ABD SİSTEMİ BAŞKANLIK

                 Amerika kıtasına Avrupa'nın çeşitli bölgelerinden ama özellikle Britanya'dan gelen kolonistler 13 bölgeye yerleşmiş ve buralarda küçük devletçikler kurmuştur. Sözde İngiltere kralına bağlıydılar ama kraldan ve özellike onu işgalci anlayısından pek çok şikayetleri vardı.   Bunlar arasında tüketim mallarına konan ağır vergiler başı çekiyordu. 

                Amerikan hukuk sistemini gelişen olaylar ve gerçkeleşen toplum şartları karşısından kamuoyunda oluşan kendi hukuk bilinci ve merkezi idareye –krala-karşı duyulan keskin karşıtlık ile sıfır devlet anlayısına yakın bilinc oluşturmuştur.

                ABD  tarihinde önemli ve hukuku belirleyen olaylardan birisi ,adaletsiz çay vergisi ve 1773’teki Boston isyanı bu hoşnutsuzluğun önemli bir göstergesi olmuştur. 16 Aralık 1773 tarihinde Boston limanında demirlemiş birkaç gemi, ambarları çay dolu olarak ertesi gün boşaltılmayı beklerken , gecenin karanlığında bu gemilere yanaşan küçük teknelerden çıkan Kızılderili kıyafetleri giymiş kişiler gemilere çıkarak tonlarca çayı Boston körfezinin soğuk sularına dökmüştür. İşte sonradan Boston Çay Partisi diye adlandırılacak olan ve bugün de Cumhuriyetçileri etrafına toplayan hareket böyle başlamıştır. Bu kişilerin  hepsinin ağzında temsil yoksa vergi de yok seklinde kendi kendine yönetim talebini ortaya koymuştur..  Bu olay üç yıl sonra gelecek olan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin de habercisi olmuştur.

               Amerikan tarihinin 1861-1865 İç Savaşından sonraki en sıkıntılı dönemi, hiç şüphesiz 1929 Ekonomik Bunalımıdır. Amerika’da 1929’da New York Borsası’nın çöküşü ile başlayan ve etkileri on yıl boyunca görülen kriz, dünyada 50 milyon insanın işsiz kalmasına, toplam üretimin %42 oranında ve dünya ticaretinin ise %65 oranında azalmasına neden oldu.   

            “New Deal” adını verdiği programla ekonomik sistemde köklü değişiklikler vaat eden Franklin D. Roosevelt kronık başkanlıga seciliverdi. Roosevelt’in ekonomik programı önemli ölçüde başarı sağladı. Roosevelt’in İkinci Dünya Savaşına sonradan soktuğu ABD, savaş sonrasında dünyanın iki süper gücünden birisi haline geldi. Muhtemelen bu başarısı nedeniyle 4 kez üst üste başkan seçildi ve 1933’ten öldüğü 1945’e kadar aralıksız başkanlık koltuğunda oturdu. Onun döneminde, kapsamı ve etkisi genişletilen “başkanlık emri” (executive order) ile önemli kanun hükmünde kararnameler çıkarıldı. Başkanlık emri yetkisine bir dayanak bulunmasa da yıllar içerisinde anayasanın ikinci maddesinden yola çıkılarak başkana bu yetkinin tanındığı kabul edilmişti. Roosevelt’in başarılı sayılan bu başkanlık dönemine rağmen, değiştirilmesi oldukça zor olan Amerikan Anayasasında başkanların görev süresi ile ilgili önemli bir değişikliğe gidildi. 1951’de yapılan değişiklikle, başkanların görev süresi iki dönemle toplamda 8 yılla sınırlandırıldı. Böylece, ABD’de bir kez daha aralıksız 12 yıl başkanlık yapan bir başkan görülmedi.

               Roosevelt’in ölümünden sonra başlayan Soğuk Savaş yıllarının en buhranlı dönemlerinden birinde başkan olarak seçilen John F. Kennedy, bugün bile tartışılan ve komplo teorilerinin gözde konularından olan bir suikaste uğradığı 1963’e kadar yaklaşık iki yıl gibi kısa bir süre başkanlık koltuğunda oturdu. Suikaste kurban gitmesinin haricinde Kennedy’nin Amerikan siyasi hayatında çok önemli bir özelliği daha vardı: ilk ve tek Katolik başkandı. Kennedy dışında, bütün Amerikan başkanları protestandı. İlk defa bir Afro-Amerikalı başkan, Barack Obama, ise ancak 2008 yılında seçilebildi.  Bununla birlikte, Amerikan halkı henüz kadın bir başkan göremedi.

             Amerikan siyasi tarihinin bir diğer önemli olayı ise 1972 yılında meydana geldi. Watergate Skandalı olarak tarihe geçen bu olayla birlikte, Başkan Nixon hakkında devletin istihbarat ve güvenlik birimlerini kendi siyasi çıkarları için kullandığına dair iddialar gündeme geldi. Olay Watergate adlı bir iş merkezindeki bir büroya girrmeye çalışan hırsızların tutuklanması ile başladı. Büronun Demokratik Parti’nin merkezi olduğu ortaya çıktı. Hırsızlar Nixon’ın partisi ile bağlantılıydı ve amaçları Demokratik Parti’nin telefonlarını gizlice dinlemek üzere mikrofonlar yerleştirmekti. Sonradan organizatör olduğu anlaşılan Başkan Nixon, olayın aydınlatılması için Adalet Bakanı Elliot Richardson’ı görevlendirdi. Richardson, Archibald Cox isimli bir savcıyı bu göreve atadı. Cox, başkanın bütün konuşmalarının teyb kayıtlarının kendisine verilmesini istedi. Richard Nixon bu isteği kesinlikle reddetti ve Cox’un görevden alınmasını istedi. Adalet Bakanı, savcıyı görevden almayı reddedince Nixon Bakanın görevine son verdi. Bununla birlikte, Yüksek Mahkeme Nixon’ı bant kayıtlarını savcılara teslim etmeye zorladı. Nixon bant kayıtlarını sonunda teslim etti. ABD Kongresi ise Nixon’ı görevden almak üzere soruşturmalar başlattı. Kongre’nin başkanı görevden alma yetkisi vardı ve o güne kadar bu yetki hiç kullanılmamıştı. Bu şartlar altında zor durumda kalan Nixon, istifa etti. Böylece Nixon ABD tarihinde başkanlıktan istifa eden ilk ve tek başkan oldu. Yine bir başka skandal sonrasında Bill Clinton 1999 yılında Temsilciler Meclisi tarafından itham edildi ve Senato tarafından yapılan yargılama sonrasında beraat etti.

        Yine Amerikan siyasi tarihinin belki de dünya siyasi tarhinin önemli dönüm noktalarından birini teşkil eden 2000 yılı başkanlık seçimini de unutmamak gerekir.

          Amerikan sisteminde başkan doğrudan seçmenler tarafından değil bir seçiciler kurulu (electoral college) tarafından seçilir. Aslında burada iki kademeli bir seçim sistemi vardır. Halk seçicileri seçer, seçiciler ise Başkanı seçer.

          Seçiciler kurulunda en fazla oya sahip eyaletler California (55), Texas (38) ve New York (29) eyaletleridir. Başkent Washington DC’nin ise temsilciler meclisi seçiminde oy hakkı yokken (Başkent Senato da temsil edilmediğinden; 50 eyaletten 2 senatör gelmekte ve Senato 100 üyeden oluşmakta; Temsiciler Meclisinde ise eyaletlerin nüfuslarına göre toplamda 435 kongre üyesi görev yapmaktadır),  seçiciler kurulunda 3 oy hakkı vardır. . Seçiciler kurulundaki toplam oy 538’dir. Bir adayın başkan olabilmesi için en az 270 oy alması gerekir. Bir adayın partisi ülke genelinde en yüksek oyu alsa da bu aday seçiciler kurulunda 270 oy alamazsa başkan olamaz. İşte bu durum, 2000 başkanlık seçiminde gerçekleşmiştir. Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Teksas valisi George W. Bush, Demokratik Parti’nin adayı ise Başkan yardımcısı Al Gore idi. Bu seçimin kesin sonucu aylarca belli olmadı. Al Gore daha yüksek sayıda seçmenin oyunu almış olmasına rağmen,  seçiciler kurulundan 271 oy alan Bush, Başkan ilan edildi. Florida eyaletinde çok az farkla Bush’un kazanması üzerine, Gore oyların yeniden sayılması için mahkemeye başvurdu. Florida’daki her oy sayımında farklı sonuçların bulunması üzerine, dava Yüksek Mahkemenin önünde gitti. 12 Aralık 2000’de 9 üyeli Yüksek Mahkemede 4’e karşı 5 oyla Bush’un başkanlığı resmileşti.

                                          BAŞKANLIK    SİSTEMİNDE ORGANLAR

                       BAŞKAN

                      Tam başkanlık sisteminin uygulandığı bu ülkede ,asıl olan yönetimde etkinlik hususu ön plana çıkar.[ Demokratik geleneklerin oturmadığı ülkelerde başkanlık sisteminden yüksek düzeyde verim alınamamaktadır. Bu ülkelere Latin Amerika ülkeleri  örnek verilebilir.[ Parlamenter sistemde iki başlıdır ve bakanlar kurulu ile cumhurbaşkanı arasında paylaştırılmıştır. Parlamenter sistemde özellikle Türkiye gibi ülkelerde cumhurbaşkanının görevi kanunlara onay veya ret kararı vermektir. Başkanlık sisteminde yürütmenin tek kanadı başkandır.

                        Kişi hürriyetlerinin devlete karşı korunmasını en temel öncelik haline getiren tek ülke, ABD’dir. Üstelik ABD, bu sistemi kuruluşundan beri, yani ikiyüz küsur senedir ârızasız şekilde sürdürebilmiş tek ülkedir. Ne var ki, bu başarının sırrı, başkanlık sisteminin erdemleri değil, ABD’nin tamamen kendisine özgü, benzeri olmayan tarihsel, kültürel, sosyolojik ve siyasal şartlarıdır ve bunların başka ülkelerce kopya edilmesi mümkün değildir.

           Halen başkanlık sistemini uygulayan ülkeler arasında gerçek bir kuvvetler ayrılığına dayanan ve birey hürriyetlerinin devlete karşı korunmasını en temel öncelik haline getiren tek ülke, ABD’dir. Üstelik ABD, bu sistemi kuruluşundan beri, yani ikiyüz küsur senedir ârızasız şekilde sürdürebilmiş tek ülkedir. Ne var ki, bu başarının sırrı, başkanlık sisteminin erdemleri değil, ABD’nin tamamen kendisine özgü, benzeri olmayan tarihsel, kültürel, sosyolojik ve siyasal şartlarıdır ve bunların başka ülkelerce kopya edilmesi mümkün değildir. Nitekim aşağıda açıklanacağı gibi, başkanlık sistemini benimsemiş olan LatinAmerika ülkelerinin demokratik sicilleri hiç de parlak değildir.

                 Her şeyden önce, 18. yüzyıl sonlarında Amerikan devletini kuran toplum, İngiliz Tac’ının ve Anglikan kilisesinin baskılarından kaçan Anglo-Sakson göçmenlerin oluşturduğu bir toplumdur. Dolayısıyla ABD Anayasası’nın yapımında, birey hürriyetlerini güvence altına alabilmek için devlet iktidarını mümkün olabildiğince sınırlandırma düşüncesi, yani “sınırlı devlet” (limited government) fikri hâkim olmuştur. Nitekim ABD Anayasası’nın 1791 tarihli birinci değişikliğinde, o dönem için başka ülkelerde hayal edilmesi bile güç olan şu hüküm yer almıştır: “Kongre, bir dinin resmî din ilânına ilişkin ya da onun serbestçe icrasını yasaklayacak; veya söz ya da basın hürriyetini, veya halkın barışçıl toplanma ve şikayetlerinin giderilmesi için hükümete dilekçe verme hakkını kısıtlayacak kanun yapamaz.”Bu hüküm bile bir devrimin varlığını göstermeye yeter.

Yatay ve dikey düzlemde kuvvetler ayrılığı

                       Başkanlık,kişi  hürriyetlerini koruyacak sınırlı devleti gerçekleştirmek, iktidarın tek bir merkezde toplanmasını önlemek amacıyla, yasama ve yürütme kuvvetlerinin keskin ayrılığına dayanmaktadır. ABD, bu sistemin dünyadaki ilk örneğidir. Ancak, bununla da yetinilmeyerek, İngiliz hukuk devleti (rule of law) geleneğinin gereği olarak, yargı organına yasama ve yürütme karşısında tam bağımsızlık sağlanmıştır. 

                 ABD’nin, anayasal/sınırlı devletin en önemli araçlarından biri olan “kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi”ni de, belli başlı Avrupa devletlerinden neredeyse 150 yıl önce gerçekleştirmiştir. .

                     TEMSİLCİLER MECLİSİ VE SENATO

                   ABD anayasa yapımcıları, anayasal/sınırlı devleti yaratırken sadece “yatay” düzeyde yani yasama, yürütme ve yargı organları arasında kuvvetler ayrılığını tesis etmekle kalmamışlar, en az onun kadar önemli olan “dikey” düzeydeki kuvvetler ayrılığını, yani federalizmi de gerçekleştirmişlerdir. Federalizm, devlet iktidarlarının bir merkezî (federal) devletle federe devletler arasında, anayasada belirtilen şekilde bölüştürülmesine dayanmaktadır. Nitekim ABD Anayasası’nın 1’inci maddesinin 8’inci bölümü, federal yasama organının (Congress) yetkili olduğu hususları saymış, bunların dışındaki konular federe devletlerin düzenlemelerine bırakılmıştır. Anayasa yargısının benimsenmiş olması, bu anayasal yetki bölüşümünün ihlâl edilmesini önleyecek bir güvencedir. Her federe devletin, federal Anayasa’ya aykırı olmamak şartıyla kendi anayasası, kendi kanunları, kendi seçilmiş yasama ve yürütme organları ve mahkemeleri vardır. Ayrıca, her federe devletin kendi içinde de, şehir ve kasabalar bakımından geniş ölçüde bir yerinden yönetim mevcuttur.

                Federal sistemin temel bir özelliği de, federe devletlerin, federal devlet iradesinin oluşumuna “devlet olarak” katılma haklarıdır. Bunu sağlamanın başlıca yolu, yasama organının, biri nüfus esasına, diğeri federe devletlerin devlet olarak temsiline dayanan iki-meclisli bir yapıda olmasıdır. Nitekim ABD yasama organı (Congress), halkın nüfus esasına göre temsil edildiği Temsilciler Meclisi ile her federe devletin nüfusuna bakılmaksızın ikişer senatörle temsil edildikleri Senato‘dan oluşmaktadır. Meclislerin farklı esaslara göre seçilmesinin doğal bir sonucu, bunlarda farklı partilerin çoğunlukta olabilmeleridir. Aynı şekilde, başkanla bir veya iki meclisteki çoğunlukların farklı partilere mensup olmaları mümkün ve uygulamada oldukça sık görülen bir durumdur. Bu da, Amerikan Anayasası’na hâkim olan “frenler ve dengeler” sisteminin etkinliğini arttıran bir faktördür. Bu anlamda, üniter devletlerde hiçbir zorunluluğu olmayan iki-meclis sistemi, federal devletlerde sistemin doğasından kaynaklanan bir zorunluluktur. ABD’de iki-meclis, eşit yetkilere sahiptir; hattâ Senato’nun, başkanın federal kamu görevlerine yaptığı atamaları onaylamak gibi, Temsilciler Meclisi’nin sahip olmadığı yetkileri de vardır. Nihayet, anayasa değişikliklerinde de bu federal karakter güçlü şekilde hissedilmektedir. Bir anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi için, iki meclisin 2/3 çoğunlukla kabulünden sonra, federe devletlerin 3/4’ü tarafından da onaylanması şarttır. Keza, hiçbir federe devlet, kendi rızası olmaksızın, Senato’da eşit temsil hakkından yoksun bırakılamaz (m.5).

                     KAMUOYU ETKİSİ

                   Amerikan federalizmi, dünyadaki birçok göstermelik federal sistemin aksine, dikey düzeyde gerçek bir iktidar bölüşümüne dayanmaktadır. Bunun aksi de düşünülemezdi. Amerikan Kurucu Meclisi’nin federalizm tercihi, masa başında yapılmış bir tercih değil, Amerikan devletinin oluşum sürecinin doğal ve zorunlu bir sonucudur. ABD’yi meydana getiren 13 koloni, Britanya egemenliği döneminde bile büyük ölçüde kendi kendilerini yöneten, yarı-bağımsız devletçiklerdi. Nitekim onlar, Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasını takiben önce 1777 yılında konfederasyon halinde, 1787’de de federasyon biçiminde bir araya gelerek bugünkü ABD’yi oluşturmuşlardır. Dolayısıyla, ABD Anayasası’nın yapımında bir üniter devlet seçeneği zaten söz konusu olamazdı.

                     Amerikan başkanlık sisteminin başarısını, bütün bu hukukî özelliklerin dışında ve ötesinde, Amerikan toplumunun ve Amerikan siyasal partilerinin özellikleri ile açıklamak gerekir. ABD’de her zaman, birey hürriyetlerinin temel öncelik taşıdığı, çok güçlü bir sivil toplum mevcut olmuş; insanların hayatları, devletle olan ilişkilerinden çok, sivil toplum içindeki konumlarıyla şekillenmiştir. Her an hermkonuda örgutlenebilme yetenegi başkanlık sistemininde kendi içinde dinamiği olmuştur.

                    Bütün bu özellikler sonucu olarak Amerikan siyasal partileri, Avrupa’daki emsallerinden çok farklı niteliktedirler. İki büyük parti, son derece gevşek ve ademi-merkeziyetçi yapıda dır. Varlıklarını secim zamanı hıssettırmekte ama baskanın secımı ıle yokluğu hiç hissedilmemektedir.  Genel merkez, , âdeta 50 federe devlet partisinin bir konfederasyonu niteliğinde, disiplinden yoksun kuruluşlardır. Baskan secilirse partının ulusal düzeyde baskanı gözükmekte secilemediği takdirde baskanı bulunmamaktadır. Partilerin ulusal düzeydeki tek faaliyetleri, dört yılda bir başkan ve başkan yardımcısı adaylarını belirleyen parti kongreleridir İki büyük parti, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki ideolojik farklar çok azdır.pastörize süt markalarının birbirinden farklılığı kadar farklılık vardır. Burada, göçmen bir toplum olan Amerikan toplumunun, Avrupa’da uzun süreli ve derin siyasal mücadelelere yol açmış bulunan monarşi ve aristokrasi miraslarından yoksun oluşunun elbette bir etkisi vardır. Amerikan partilerinin uzlaşmacı ve pragmatik karakterleri, sistemin ciddî bir kilitlenmeye ve krize mâruz kalmaksızın işlemesini sağlamaktadır.

                    Başkanlık sisteminin ârızasız işlemesinin  güç olduğu aşikardır. Nitekim, bağımsızlıklarını takiben ABD örneğini taklid ederek başkanlık sistemini kabul etmiş olan Latin Amerika ülkelerinin demokratik sicili hiç de parlak değildir. Bunların çok büyük bir bölümünde demokrasi denemeleri, askerî darbeler, uzun süreli askerî diktatörlükler veya Juan Peron, Alberto Fujimori, Hugo Chavez gibi popülist otoriter rejimlerle kesintiye uğramıştır. 20. yüzyıl içindeki demokratik sicilleri nisbeten olumlu olan iki küçük ülke, Şili ve Uruguay bile yakın zamanlarda uzun süreli gaddar askerî rejimler tarafından yönetilmişlerdir.

       Alfred Stepan ve Cindy Skach’in OECD üyesi olmayan ve 1973-1989 döneminde en az bir yıl demokratik rejim altında yaşamış bulunan 53 ülke üzerindeki araştırmasına göre, bunlar arasında parlamenter rejimle yönetilenlerin yüzde 61’i, 1973-1989 arasında en az on yıl sürekli olarak demokratik rejimi sürdürmüşlerdir; başkanlık sistemiyle yönetilenler arasında ise bu oran, sadece yüzde 20’dir. Benzer şekilde, aynı dönemde parlamenter rejimle yönetilen ülkelerin ancak yüzde 18’i bir askerî darbeye maruz kalmış olduğu halde, başkanlık sistemiyle yönetilenlerde bu oran yüzde 40’tır.

SONUÇ       :Amerikan tipi başkanlık rejiminin ülkemizde uygulanamayacak olmasının sebepleri

                    1TARİHİ SEBEPLER             :ABD  ni kuran 13 koloni bagımsız devlet bir araya gelip konfederastonu daha sonra da bunlar federal sistemi oluşturmuştur. Türikiye Cumhuriyetinde böyle bir kolonist hareket olmamıştır.

                    2-SOSYOLOJİK SEBEPLER :Limited Goverment –sınırlı devlet- anlayısı pragmatıst Amerikan sisteminin  oluşturdugu kişiyi merkez kabul eden bir anlayış vardır . Oysa Türk anlayışında ebed müddet devlet anlayışı ile uğruna ölünülen vatan-millet ve şehidlik anlayışı vardır.Böyle bir anlayıste devleti limitize edemezsın.

                     3-HUKUK BİLİNCİ              :Örgütlenmeyi yasadışı kabul eden ve kafasında hemen böyle bir algı oluşan türk toplum yapısı ile en ufak bir konuda bile örgütlenme yetenegıne sahip Amerikan toplum yapısında kamuoyu baskı sı denilen demokratik baskı aracı bizde hiçbir zaman olmayacaktır. Aynı köyde kurulan bir kooperatif ortak amaca bile hizmet etse hemen diğer rakipler onu işlevsizleştirmek için elinden geleni ardına koymadığı için bu baskı aracı hiçbir zaman oluşmayacaktır.

                      4-FELSEFİ SEBEPLER :Özgürlük ve adalet anlayışı doğu ve batı toplumlarının turnusoludur. Batı değerinde özgürlük birinci öncelikli anlayışı olarak ön plana cıkarken devletin en alt sınıra cekilmesinde bir beis yoktur. Doğu toplumlarında ise adalet için özgürlükten vazgeçilebilinir. Adaleti gerçekleştirecek devlet mekanızmasının ise güçlü olması sarttır.

                      

 

( Başkanlık-bastır Parayı Çıkar Yasayı-3 başlıklı yazı HALİLİ tarafından 27.04.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.