Tasavvuf araştırmacısı, yazar Cemalnur Sargut’un ‘’Allah’ıma Sefere Çıktım’’ isimli kitabının izdüşümüdür kaleme aldığım yazı.

 

 An, revnak bir gülüşün nezdinde

Sakındığı göze batarken en sivri diken

Hele ki okunan hutbelerde saklı o hezeyan,

Sanır mısın ki bir yok oluş

Sarkacı gidip gelen yine de

Dolmuşçasına miadı,

Raptiyeli bir ölümün hüznünden de ağır iken

Dört başı mamur efkâr kadar

Asılsız bir yargı, o nöbete duran.

 

Eksen kaygan ve yalıtılmış bir mihrak,

Gündönümünden de yakın,

O kesif sessizlik en derin sancı,

Külyutmaz benlikte saklı iken

Aşk dolu niyazı,

Kul bildiğim

Küle döndüğüm

Ve anlık bir sızıdan da ağır

Bir yanda ne çok mesnetsiz itham.

 

Devşirme ömürler, biriken öfkenin kibrinde, kendinden geçen rahvan bir tutarsızlıkla medet bulmak ne kelime, biteviye dokunuşun közünde, yalpalayan ölümlü ve münafık düşler belli ki tekelinde o hezeyan en derinden vuran kıdemli bir sancı kadar ayan beyan olsa da dolduruşa gelen zihniyetlerin kestiği ahkâmlarda, sirk cambazı gölgelerin eremediği hidayet nasıl da imkânsızın tekelinde bağrı yanık bir düş iken mecalsizce yoksunluğu bir kez sırtlamış…

 

Dünlerden bir dün, gönülde yangın, sükûnetin hicap verdiği tesellisinde saklı tüm var oluş her ne kadar görünmez bir hükümdarlığın saf tutan coğrafyasında birikse de en gönülsüz hutbe ve sığdıramazken duyduğu nefreti yere göğe, sadece kendi gölgesinde yitip giden mecazi bir aşk, defolu bir süreç ve yankısını duyamazken ses etmediğim bir köşede çökmüşken dizlerimin üstüne…

 

Seç tek birini, sadece saklanma o vakur gülüşün ardına hatta yetmedi çek restini. Sen ki, nedamet yüklü fısıltıların, revnak dokunuşların ve mihrabın iken eremediğin nihayetin asil ve nazenin yalnızlığı…

 

Yalnız kılan o sükûnet iken sığındığın dağın arkasında ve saf tutan melekler huşu içerisinde fısıldarken kulağına…

 

Hey gidi hey ölümlü dünya, hey sen nefretin odağındaki beşer: Son defa hıçkır nezdinde nefretin, sanma da düşüşün ne ilk ne de son.

 

Gönülsüz bir sevdanın en derin yakasında, yüz sürdüğün ve asalet bildiğin efkârın tınısında hatta yetmedi körelen bir yürek iken şart koştuğun bu hezimete, sanır mısın ki boyunduruğunda şeytanın, yer bulacaksın cennetin en ücra indinde?

 

Öyle ya, kimin ne derdi varsa ve kimin eli kimin nezdinde en kirli yeter ki alnında parlasın nuru yürekte saklı o bitimsiz inancının.

 

Günleri doldurdum bir çuvala ve geceye astım ruhumu yeter ki O’nun huzurunda yargılanayım. Yetmese de hezimet yüklü sakıncalarında rahvan ruhların ifşa ettiği, haraç mezat satmışsın mademki vicdanını, tek bir cümle dahi söylemeye hakkın yok.

 

Sen ki müridi gölgelerin, sen ki satılmış vicdanının ödeyemezken kefaretini, dön de bak ardına ve o kuyruklu yalanlarında esir ettiğin ahlaktan bihaber iken medeniyet, nasıl da tozu dumana kattın ermeyecekmişçesine nihayet bildiğin hele ki miadı dolmamış ve söylenmemiş bir şarkının kırık melodisine sığdırdığın peşin hükümlerinden alabildiğine uzak olsa da Yaradan, tek bir teselli yeter gönlüme üstelik kimden geleceğini bildiğim tüm o esarete rağmen.

 

Ne ölgün ruhum ne de kifayetsizliğin girdabında…

 

Ne solgun bir gülün kırık dalı ne sönmeyen ışığım aydınlatırken yolumu ne de dirayetsiz imgeler bulaşmışken üstüme başıma, bir asrın üzerinde yasın, rahmeti bunca yaşın ve asılı iken kancalarına vicdan bellediğim o sıcak dokunuşun…

 

Dünden kalan ne bir yara hele ki gönlün yâd ettiği en derin sancı iken yokluğum, yok olmaktan hicap etmediğim kadar da korkarım Yaradan’dan.

 

Yoğum ezelden beri, varlığım sadece bir kum zerresi ve korkutulduğum kadar da korkarım günahtan.

 

Bir damla yaşa kıyamazken melekler, en saf gönlün kanatıldığı, yetmez olur mu hiç bu denli aşk ile yoğrulmuşken benliğim.

 

Sevgilerden sevgi beğendim, aşka namzet bir ikrar ile soluklandım şu kâfir imgeler iken tek tezahürü yalıtılmışlığın ve bir gıdım dahi korkmaz oldum nefretinden beşerin.

 

Sen ki en asil ve en zeki varlık…

 

Sen ki en vakur gölge…

 

Sen ki hidayetin gölgesinde savruk bir name…

 

Sen ki siper etmişken yüreğini şu cahil devranın tüm nefretine…

 

Sen ki en yalnız kalabalığın en destursuz yoldaşı belki de mihenk taşı şu payidar ruhun ekseninde verdiğin onca kayıp. Yeter ki kaybolma ve boğulma kibrinde ve yâd et aşkı bir adım ötende iken şu densizliği devranın.

 

Aşklardan aşk beğen gönül, yaşa yasını doya doya ve bitir şu husumeti.

 

Dilimde, yüreğimde ne varsa haz ettiğim.

 

Aşkı da yâd ederim her ölgün gün erdiğinde geceye.

 

Gecelerden kara iken efkârı bitimsiz döngünün, huzurun en güzelini nakşederim sığındığım varlığın nezdinde ve bilip bilmeden kırdığım kim varsa af dilerim.

 

Gönül ne yorgun ne de kibre delalet şu melun satırlar, sadece bir pergelin izdüşümünde, çevremde çizdiğim o kocaman daire ve içimde dolu o bitimsiz sevgi ki namzet iken evrenin beyanatında tüm gizil yetileri ile saf tutan rahvan ve aşka doyamaz iken bildiğin en sakil benlik.

 

Bir esinti iken her birimizin tecellisi, rahmete boğan Yaradan’a seslenirken gönül dolusu:

 

‘’Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi.’’

 

 

 

 

 

 

 

 

( Gül Bahçesi...(allah'ıma Sefere Çıktım) başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 22.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.