaz ederek, “ Artık yatılımız değilsin, kardeşim, rahat ol!” diyerek ikaz etti. “ Annen, oğlunu karşısında görünce ne yapacak bakalım?"

Akşemsettin, boynunu bükerek ukde içinde düşüne kaldı. “Yüreğine inmeyecektir, efendim; eminim. Bir ihtimal de gelmeyecektir. Son defa beş sene önce gelip bulmuştu beni, bi daha gelmedi de…” 

“Gelmezse gelmesin! Biz sahip çıkarız sana, merak etme!” 

Akşemsettin, “Çıkaydınız da, ben de göreydim ya…” demeyi çok istiyordu ya, cesareti elvermiyordu buna.

“Götürür, kendi elimizle yazdırırız yeni okuluna…” 

Akşemsettin, “İnşallah, efendim!” demekle yetindi.

Ona acıyan Sosyal İşler İl Müdürü, babacan tavırlarla; “Dünya yıkıldı da altında mı kaldın oğlum? Ne var yurttan çıkarıldıysan? Sen, hiç olmazsa orta mektebi bitirmişsin işte... Benim de, haylaz bir oğlum vardı. Okusun diye avuç dolusu para döktüm. Sırtında ambarlar dolusu sopa kırdım. Yalvardım, öğütler verdim, ama bir türlü ortaokulu bile bitirtemedim... Gelgelelim oğlan şimdi, benim aylığımdan daha çok para kazanıyor... Biz okuduk da ne oldu? Okuldan kovulan, okumayan birçok arkadaşım vardı benim de... Çoğu, şimdi tüccar... Hatta içlerinden birisi milletvekili oldu. Hayat mektebi, hayat mektebi... Hepsinden önemlidir hayat mektebi! "

Akşemsettin, “ Oradan da kovulmadan bir baltaya sap olmaktan başka umudum yok efendim,” diye mırıldandı.

İl Müdürü, “yurtta başına gelen yanlışlıklara benzer yanlışlıklar yapmadan, iyi yoldan ayrılmadan yürüyebilirsen, başarırsın,” diye karşılık verdi.

Akşemsettin, “ İnşallah!” diyerek içini çekti.

İl Müdürü, önündeki dosyadan Akşemsettin’in annesine ait adresi bulunca inceledi. “Annen de burada, Karaköy’de oturuyormuş, hemen şurada, Yüksek Kaldırım sokağında… Beş no’lu ev diyor burada.” 

Akşemsettin, onun annesinin çalıştığı genelevden bahsettiğini anladı.

İl Müdürü, "şimdi hemen bir memur gönderirim, çağırtırım anneni,” diyerek eline aldığı bir kâğıda kadının adını ve adresini yazdı. “Annen gelene dek, biraz misafirimiz olur, yemekhanemizden karnını doyurursun.” 

Akşemsettin, “ Peki, efendim!” dedi.

İl Müdürü, masasından bir düğmeye basınca, zil çaldı, bir müstahdem geldi. İl Müdürü, gelen müstahdeme elindeki adres yazılı kâğıdı verirken, “Hayrünnisa hanıma söyle, benim makam arabasıyla bu adrese gidip adı yazılı bayanı alıp getirsin,” dedi. Akşemsettin’i göstererek, “Bu delikanlıyı da, annesi gelene kadar misafir edinin, karnını doyurun!” diye talimat verdikten sonra, Akşemsettin’e, “Odacıyla git, evladım!” dedi.

Akşemsettin, müstahdem ile çıkmak üzereyken tereddütlü durdu, tikli hareketlerle söylemekle söylememek arasında bocalayarak, “ Şey, efendim,” diye mırıldandı. İl Müdürü başını kaldırıp merakla bakarken, “O, Hayri Nüsha dediğiniz erkek adı mı, kadın adı mı? Yani, siz, Hayri Nüsha hanım dediniz de… Yani, Hayri erkek ismi ama… Hanım dediniz…” 

İl Müdürü onun daha fazla saçmalamasını önlemek için, “Hayri demedim evladım,” diyerek sözünü kesti. “ Hayrünnisa hanım dedim. Anladın mı?” Heceleyerek tekrar etti. “Hay… Rün… Ni… Sa… Tamam mı?” 

Akşemsettin’nin tikleri iyice ayyuka çıkarken, “Evet efendim, anladım da… Madem hanım o… Onu oraya yollamasanız diyorum,” dedi.

İl müdürü, “Nedenmiş o?” diye sordu .”Kadıncağız tedirgin olmadan gelsin diye erkek memur yerine bayan memur yolluyorum. Fena mı?” 

Akşemsettin, “ Şey…” diyerek tereddüt gösterdi. Söylememek için kendini zorlasa da dürüst ve merhametli karakteri nedeniyle, “O kadıncağızın, o adrese gidip de, gittiği yeri görünce, buraya döndüğü vakit, sizin, onu, oraya mahsusçuktan gönderdiğinizi düşünerek…” diyerek izahat vermeye çalıştı.

İl Müdürü, çattık, der gibi bakarak, “Evladım, onun vazifesi bu,” dedi. “Annenin evine gönderiyoruz, nihayetinde, kerhaneye göndermiyoruz ya!” 

Akşemsettin, “ Hah!” diye atıldı. “Tam da üstüne bastınız! Orası kerhane, efendim!” 

Kapı aralığında beklemekte olan müstahdem tutamadı kendini, sinsice güldü: “Hi hih hi!” 

İl Müdürü büyüyen gözlerle bakakaldı.

*

Akşemsettin müstahdemin nezaretinde karnını doyurduktan sonra, kendisine yakınlık gösteren adamla bahçedeki bir bankta oturmuşlar, sigara içmekte ve sohbet etmekteydiler. Müstahdem, Akşemsettin’in hikayesini öğrenmiş, şaşkınlıkla ilgi göstermekteydi.

Müstahdem gülerek,“Keşke sesini çıkartmasaydın da, Hayrünnisa’yı yollasaydı oraya, ah! ” diye hayıflandı. “Gideydi de geneleve, kapısından olsun göreydi oraları, oralarda kullanılan kadınlar gibi onları da kullananlar olduğunu anlardı belki…” 

“Neden çok istiyorsun öyle bişeyi?” diye sordu Akşemsettin.

Müstahdem, gülerek, “neden mi? Çünkü, o Hayrünnisa var ya o Hayrünnisa, o yobazın tekidir kardeşim. Çarpılırım diye korkusundan erkeklerle bile tokalaşmaz. Kafasında bir türbanla gelir gider işe,” dedi.

“Türban değil, rahibe takkesidir o…” 

“Rahibe takkesi mi? Hah ha hay!” Benzetme, müstahdemin hoşuna gitmişti. “Tam da dediğin gibi. Kafalarına geçirdikleri o bez parçalarıyla rahibelere benzetiyorlar kendilerini.” 

Akşemsettin öfkeyle küfür ettikten sonra söylenmeye başladı. “Onlar yarım Müslümanlık artı yarım Hıristiyanlık ile kendilerine yeni bir din icat ettiler. Kur’an ı Kerim, Hazreti Muhammed, filan yok onlarda, varsa da yoksa da peşine takıldıkları Türkiye Cumhuriyetinin düşmanı, yobaz bir hocanın söylemleri var. Yani ılımlı İslam dedikleri yarısı ondan yarısı bundan, İslam Hıristiyan karışımı bişeyler işte. Kafalarına taktıkları da ılımlılıklarını göstersin diye rahibe takkesi.” Akşemsettin tereddüt ederek baktı adama, “ Yahu abi, bunları konuştuğum zaman, dinletecek bir tane bile adam kalmıyordu etrafımda. Herkes kaçıyordu yanımdan. Sen nasıl oluyor da dinliyorsun beni?” 

Müstahdem, “Sen konuşuyorsun ya, sanki ben konuşuyorum gibi oluyor,” dedi. “Ama konuşmayalım bunları. Allah korusun bir duyan falan olur, neme lazım…” Sustu.

Akşemsettin, “Emekliliğe ne kadar var?” diye sordu adama.

Müstahdem, “Beş sene kadar,” dedi.

Akşemsettin, “ O, bir şey kalmamış,” diye gönendi.

Müstahdem, “ Bir de bana sor!” diyerek gülümsedi.

Akşemsettin, “Emekliliğini nasıl geçireceksin?” diye sordu.

Müstahdem gülümsemeyi sürdürerek, “İşin orasını düşünmek için erken daha. İstanbul’u terk edeceğim kesin ama…” diye sürdürdü. “Beni boş verelim! Sen neler yapacaksın?” 

Akşemsettin, “ Silivri’de Devlet Yatılı okulu varmış, gidip oraya kaydolarak bir lise diploması almaya çalışacağım. Şimdi, iş bulmak için elinde bir diploman olacak, yoksa iş vermiyorlar. Bu hayatı bir nevi mücadleeyle yaşayacağız işte...” diyerek cevap verdi. 

“Annenin yanında yaşayamazsın her halde?”

“Anne baba yok bizde. Biz, piçiz! Piç nedir bilir misin sen abi?”

“Babası belli olmayandır.” 

“Evet. Ama, aynı zamanda, annesi de belli olmayandır. Yani, biyolojik annesi ve de babası vardır da, bellidir de… Yani, ona sahip çıkmazlar. Anlıyor musun?” Adamın bakışlarından anlayıp anlamadığı belli olmamaktaydı. “Yani şöyle anlatayım. Hani çocuğun üvey annesi vardır, yirmi sene yememiş, içmemiştir de, çocuğu el bebe gül bebe büyütmüştür. Sonra, yirmi sene sonra, gerçek annesi çıkar ortaya, ben senin annenim diye. Ama, çocuk sen benim annem değilsin, der, benim gerçek annem üvey annem der, doğurmakla anne olunmaz der, annelik, annelik yapmakla olur der, der de üvey annesini tercih eder… İşte o çocuk bir piçtir. Yani, üvey annesini tercih etti diye, kızdığım için değil. Annesi bellidir ama sahip çıkmamıştır çünkü… Yani annesinin babasının yanında yaşasa bile, değil mi ki, sahip çıkmıyorlar, sokaklara salıveriyorlar, mendil filan sattırıyorlar, o çocuklar piçtir abicim. Bizim yurtta üç yüz küsur tane vardı o piçlerden. Onun için ihtisas sahibiyimdir bu konuda… Bizim yurtta herkesin bir lakabı vardır da, lakap olarak hiç kimse hiç kimseye piç lakabını takmaz, biliyor musun? Çünkü, herkes, herkesin piç olduğunu bilir orada da ondan, takmazlar. Benim annem, beni teslim almaya gelmez, ona eminim, kanunen zorlanırsa gelir alır bir tek, yoksa gelmez. Gelse bile hemen şuralardan bir yerden hadi sana uğurlar ola diyerek şutlar yanından. Onu biliyorum. Eminim. Zaten ben de takılacak değilim onunla. Bu yaştan sonra onun pezevenkliğini yapamam doğrusu… Son on senede üç kere görüşmedim zaten. Şimdi görüşeceğiz, mecburen… 

Müstahdem onun bu uzun söylemini ilgi ve sabırla dinlemekteydi. İyi bir dinleyici olan adamın, Akşemsettin’in gözündeki değeri iyice artmıştı.

Adam, etrafa bakınarak gizli bir şey söylüyormuş gibi, “Ananla görüşmeyiver,” diye fısıldadı.“Liseyi de dışarıdan sınavlara girip bitirirsin. Git, kaybet izini bence…” 

Akşemsettin, anlamadığı için, “Nasıl?” diye sordu.“Sanki, bir tutuklu gibi anneme teslim edileceğim. O da belki götürüp okula yazdıracak.” 

Müstahdem, Sosyal İşler İl Müdürlüğü önündeki yolu gösterdi. “ O yolda yürüyüp gitmene kim engel olur? Kapıdaki bekçiye, bakkala kadar gidiyorum dersin, çıkar gidersin.” 

Akşemsettin, meraklanmıştı. “Sonra?” 

“Sonra ne olacak ki? Kaçtı, gitti, diye evrakların yurda iade edilir, onlar da Cumhuriyet Savcılığına iki satır dilekçe yazıp kaçak olduğunu bildirirler, daha sonra da evraklarını yurttaki dosyana eklerler, rafa atarlar.” 

Akşemsettin, tereddüt ederek, “ Size bir şey yapmasınlar!” diye mırıldandı.

Müstahdem gülümseyerek, “Ne yapacaklar, be birader?... Mahkum değilsin ki... Anasına teslim edilmeyi bekleyen bir gariban.” 

Akşemsettin, “Tamam, madem… Ben gideyim madem…” diyerek karar vermeye çalışıyordu, aniden karşılaştığı bu alternatif onu şaşırtmıştı,“Gideceğim, anasını satim! Ne olursa olsun, hayat mektebini bitirip başarı kazanmadan da orta yerlere çıkmayacağım anasını satim!”

Müstahdem, “Allah yolunu açık etsin!” diyerek oturduğu yerden doğruldu. Bir gören olmasını istemeyerek çabuk çabuk tokalaştılar.“Haydi, güle güle! Ben içeri gidiyorum. Bir şey çaktırma da, biliyormuşum gibi olmasın.”

Akşemsettin, Sosyal İşler İl Müdürlüğünün bahçesi boyunca yürüyüp nizamiyeden çıktı. Hiç kimse, hiçbir şey sormadı, giren çıkanların arasında dikkat bile çekmedi. Arkasından her an birileri koşup gelerek yakalayacakmış gibi, yada durması için sesleneceklermiş gibi hızlı ve korkak adımlarla sokağı boydan boya yürüdü ve ulaştığı ilk köşe başından döndü. Elleri ceplerinde gelen giden araç trafiği arasında uzun müddet yürüdü, yürüdü. 

Müstahdem, bina içinde İl Sosyal İşler Müdürünün odasının kapısını tıklatarak açıp, kafasını içeri doğru uzattı. İçeri doğru, “Tamam...Oğlan kaçtı, gitti, müdürüm! Kurtulduk onunla uğraşmaktan,” dedikten sonra önce kafasını, sonra da kapıyı çekip, işinin başına gitti.

( Akşemsettin... başlıklı yazı AliKemal tarafından 21.05.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.