1974 yılında on yaşlarındaydım. Savaş varmış dediler, geceleri lambaları söndürmemiz gerekiyor dediler, hani düşman gelirse hedef olabilirdik. Gündüzleri televizyonda rahmetli Hasan Mutlucan hep kahramanlık türkülerini, denizcilerimizin çıkarma görüntüleri ile siyah beyaz sergilenerek izliyorduk. Çocuktum ve merakla şüphe arasında o günleri sorguluyordum. Nedendi tüm bu olanlar…


Sene 2013 ve Girne’deydim. Çıkartmanın yapıldığı küçücük bir koy, plajı bile yoktu. Koydan bakınca sürekli yükselen bir yeşilliğin en son noktasında sadece kaya olan beş parmak dağlarını görüyordum. Burada ilerleyen askerimizin tanımadığı her metresinde ayrı bir tuzağın onu şehitliğe götüreceğini bilerek ilerlemesini hissetmeye çalıştım. Evet bu savaş sanki Çanakkale ruhuyla yapılmıştı. Çanakkale şehitliği demişlerdi bu yüzden burada ölenlerin yatığı yere. Sonradan gördüğümde Türkiye’den şehit abisini görmeye gelen kız kardeşin, on yaşlarındaki çocuğuna belki de bu dayın dediğini ve mermer taşlarına sarıldığı masumane görüntüyü izledim.

Girne’ye girilmiş, Ordu komutanı Albay, havacı binbaşı ve dört er, savaşın planını telaşındayken, elli metre mesafeden bir villadan Rum askerinin attığı bazukanın bulundukları kapı önüne isabet etmesiyle şehit oldukları binada kalakaldım. Hala canlı izleri, silinmemişti. Elbiseleri, silahları ve resimleri… Ölen diğer şehitlerin hikâyeleri bir müze olmuştu. O müzenin girişinde, savaşta ele geçen Rum silahları sergileniyor. Benim o çocukluk yıllarımdaki savaşa tanık olduğum yaşımda oğlum, her Rum tankına tekme atıyor. Hissettiği hazan ve üzüntüsüne şahit oluyorum. Müzedeki askere soruyorum” Buraya Kıbrıslı çocuklar ziyaret ediyor mu?” asker, “ yılda bir kez. Öğretmenleri meraklı değil ki…” şaşırıyorum. Kıbrıs’ta neden savaş olduğunu bilmeyerek büyüyen çocuklar!

Kıbrıs’ta ölen askerler Girne’de ölmüşler. Çok çetin savaşlar olmuş. Burası Rumların yaşadığı yermiş. Nerdeyse yarım gün burada geziyoruz. Hz Osman ve Hz Ali dönemlerinde adaya savaşmak için gelmiş üç yüz civarında Müslüman askerlerin bir mağarada uyurken, beş parmak dağlarındaki kalelerinde onları izleyen Venedik askerlerinin ani baskını ile şehit olduğu yere geliyoruz. Osmanlı askerleri, burayı bulduklarında 7 askerin bedenlerini hala çürümediğini görmüşler ve yukarıya taşıyarak bugünkü görümüne sahip bir türbe yapmışlar. İçinde namaz kılınacak bir yer dışında tertemiz hava ve deniz dalgaları eşliğinde bir tefekkür mekânı burası.

Girne’ye, Diyanet vaktı tarafından büyük bir cami yapılmış. İkindi vakti cemaate eşlik ettik. Sadece 15–20 kişi ya var ya yok. İmam Denizli’den gelmiş. Cuma günleri camiinin dolduğunu söylüyor. Özellikle üniversiteli öğrenciler geliyormuş. Cami yapılmadan önce Kıbrıslı bir yerli ev yapmaya başlamış burada. Bir katın iskeleti çıktığında cami yapılacağını duyunca ev yapmaktan vazgeçmiş. İmamın dediğine göre 5 vakit ezan sesine dayanamayacağını söylemiş…

Girne’de bir İngiliz köyü varmış. Kışları buraya gelip yaşıyorlarmış. Girne kalesini gezerken ve yat limanın dolaşırken yaşı altmış üzerindeki bu İngilizlere rastladık. Osmanlıdan Kıbrıs’ı kiralayan İngilizler her şeyi değiştirmek için çok sinsi planlar yapmışlar. Din alanında hizmet eden kişiler yerine kendi ajanlarını yerleştirmişler. Bu ajanlar öylesi namaz kılmak ve dini yaşamak adına şiddet kullanmışlar ki… Kıbrıslıları dinden uzaklaştırmışlar. Hala yollar İngiliz anlayışına göre soldan işliyor. Rum tarafında ise iki tane askeri üsleri ve toprakları varmış. Ortadoğu’daki petrol bölgeleri ve Kuzey Afrika’yı denetleyen iki ayrı üsleri var. Buradan çevre ülkelere bakıldığında öylesi kritik konumdadır Kıbrıs. Rumların İngilizleri istemediği ve bu yüzden Avrupa birliğine girdiklerinden bahsediyorlar. Kıbrıs’a hala ambargo uygulanması İngilizlerin oyunu olduğu vurgulanıyor. Eğer bağımsız bir Kıbrıs olursa, İngilizlerin burayı terk etmek zorunda olacakları kesin gözüyle bakıldığından özgür bir Kıbrıs’ı İngilizler istemiyor. Burası kara paranın aklandığı kumarhaneleri ve iğrenç mekânlarıyla ün yapmış. Kara para aklamak isteyen kişilerde İngilizler gibi düşünüyor. İşin özü bilinçli bir Kıbrıs bir kesim sömürücülerin işine gelmiyor. 

Türk hükümeti son zamanlarda buraya sadece para aktarmak yerine, alt yapısı için kendi müteahhit ve iş gücü gelip, burayı inşa ediyormuş. Türkiye’den gelen paranın kullanımı da adaletsizlik yapılıyormuş. Türkiye’nin seksenli yıllarının yaşandığı bir ekonomik görüntü varmış. Nerdeyse Kıbrıs yerlisinin %80’i memur olarak çalışıyormuş. Memur olma şartı olarak Kıbrıs yerlisi olmanız şart. Sonrada yerleş ve onlardan olan çocuklarını memur olması hayli zormuş. Lüks villalar ve arabalar sadece onlarınmış. Maaşları 13 kalemde hesaplanıyormuş. Son 2-3 yıl içinde bizde uygulanan eşit işe eşit maaş ve maaş seviyelerini düşürülmesi halk arasında hoşnutsuzluğa yol açmış. Burada Kıbrıs halkı tarafından bir üretim yapılmıyor. Tek bir fabrika yok. Verimli ve dümdüz topraklarda arpa ve buğdaydan başka bir üründe alınamıyormuş. Kuyu suyunun tuzlu olması, yağmurun fazla yağmaması ve yazı aşırı sıcaklarının olması bunu sebeplerinden bazılarıdır. Türkiye’den borularla su getirilmesi projesi biterse buna çözüm olacağını düşündüm. Eğer ambargo kalkarsa burası Türkiye’nin ikinci Antalya’sı olabilir. 

Lefkoşa sadece 20 km Girne’ye. İkiye bölünmüş ve iki ayrı ülkenin de başkentidir. Bir sınır tayin edilmiş ve arada bir tampon bölgede Birleşmiş Milletler askerleri var. Yürüyerek bu iki alanı da görebilme imkanı var. Sınıra gelip de Rumları seyrederken onlarında bizi seyrettiğini görmek hayli ilginç geldi bana. Rahmetli Rauf Denktaş’ın kabri burada bulunuyor. Bir anıt yapılacakmış onun için. Sınıra yakın yerler Türk sığınmacılarına kiraya veriliyormuş. Hiçbir onarım görmemiş ve harabeyi andıran bir görüntüsü var. Öylesi ıssız sokaklar ve ürpertici görünüyor. Sınırdan giriş çıkışlar karşılıklı olarak yapılıyor. Kıbrıs yerli halkı karşıya kolayca geçtiği gibi, Rumlarda kolayca geçebiliyor. Eğer ben bir Türk olarak bu ülkeye gitmek istersem ilk önce Yunanistan gitmeliyim ve buradan vize alarak gelebilirmişim sadece. Türklerden, Türk askerinden hayli korkuyormuş Rumlar. 

Gazi Magosa buraya arabayla nerdeyse 1,5 saatlik mesafede. Şehrin adı “famaous goast-ünlü hayalet” den zamanla türemiş. Bu şehir deniz kenarında ve Maraş bölgesini de içine alan güzel bir yer. Maraş bölgesinde altmışlı yıllarda yapılan oteller hala günümüze hitap edebilecek güzellikle ve modern yapılmış. Etrafı siyah bir örtüyle örtülmüş ve içinde ne var göremiyoruz. Bu bölgede magosa kalesi var. Hala yıkılmamış. Lala Mustafa Paşa Camisi Venediklilerin kilisesinden çevrilmiş ve çok güzel bir eser. Burada bu kilseler bozulmadan ve sadece cami eklenerek ibadete açılmış. Orijinal görüntüleri korunmuş.

Buraya yakın bir yere sandallar köyüne gittik. Buranın özelliği Kıbrıs harekâtı sırasında toplu katliamın yapılması ve üzücü hikâyelerin varlığıdır. Savaş sırasında burada eli silah tutan bütün yetişkinleri savaş esiri olarak toplamışlar ve kaplara götürmüşler. Bu kamplarda Rumlar çok iğrenç işkenceler yapmışlar. Bunlardan biri olan Kamil Bey, o anın canlı tanığı olarak bu şehitliğe geldi. Kendiside o esir kamplarına alınmış. Hala ellerinde işkence izleri vardı. Rumlar Türk askerinin bu bölgeye geleceğini anlayınca, burada bulunan çocuk, yaşlı ve kadınları bir araya toplayarak kurşuna dizdikten, bedenlerini keserek çukura atarlar, sonra ölüp ölmediğini düşünmeden üzerini yakmışlar ve toprakla örtmüşler. Savaş sonrası asker değiş tokuşları ile köyüne dönen Kamil Bey, hemen köyüne gelir. Her yerde eşini ve çocuklarını arar en sonunda o katliam çukurunu bulur. Elleriyle toprağı açarken ilk önce eşinin çocuğuna sarıldığı, daha sonra diğer çocuklarını bulmuş. Türk askerini çağırmışlar ve tüm dünyaya bu katliamı göstermişler. Olay sırasında Kamil Bey öyle bir ağladı ki, bizde ağladık. Kamil Bey Türk sinemasının bu katliamı filme almasını çok arzuluyor. Kendisi bir kitap yazmış ve içinde o günlerin resimleri var. Bu yaşananları herkese anlatmak için çabalıyor. Asla unutulmamasını istiyor. Kıbrıs çocukları tarihini ve Türkiye’yi fazla tanımıyor. Zaten %50 den fazlası İngiltere’de yaşıyormuş. Sade buraya tatil yapmak arzusuyla geliyorlarmış.

Türk hükümeti, Kıbrıs’taki okullarda dereceye giren on kız ve on erkek çocuğuna karşılıksız burs vererek Türkiye’deki üniversitelerde okutuyormuş. Her türlü masrafını da karşılıyormuş. Türk’ün örf ve ananesini tekrar kazanması için çaba gösteriyormuş. Ayrıca ODTÜ, İstanbul teknik ve Çukurova üniversiteleri burada fakülte açmışlar. Çaba ve çalışmalar olumlu gibi geldi bana… Burası bizim sahip çıkmamız gereken bir yer ve her alanda ve konuda çalışmaya açtır. Gezdiğim yerlerden çok etkilendim ve sahip olduğum gezi şeklinde buraya turlar düzenlenmesi gerekiyor. Kıbrıs’ın bir devlet olduğunu, eğlence mekânı bir Bodrum ya da Marmaris gibi düşünülmemesi gerektiği oldukça açıktır.

Saffet Kuramaz
( Kıbrıs Gezisi Ve Yaşadıklarım başlıklı yazı safdeha tarafından 4.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.