Varılıp varılacak hangi nokta ise, isyanı belki de evrenin ve yetileri kayıp insanoğlu. Güne kayıtsız kalmak nasıl ki imkân dâhilinde değil, içinde kaybolmuşluğumuzun verdiği bir rehavetle çömeliyoruz, devingen bir ruh iken teslim olunan, kayıtsızlığımızı bertaraf edip, derken başlıyoruz söze.

 

Çırpınan sözcükler her ne kadar yeterli olmasa da verilen hüküm kadar acıtıcı, günün ve an’ın çekim gücüne kapılıp da rest çektiğimiz belirsizlik ve anlamsızlık.

 

Bire bir yaşanmışlıkların yarattığı o derin huşu belki de iklimsiz bir seyrin mizacına yenik düşüp yeniden sarılırken umut ve sevgi bileşkesine ve aşk denen bilmecenin, biteviye hizmet verdiği o insani vasıflarımız: Kâh körelmiş kâh yitip gitmiş bir o kadar boyutunu indirgeyemeyeceğimiz bir yanılgı.

 

Hiçbir şey olduğumuz, gün gibi aşikâr bizler beyan ederken erişilmez varlığımızı.

 

Hiçbir zorlamaya mahal vermemek adına belki de tüm çekincem. Hanidir anlamlandıramadığım kayıt dışı öfkesine yenik düşmek evrenin, bir o kadar kırık bir yarım kalmışlığın, hüzün çerçevesinde gönül koyduklarım. Bir hutbeye sığdırdığım niyazıma tanık olurken melekler, sınır ihlaline sebebiyet veren o anlamsız ve yükümlü tümceler; içine katılan nazara hitaben, bir o kadar temcit pilavı gibi devindikçe sarkaç.

 

Zamanın tedirgin dokunuşunda asılı kalıp, tek bir noktaya tekabül eden o merkezi yanılsama: Her nasılsa, sorumlu addedildiğim hangi sorun ise yüklenmişken, belki de mizacında boyutsuzluğumun, gümbürtüye giden harcanmış yıllarım: Yıllanmak nasıl da olası dokunuşu kaderin, muzip bir yadsımazlıkla peyda olurken her köşe başında.

 

Bilinçli bilinçsizliğim iken rast geldiğim, o kaybolmuşluk kadar yüreği sızlatan…

 

Nüansını kavrayamadığım korunaklı dünyamın yüzü suyu hürmetine geri çevrilmediğim Hak kapısı ve her nasılsa kendilerinde hak gördükleri nice tahakküme yığdıkları kayıp benliğimin sırça köşkünde, neye tekabül ettiğimin bilincinde olmaksızın, arşı alaya çıkan silik beyanatlarım ve zırvaladıkça daha da boğulduğum o yanılsama. Ki ellerimdekinin bir yanılsama olduğunu çok geç fark ettim üstüne üstük varabileceğim ilk ve son nokta olmasının çok ötesinde, verdiğim kayıpların hiçbir izahatı olmadan, tüm çekincelerime sığdırdığım sıradan hayatımın sıra dışı yenilgisini üstlenmeye henüz razı gelmemişken…

 

Sahte yüzlere yığdıkları neşe belki de yıpranma katsayısını omuzlarıma yükleyip, her nasılsa bir umut beslediğim yarınlar üstelik dünkü üzünçlerimi henüz kabullenememişken…

 

Dalgın gölgeme sığdırdığım edilgen mizacım.

 

Boyutsuz hutbelerde dile gelen ne çok niyaz: Bir ölçek belki de hüzün, her nasılsa rahmet bildiğim günün bitiminde savsaklarken beni kader, o tecellisine yenik düşmüşken üstelik ta ezelden.

 

Güne dönük yüzüm belli ki hüznün kanmazlığında çevrildiğim bir döngü ve her nasılsa benzeştiğim pek çok nokta yolum düşmüşken şu satırlara:

 

‘’İdealleri olan basit bir insan olarak, bir şeyleri gerçekleştirmeye çalışırım ben; karanlık bir odadan korkarcasına sessiz olmaktan.’’(Alıntı)

 

Bu yüzden mi yoksa onca tüketilmişliğim ve tökezlediğim her an’ın fotoğrafını çekip, tescillediğim şu rahvan satırlar… Ne de olsa her bir kareye sığdırdığım anlık duygularım koca bir ömrün beyanatı adeta.

 

Değişen hiçbir şey yok üstelik: Senaryonun girizgâhında, doğmuş olmamın dışında her ayrıntı yine ve sadece bana dair: Ve tüm başarısızlığım yetmezmiş gibi tekerrür eden her yeni evre, bir öncekini aratmazken. Belli ki tek değişen; zaman denen sarkaç ve ket vuran yıllar ki ben devindikçe, yardımcı oyuncuların başrole soyunduğu ve elimden kayıp giden öznel ve gizil yanılsamalarım: Bir açıklama getiremezken, yeni bir yenilginin peşin yüklü hazırlığına nail olup, ellerimi sessizce uzatıp, yeniden avuçlamak yeni pişmanlıklarımı…

 

‘’Yazdıkça kendimi alçalttığımı hissediyorum; ama bundan vazgeçemiyorum da… bir türlü bırakamadığım rezilce bir alışkanlık.’’(Pessoa)

 

Tarihin tozlu sayfalarından adeta yüzüme sırıtan bir itiraf daha doğrusu bir öngörü ve tüm kalbimle katıldığım o itirafname; her nasılsa son üç yıldır süre gelen bu alışkanlığımın somut bir tecellisi. Ki hala inanamazken bu denli saf ve yanılmış olabileceğimin ve her yeni gündönümünde, savsaklandığım ve göz ardı edildiğim o çoğunluk. Belli ki; mizacımın kırılganlığında hayat bulmak adına tüm çırpınışım. Edilgen vasıflarımı etken kılan, kanlı canlı tümceler yine öznesi bana ait ve tüm kaybolmuşluğumda, ses olan nirengi noktası. Tüm yalıtılmışlığımı bertaraf ederken, yeniden hayat bulduğum…

 

Kırık bir niyazı yudumlamakta gönül ki hüznü rahmet bilip, kayıp bir eşkâlin izdüşümünde adımlamak kalan yolu. Miladı belirsiz bir düzenek, kayıp ve kaypak bir edimde gizli belli ki detayların göz boyayan o rahvan ve silik nüktedan seyri.

 

Ayracı noksan ve yeni yetme bir düşte alabildiğine ayrımcı bir boyutu es geçemeyip, yenik düştüğüm bir savaşın kaçıncı seyri ise artık…

 

( Bilinçli Bilinçsizliğim... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 30.11.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.