Tüketim Çağı ve Edebiyat

                                

 “Bugün ülkemize baktığımız zaman, tüketim arzusu ve isteği bütün toplumu kuşatmış, insanlarımız kapitalist zihniyetlerin ve güçlerin çıkarları doğrultusunda adeta bir tüketim ağı içerisine sürüklenmiş durumda ve tüketimle birlikte tükenmekte…”

Bu sözler bir akademisyene ait. Yrd. Doç. Dr. Melek Coşgun “Popüler Kültür ve Tüketim Toplumu” başlıklı makalesine bu sözlerle giriş yapmış.

Durum sadece ülkemiz için değil neredeyse küresel bir köy haline gelen dünyamız için de geçerli...

Zira yaşadığımız çağ; teknolojinin insanı egemenliğine aldığı, geçmişin makineleşmek adına kutsadığı dönen çarkları, dişlileri bir tuşun boyunduruğuna soktuğu bir çağ… Bu çağda kalite “hız”la ölçülmekte... Geçmişin hazzı bugün yerine hıza bırakmış durumda. Hız ise “çok üret, çabuk tüket, dün dünde kaldı, bu gün değil yarın ne yapacaksın?” sorularıyla kölelerini kamçılayıp duruyor.

Bu kölelik düzeni “üret-tüket” döngüsü içerisinde hiç geriye bakmadan, hiçbir vicdanı hesaplaşmaya -zaman yokluğu nedeniyle- yer vermeden baş döndürücü bir hızla yoluna devam ediyor.

Bu deveranın iyi – kötü ölçüsü “tüketilir” olmakla ölçülüyor. Çok tüketilen iyi oluveriyor.

Modern denilen kölelik dünyasının en büyük geçer akçesi; Raiting…

Çağın bu kronikleşen illeti maalesef edebiyatı da vurdu. Önceleri popülerlik adına bu sanat dalının boğazına sarılan eller, şimdi de onu “üret – tüket” girdabına teslim etti.

Aslında popülerlik ile başlanan bu savruluş edebiyatı gerçek mecrasından çıkarıp onu önceleri yüzeysel duyguların, gelip geçici hazların arenası haline getirdi.

Sahi popülerlik neydi? Biz neyi anladık popülerlik denilince?

Murat Gülsoy’a göre popüler edebiyat terimi; kolay-edebiyat ya da edebi olmayan edebiyat anlamına gelmekte ve okurlarca çabuk tüketilen, okurun okuma anlayışını ve dünyaya bakışını zorlamayan, sadece eğlendirmeyi amaçlayan, çoğu zaman belirli türlerle anılan yüzeysel romanları işaret ediyor.

Gülsoy yazısının devamında bu kitapların incelendiğinde biçim ve içerik olarak büyük ölçüde birbirlerine benzediklerini söylemekte...

Popülerlik, hayatımızın tüm sokaklarına, onu besleyen tüm damarlara sirayet etti ve başlı başına kendine mahsus bir kültür armağan etti yaşadığımız çağa… Popüler Kültür denilen bu ucubeyi de araştırdık nedir, ne değildir diye…

Birçok tanım okusak da Hülya Soyşekerci popüler kültür tanımına daha başka anlamlar yüklemiş ve geniş bir çerçeveden ele almış mevzuu…

Ona göre popüler kültür; bazen halkın kendisi tarafından üretilen, halkın özünden gelen, halka ait kültür; bazen halk tarafından tüketilen kültür; bazen halk tarafından beğenilen kültür; bazen egemen güçler tarafından halka dayatılan kültür; bazen de yaygın kültür, yığın kültürü, kitle kültürü gibi anlamlara gelmekte.

Bu tanım daha geniş bir alanı kapsamakta ve üzerinde düşünülünce hak verilen bir tanım olmakta…

Ancak halk kültürü ile bugünkü manada gündelik yaşamın bir parçası olan, gelir geçer bir moda kültürünü ayırmak lazımdır.

Popüler kültür imkânı olanları amaçsızca tüketmeye, olmayanları da tüketime, tüketene özendirmeye çalışır. Ona “sen de tüket, bir çaresini bul ve sen de bu hazzı tat” der. Toplum bu özenti ile hızla çürümeye, tüm değerlerini kaybetmeye başlar.

Sonuçta başa dönersek insanlarımız kapitalist zihniyetlerin ve güçlerin çıkarları doğrultusunda adeta bir tüketim ağı içerisine sürüklenmiş durumda ve tüketimle birlikte tükenmekte…

İşte bu tüketim sendromu edebiyatımızı da kuşatmış durumda. Halka dayatılan veya halkın kendi zevk anlayışı içinde ürettiği halkın edebiyatı da şimdilerde kendisini çağın tüketim anlayışına teslim etmiş durumda.

Murat Gülsoy’un da belirttiği gibi okurlara hoşça zaman geçirmeyi hedefleyen kolay-edebiyat her zaman revaçtaydı, hatta yayın sektörü de hep bu tip eserlerin peşinde koşuyordu. Günümüzde de tam anlamıyla bir endüstriye dönüşmüş olan yayıncılık çok-satarlar olarak da adlandırılan kolay-edebiyat ürünlerinin tüketimine kilitlenmiş durumda...

Hülya Soyşekerci bu durumdan popüler edebiyatın nasıl etkilendiğini şu satırlarla anlatmakta… “Küreselleşmiş kapitalist sistemin dayattığı hız ideolojisi ve hızlı üretim-tüketim sirkülasyonuna dayalı yaşama tarzı içinde, popüler kültür ürünleri de hızla oluşturulup kısa sürede tüketilen birer meta konumundadır. Sanat ürünlerinin- bu arada yazınsal yapıtların- bu süreçte metalaşması, bir indirgeme, aşındırma ve içini boşaltıp yok etme eylemidir aynı zamanda. Yazınsal yapıtlar, kâr etmenin esas alındığı, tüketime, çok satmaya dayalı bu oluşumdan sürekli olarak etkilenmektedir. Her şeyin hıza ve hazza indirgendiği yaşamsal süreçlerde yazın da sistemin dayattıklarına karşı duramamaktadır. Yüzeyselin, sığ olanın, basit ve kolay tüketilenin egemen olduğu piyasa ortamında TV sunucuları, spikerler, sinema oyuncuları, mankenler de yazar olarak sunulabilmekte, kabul ve onay görmeleri sağlanmaktadır.”

Hakan Topateş durumu biraz daha somutlaştırarak gelinen son noktada artık popülerleşen edebiyatı elinde tutanların bir sanat bürokrasisi oluşturduğunu ve halka neyi okuması gerektiğini nasıl dikte ettiğini “Tüketim, Edebiyat ve Aşk” başlıklı yazısında şöyle izah ediyor. “Bestseller olarak adlandırılan okuma reçeteleri bireylere tavsiye olunur. Bunun adı sanatın bürokratikleşmesidir. Sanat ontolojik olarak atomlaştırılarak epistemolojik itaat mekanizmalarıyla üretken-yaratıcı bir öz taşıması gerekmeyen, sıradan bir prosedüre dönüşür.”

Bir şeyler üretiliyor ama kalıcı olamıyor. O zaman insana dair her ihtiyacı bir sektör olarak onun karşısına çıkaran tüccarlar sektörü boş bırakmıyor. Toplumun değerlerini ortaya sürüyor. Öyle ki kendisini avamından havasına kadar her zümreye kabul ettirmiş edebiyatçılar ve eserleri de bilinen, tutulan olmanın –ki bu kelimeler de popülerlik tanımına girmekte- yanında günümüzde sıradanlaştırılmaya, sloganlaştırılmaya kısacası tüketilmeye düçar oldu. Can simidi olarak sol kesimin önüne Nazım Hikmet’i, sağ kesimin önüne Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı servis ediveriyor. Bu kez onların içini boşaltarak tüketime sunuyor.

Bu isimler elbette her dönemde, her devir de kendinden bahsettirecek. Ancak tüketim çılgınlığı bu kez ölüleri konuşturacak bir hal alıyor ve karşınıza Yunus Emre’ye ait olmayan ama altında Yunus Emre yazan, Necip Fazıl yazan, Mehmet Akif yazan mısraları, kıtaları getiriveriyor.

Örnek mi? Alın size birkaç Necip Fazıl’a atfedilen sözlere bir kaç örnek…

 

Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, perdesiz ev de ya satılıktır, ya kiralık…

Armut deyip geçmeyin, onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur!

Camiye dikey olarak gel, yatay olarak zaten geleceksin.

Yedi Hristiyan bir danaya ortak olmadıkça, çam ağacı süslemem…

 

Bunlar da uydurma şiirlerden…

 

Gökler ağlıyor biz ağlamışız çok mu?

Bize yobaz diyorlar haberin yok mu?

Her ne derse desinler,

Allah için yobaz olmuşuz çok mu?

Ömür ağaç dalında savrulan bir yapraktır;

Ne kadar genç olursan ol sonun kara topraktır!

Bana bir ben lazım, bir de beni anlayan.

Beni bir ben anlarım, bir de beni yaradan

 

Bu konu o kadar çığırından çıkmış ki örneğin Mevlana adına uydurulan sözlerle ilgili bilim adamları açıklama yapmak zorunda kalmışlar. Bunlardan birisi Mevlana Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu… O da, “‘Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok gibi ya da ben lafı söyleyene bakarım’ şeklindeki sözler de Mevlana’ya ait değildir. Bunlar sonradan uydurulmuştur” diyor.

Ömer Tuğrul İnançer de bir açıklamasında “Meşhur 'Gel, ne olursan ol gel' diye tercüme edilen söz de onun değildir. Bunu rahmetli Şefik Can Hoca delilleriyle yazdı, kimsenin taktığı yok.” Diye feryad ediyor.

Bu furyadan Can Yücel, Cemal Süreyya, Nazım Hikmet ve daha birçok isim nasiplenmiş durumda.

Bu isimler geçmişte yaşamış ve edebiyatımıza ölümsüz eserler vermişler. Peki, edebiyat bunlarla bitti mi artık. Şiir, öykü, roman yazılmayacak mı? Sait Faik’ten başka öykücü, Kemal Tahir’den başka romancı, Saadettin Kaynaktan başka bestekâr olmayacak mı?

Elbette olacak. Elbette yeni eserler üretilecek. Ama deminden beri anlattığımız çerçevede saman alevi gibi eserlerle kendimizi kandırmamak şartıyla.

İsmini saydığımız ve sayamadığımız ustaları kötüleyerek, anlamsız kıskançlıklar içerisinde onlara saldırarak kendimizi onların yerine koymaya kalkarak da değil.

İşte tüketirken tükenmeyeceğiz de…

Tarihin sayfalarına mal olmuş isimler; kendi isimleri ve eserleri ile hak ettikleri yerleri nasıl aldılarsa günün sanatçısı da önce kendisi olacak ve sonra da eserleriyle bu günün tarihine damgasını vuracak.

Dergiler, yayın evleri de üzerine düşen sorumluğun bilinci ile hareket etmelidirler. Gündelik kaygılar, kıskançlıklar, ideolojik gözlükler hakikate perde çekmemelidir. Kişisel menfaatler, tatmin olmayan egolar, çoğu ithal ideolojiler birer kıyım makinasına dönüşmemelidir.

Kendisinden başka kimseyi okumadan nasıl ilerleyeceğiz? Linç edercesine sözüm ona eleştirmenlik yaparak, her filizin başını keserek nasıl bir edebiyat bahçesi hayal ediliyor acaba?

Önüne gelen bir şiiri adeta ameliyat ederek kafasını, kolunu, gövdesini kesip sonra onları kendi istediği şekle sokan bir editöre “bunu siz mi yoksa yayınlayın diye getiren şair mi yazmış oluyor?” diye sormak gerekmez mi?

Yol gösteriyorum diye yollarını kestiğimiz o değerler girdikleri girdaplardan, labirentlerden nasıl çıkacaklar acaba?

Uluorta aklına gelen her şeyi yazarken hiçbir estetik ölçüyü kabul etmeyen yayın kurulları, kendilerinden olmayanları yok sayarak ne kadar yürüyebilir bu yolda?

İşte bir yandan çağın popülerlik adına tükettiği edebiyat; bu yönüyle de kendi çocuklarını diri diri gömerek sürece katkıda bulunuyor.

Ne acı değil mi?

 

*Bu yazının büyük bir kısmı Aşkın E Hali Dergisinin 39. Sayısında (Temmuz-Ağustos-Eylül 2015) yayınlanmıştır.

 

( Tüketim Çağı Ve Edebiyat başlıklı yazı Halit YILDIRIM tarafından 27.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.