TÖMBÜLDEKDE ARABACIĞA BİNENLER EL
KALDIRSIN
Çocukluğumuz olan 60-70’li yıllarda
maceralarımız anlatmakla bitmez. İlçemiz Bucak’ın Yörükler mahallesi ile
Çavuşlar mahallesini birbirinden ayıran, Hökez dağının koca boğazının başındaki
dağ kuyudan aşağıya doğru inen, Oğuzhan ilk okulunun doğusundaki kart pınarında
son bulan müthiş yokuşa, mahalli dilde “tömbüldek” veya “tümbüldek” denirdi.
Bu gün daha modern yol
malzemeleriyle bezenmiş olan tümbüldeğin o günlerdeki yapısı doğal taşlı ve
topraklı haldeydi. Özellikle aşırı yağmurlarda harap olur Halıcı Memiş (Dembel)
dayının evinin önünde kuzey-doğudan, güney batıya doğru kama yarası gibi bir
derinlik oluşurdu.
Çocukluğumuzun en
önemli aktivitelerinden birisi de tümbüldekde arabacığa binmekti. Şimdiki gibi
o zamanlarda da ilçemizde bol miktarda hizar atölyeleri olurdu. Dört veya altı
tekerlekli ön iki tekeri sağa sola dönebilen bir dingilden oluşur, arka
tekerlekler ise oturma mekanizmasına sabitlenerek kullanıma hazır hale
getirilirdi.
Arabacığın yapımı öyle
zannedildiği kadar kolay değildi. Özellikle tekerlerinin yapılması, onlara
matkapla delik açılması, dingilinin yapılması, arka dingil ile ön dingili
birbirine bağlayacak okun, oturma bölgesiyle uyumlaştırılması epeyce emek ve
ustalık isteyen bir işti. Tabi hizarı olanlar veya tanıdığı hizar atölyesi
olanlar bu konuda daha şanslılardı.
Arabacık yapıldıktan
sonra hiç binilmeden ilk yapılması gereken iş, tekerlerinin sade yağ ile
yağlanması olurdu. Tabi ki iyi ve hızlı gitsin diye…
İki dingillilere
genellikle tek kişi veya arkasına da bir kişi bindirilirdi. Üç dingilli “tır”
sınıfına girenlere ise büyüklüğüne göre üç kişiden 12 kişiye kadar binilirdi. Özellikle
üç dingillilere kaptanlık yapanların işi çok zor olurdu. Zira bu arabacıkların
gerçek anlamda iş görebilecek fren sistemleri yoktu.
Okun ortasına bir kazık
çakılır ve arabacık hızlanınca bu kazığın üst ucundan yukarı çekilerek, alt
ucunu yere sürttürerek güya fren yapılırdı. Tahmin edebileceğiniz gibi hızlanan
bir arabacığa bu sistemin hiç fayda etmeyeceği kesindi.
İkinci fren sistemi
ise, ayakların yere sürtülmesi idi. Tabi hızlanan bir arabacıkta ayakların yere
sürtülmesi halinde, aracın durması yerine, ayakkabıların ve de ayakların
savaştan çıkmış hale döneceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.
AlimAllah hızlanan bir
arabacığın önüne gelen her hangi bir cisim veya mahlukun yara almadan kurtulma
ihtimali hiç yoktu. Hiçbir arabacık ve yolcularının imam hatip lisesinin
arkasına kadar sağ salim gidebildiğini hatırlamıyorum. Tömbüldeğin yarı belinde
aşırı hızlanan arabacık ye takla atar, ya dingil kırar, ya sağ veya sol
bahçelerden birine dalardı.
Yokuşun ilk başlarında
zevkli gibi görünen arabacığa binme işi, herkesin çok hoşuna giderdi. Kimse hızlanınca
ne olacağını düşünmez, arabacığın istiap haddini zorlayarak, kulağına kuyruğuna
herkes binerdi. Bir kısmı da yavaş giderken kaptanın haberi olmadan arabacığa
sonradan atlayarak dengeyi bozardı.
Peki hızlanınca, duvara
çarpılan üzüm salkımı gibi, yolcuların
her birisi ayrı bir macera ile yolda şapır şapır dökülürlerdi. Yola dökülenlar
arkadan gelen arabacığın altında kalır, arkadaki şöför, önde düşene çarpmamak
için doğa üstü yeteneklerle manevralar yaparak; ya çarpmayı ya da başarı! ile
devrilmeyi seçerdi.
Kazaya belaya uğramadan
giden arabacıklar bir süre sonra, olanca bir hıza kavuşur ve yönetilmesi
imkansız bir hal alırdı. Bu süreçte arkada oturanların çoğu korkarak daha da
hızlanmadan yaralanmayı göze alarak arabacıktan atlarlardı. Çoğu zaman da
yağmurdan kaçarken doluya yakalanırlar; bu defa da arkadan gelen arabacığın
altında kalırlar veya onu yoldan çıkararak büyük bir kazaya sebebiyet
verirlerdi.
Yarış esnasında dingili
kırılarak saf dışı olanlar, aşırı hızlanınca korkup bahçelere dalanlar, yükü
ağır olup da yolda dökülenler; başarı ile tümbüldeğin aşağısına inen
kaptanların karşısında, savaş kaybetmiş komutan hüznüne bürünürlerdi.
O yıllarda genellikle oyun
oynayan çocuklar büyükler tarafından çeşitli yöntemlerle taciz edilirdi. Ama arabacığa
binenlerin taciz edildiğine dair hiçbir sözlü ve yazılı belgeye rastlanmadı bu
güne kadar…
Elbette sebebi var,
arabalar Karavaların üstündeki dağ kuyunun oradan hep birlikte iniş aşağı
sefere koyuldukları zaman, bırakın müdahale etmeyi, önüne çıkan bir canlının
sağ kurtulma ihtimali, Mohaç meydan muharabesine katılan neferlerin şansı kadardı.
Arabacık serüveni
yüzünden yapılamayan okul ödevleri, iştirak edilemeyen ahır, çiftçilik ve ev
işlerinin geri kalmasının sonuçlarını burada anlatmaya dilim varmıyor. Bu eylemlerin
en önemli sonuçlarından birisi de, öfkelenen baba tarafından eve getirilen
arabacığın nacakla yarılarak soba odunu haline getirilmesiydi.
Bu serüvenin olumsuz
sonuçları bu kadarla da kalmıyordu. Ayağı dingile sıkışanlar, düşerek kafayı
kolu kıranlar, arabacık kazası sonucunda öfkesini kontrol edemeyen sürücü ve
muavinlerin meydan muharabeleri sonucu, ortaya çıkan ciddi sağlık problemleri..
Ama her türlü
olumsuzluklarına rağmen güzelde be bizim çocukluğumuz.
Selam sevgi ve dualarımla.
Allah’a (cc) emanet olunuz.
2 Mayıs 2016 Saat:
07.00. Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı