Mevsimlerin hep karakış olduğu,
Uzun ömürlü çiçeklerin çabucak solduğu,
Eşit vicdansızlıkların bol olduğu,
Kıt akıllı kara cahiller sokağında,
Satılık oylar hükümranlığında,
Yaşatılmadığımız hayatların yerini
Kabullenilemeyen acılar aldığında
Ve öylece yaşamaya zorlandığımızda
Ey kürdüm, zazam,
Tarihin yazdığı tüm haçlı seferlerinde galip
olmuş,
Türk oğlu türk’üm,
Sünni ya da alevi marabam, çobanım, ırgatım,
Çalıp söyleyen çalgıcı adamım, artistim
Kapı önü dedikoduları eden rengârenk kadınım,
Ayakları yer tutan yarı çıplak bebem,
Sen ve ben;
Ülkemizde, türkiye’mizde, silivride
Ergenekon destanını yazdık yeniden,
Kötülüklere direnilen cehennemler yarattık
Yanlışlarla çatıştı doğrularımız ve daha kolay
kavradık.
Zayıflıklarımızı güce dönüştürdük,
İsyan edecek kadar güçlendik;
Mitingler düzenledik kırmızı gelincik
tarlalarında,
Tanrı tarafından çoktan kurulmuş
kusursuzluklarda bütünleştik
Ve acıları bir daha yaşamamak üzere barıştık,
Hatta,
“türk, öğün, çalış, güven,” yazılı afişler
altında
Onurlu insanlar gibi seviştik...
Ummadığımız iş birlikçiler kesmek istedi
önümüzü,
Vatan hainleri,
Her biri gladyoydu, mossaddı, siayeydi,
Turuncu renkli sorospu çocukları,
Akepeydi, hizbullahtı, fethullahtı,
Renkli ekran teveydi, renkli mürekkepli
gasteydi, pek çok şeydi...
Pek çok şeyle sardılar çevremizi, sınırlarla
çevrelediler,
Baş kaldırımızın nedenlerini ifade etmemizi
Ve baş kaldırımızın kendisini engellediler.
Olmadı, oldurmadılar
Aramızda düşmanlık tohumları yeşerttiler.
Etnik ayrılıkçıları dağa çıkarttılar,
Öz be öz türk hemşehrilerini öldürttüler,
Dincileri dindarların üstüne saldılar,
‘şeriat isteruk’ diye bağırttılar...