Ihlamur kokuyordu bu şehir, bu caddeler, bu sokaklar; sen vardın bu şehirde..
Olağanüstü
bir durum hasıl değil; sadece çok özledim yine! Tutarsızım biliyorum; kimi
zaman gel ve hiç gitme diyorum, kimi zaman yanımdan hiç ayrılma istiyorum..
Kimi zaman da tek dileğim; hep benim, sadece benim, yalnızca benim olman ömür
boyunca.. Ne safça değil mi.. Bak, bunu da biliyorum.. Aşk dilenmek değildi
lakin benimkisi, her daim aşk dilemekti, elleri semaya açıp gözleri tavana
dikip seni dilemekti hepimizi Yaratandan.. Ama bilmiyorum neresi eksikti
dualarımın; seni verdi, yanında da bitmek bilmez hasretini hediye olarak..
İçkiye
verdiğim sarhoşluklar sonrası ettiğim ama tutamadığım tövbelerim gibisin; hep
mecnunluğum oldun bin yıllarca; Kerem oldum, Şirin oldum, Ferhat oldum yolunda;
ne yana gitsem bir kaçış bulamadım senden, ne yana gitsem kavuşamadım sana..
Hasretin dayanılmaz oldu, yandım küle döndüm, eridim suya karıştım; yoruldum,
düştüm, gözlerim denizlere karıştı; ne yeminler ne tövbeler ettim de yolum yine
sana çıktı hep.. Bir görebilsen.. Öyle ki şişenin dibini bulduğum bir vakit
62'den çizdiğim tavşanlardan biri önüme niyet kağıtlarını dizdi; seç dedi bana
birini, kaderine bakalım.. İyi de, dedim, dile gelen tavşana; sen seçip ben
okumayacak mıydım? Yok, dedi, sen seç, senin bahtını ben okuyacağım bu kez..
Peki, dedim.. Sen çıktın yine bahtıma, sen çıktın niyetime..
Ben sana
aşkı yazardım ama sen en fazla bir, bilemedin çok çok beğensen iki kere okur
geçerdin.. Oysa ben sana seni yazdım, bizi yazdım; bundandır okuya okuya
bitiremeyişimiz yaşaya yaşaya kavuşamayışımız bu sevdada.. Birbirini tamamlayan
bir yap-bozun parçalarıyız biz.. Ne kadar dağılırsak dağılalım, ne kadar
ayrılırsak ayrılalım, ne kadar parçalanırsak parçalanalım eninde sonunda
birbirimize mahkumuz, birbirimize muhtacız, birbirimiz olmadan tam olamayız bu
aşk yolculuğunda.. Geçen yolda alkol kontrolü diye çevirdi dört bir yanımı
aynasızlar yine; tutmuşlar köşe başlarını.. Üfledim çaresiz olanca nefesimle
yine.. Ve yine yeniden sen çıktı sarhoşluğum en yüksek promilden.. Gbt'me
baktılar sonra, onlarca sayfa sadece sen çıktın.. Aşk, diyorum.. Özlem,
diyorum.. Hasret, diyorum.. Özledim, diyorum.. Anlamsız gözlerle bakıyorlar
önce, anlamaz gözlerle bırakıyorlar sonra.. Çok sevme diyorlar.. Mümkün mü
dersin.. Gülümsüyorum..
Gözyaşlarımı
akıtmadan ağlıyorum içime doğru usul usul.. Göğe saçılıyor kanlarım bulut
bulut.. Aldırmıyorum.. Aldırmıyor hiç kimse üstlerine başlarına bulaşan
kanıma.. Aldırmıyor gece bu kara gözlü meczubun kan yağmurlarına.. Aldırmıyor
köşedeki kedi, kediden kaçan fare, onları seyreden berideki köpek.. Uzaklardan
ateş böceklerinin şarkısı duyuluyor inceden.. Soğuk ısırıyor yanaklarımı; bir
Kasım ayazı hüküm sürüyor havada.. Baykuş sesleri tırmalıyor çatıları..
Camlarını kimbilir hangi hasret nöbetinde tuzla buz ettiğim ahşap pencereden
dışarı bakıyorum, karanlık her yan; uçsuz bucaksız bir yalnızlık dışarda..
Terkedilmiş bir şehrin son nefesinden seyrediyorum akbabaların aç çığlıklarını..
Yalnızlığa veriyorum kalp kırıklarımı, alıp birleştirsin diye; heyhat,
darmadağın ediyor zalımın oğlu, sanki o da kaderle işbirlikçi..
Masallara
inanıyorum ben hala; gökten düşecek üç elmaya, iyilerin kazanacağına, kötülerin
kaybedeceğine, her aşkın mutlu sonla biteceğine.. Bakma yaşıma başıma, bakma
saçlarımın azalmışlığına, aralardaki kırlara, gözlerimin eski keskinliğinin
olmayışına; her şeye rağmen iyi niyetini koruyan küçücük bir çocuk var içimde..
Bir yanım hala kısa pantolonlu sarı saçlı küçük çocuk, koşuyor zıplıyor
sokaklarda, dizleri kabuk bağlamış, elleri toz toprak, en saf en temiz en masum
duygularla.. Hiç büyümeyecek.. Sonra doğup büyüdüğüm sokağa geliyorum seni
ararken bitmeyen sen yolculuğumda.. Elimi cebime atıyorum, en sevdiğim misketler
çocukluğumdan kalma.. Cebimden çıkarıp ayakkabımın sivri uçlarıyla yere
çizdiğim üçgene sıralıyorum birer ikişer.. Sonra karşısına geçip “tumba” diye
atıyorum gelişigüzel elimdeki diğerlerinden nispeten daha irice olan misketi..
Iska geçiyor.. Karavana! Oyun arkadaşlarıma bakıyorum, yoklar.. Ne Sarı, ne
Patak, ne Çolak ne de diğerleri.. Olsalar “ıskacı seni” diye makaraya
başlamışlardı çoktan! Etrafımdakiler tanımayan bakışlarla susuyorlar
olabildiğince yanımdan geçerken.. Umursamıyorum! Toz toprak olmuş misketlerimi
cebime doldurup tütüne veriyorum bendimi akşamın külünde.. Ulan, diyorum kendi
kendime, küçükken de kıyısından köşesinden ıska geçerdin hep oyunları; hayatı
ıskaladığın gibi.. Hiç değişmeyeceksin..
Düştüm düş
bahçelerine; düş'tüm düş bahçelerinde.. Düşeyazdı bütün düşlerim düşe yazarken
düş beyaz düşlerimde.. Aranıp durdum yasemin çiçekleriyle dolu bir bahçede bana
ait olan en güzel yaseminin düşüyle.. Gökkuşağının doğduğu yeri bulmak için
koştum koştum ve sana çıktı yollarım on yüz bin milyonuncu kez.. Ah sevgilim!
Bakma cüretime.. Maki bitki örtüsünü öğrettiler coğrafya derslerinde ama makiyi
gösteren olmadı hiç hayatım boyunca.. Bozkır insanı değil Karadeniz uşağı
olduğumdan belki de anlatmakla yetindiler sadece nasıl olsa hiç görmem diye..
Aynı sebepten işte.. Aşkı da kitaplardan öğrettiler, ama göstermediler nasılsa
dünya üzerindeki milyarlarca insan gibi aşkı hiç tanımadan hiç yaşamadan ölür
giderim diye.. Ta ki bu bendeki söz dinlemez kalp seni tanıyana dek aşkın vücut
bulmuş haliyle seninle tanışana dek..
Aklımın
kenar mahallelerinde volta atıyor hasret kokulu düşüncelerim.. Nerede mi? Bak
şimdi, iyi dinle.. Dümdüz git buradan, soldan devam et; bakma yolların
çukurlarla dolu olduğuna, tümseklere, envai çeşit engellere, adını söylemen
yeter, bir bir açılacaklardır sonuna kadar isminle.. Yolun sonunda karşına bir
aşk çıkacak, üzerinde bir benim bir de senin adının yazılı olduğu, tamam işte o
aşkın hemen dibindeki varoş mahallede bulacaksın beni hasretinden zehirlenmiş
olarak.. Hasretinden zehirlendim; hasretinin zehri bulaştı nefesime, bitkisel
hayattayım yokluğunda.. Damarıma yine yeniden seni enjekte etmedikçe bir daha
kendi olamayacak bir daha iyi olmayacak ruhum, gezinip dolacak aklımın kenar
mahallelerinde bir başına sensiz başına..
Ruhum olanı
biteniyle sen sızdırıyor.. Bir eşkıya var içimde kendime isyan sana inanan..
Karadeniz'in hırçın dalgaları kıyıyı döverken, bütün kepenklerim her gece
sensizliğe kapanıp her sabah yeni bir hasrete açılıyor yeniden ve yeniden..
Rutubet kokan dört duvar arasında tavanda dönüp duran sigara dumanları.. Köşe
çatımında sırıtan pis bakışlı siyah bir örümcek.. Duvarda seni en son gördüğüm
tarihte unutulmuş bir takvim yaprağında asılı kalmış gülüşlerim.. Ne zor!
Karanlığı yırtabilmek gecelerin zifrinde ve tartabilmek tüm ağırlığıyla
acıları.. Kelimeler darma duman, cümlelerim bölük pörçük; solmuş ifadelerimi
boyuyorum yeniden turuncuya ve maviye.. Kırılmış gözlerimin akı, yorulmuş
sakallarım uykusuzluktan..
Sessiz
ihtimaller yumağı durumum “albayım”, ne olur bugün bu gece bu sabah beyaz
floresanın ışığı altında çıkagelse.. Gelişini dinlesem aşkla.. Ne çekilmez bir
eziyet bu hasret dedikleri! Ezber ettim bütün caddelerini, sokaklarını,
köşelerini ben bu şehrin.. Saat kaçta neresi ana baba günü, nerede saat kaçta
köpeköldüren cümbüşü yapılır.. Tarifsiz bir mutsuzluk yüklü yokluğunda bu
sokaklar.. Ah be albayım! Bir Hollywood filminde dünyayı kötü adamlardan, vahşi
yaratıklardan ve hatta dost kılıklı uzaylılardan kurtaran ama biricik
sevgilisine kavuşamayanı oynuyorum ezelden beridir..
Dosyaladılar,
mühürlediler, kararım yazıldı, en afilli takipsizlikle faili meçhullerin
sırasına kaldırıldım tozlu rafların arasına. Ararsan eğer polis zabıtlarından
bulursun beni; dosyalayıp kaldırdıklarına göre bilinmeyene, geçmiştir adım
elbet bir faili meçhul cinayetin mağduru olarak. Ya da kayıp bürosunda halen
bulunamamışların dosyasında.. Vardır adımın üstünde de bir gözlüklü resmim kafa
kağıdımdan kalma, senden kalma; benzemiyor sana deme, iyi bak gözlerime, bakışlarımdaki
aşktan tanırsın sen beni mutlaka.. Onlar hep failim meçhul sansalar da onlar
hep kayıptan bilseler de beni, sen biliyorsun benim katilimi.. Pek yabancın
olmasa gerek sana cinayet mahalli.. Ve hala sendeyken cinayet aleti!
En canhıraç
feryatlarla sus oluyorum, kendi volkanımda patlıyor isyanlarım kimsenin
duymadığı ama herkesin duyduğu.. Hayata acıların ortasından bakıyorum
çırılçıplak.. Kayığımın ipini çözüp Karadeniz'e yollanıyorum bir kızıl şafak
vakti sabah alacasında tüm evren derin uykudayken. Bir martılar, bir deniz
kuşları ve bir de suyun altında dost balıklar.. Yakamozlar topluyorum
rengarenk, güneşi tutuyorum avuçlarımda, bedenim denizde aklım bulutlarda..
Topraktan olma bu bedenin ilk çağlarına dönüyorum, yalanın ve riyanın olmadığı
zamanlara; aşkın ve sevginin hüküm sürdüğü çağlara; suyun soğuğunda yıkıyorum
öncelerimi, suyun serinliğinde arıtıyorum evvelimi..
“İçkiye
benzer bir şey var bu havalarda / Kötü ediyor insanı, kötü... / Hele bir
hasretlik oldu mu serde; / Sevdiğin başka yerde, / Sen başka yerde. / Dertli
ediyor insanı, dertli. / İçkiye benzer bir şey var bu havalarda, / Sarhoş
ediyor insanı, sarhoş” Bir garip Orhan Veli şiirleri gibiyim yine.. Hem derli
toplu sokaklarım, hem de bir o kadar dağınık hasretin.. Dilimde Orhan Veli şiirleri,
kalbimde de aklımda da sen; iki tek atıp harlanmalı hayata kafa böylesine duman
dumanken.. Zira Beşiktaşımın 3 puan kaybettiği maçlardaki hüznüm hakim
hasretine sevdiğim.. “Şeytan diyor ki; Aç pencereyi, / Bağır, bağır, bağır,
sabaha kadar.”
Göğsümde
yıldırımlar düşüyor, gözlerimde çığlıklar büyüyor.. Dipsiz bir kuyunun tam da
dibinde ses veriyorum kısılmışlığın ızdırabıyla.. Duyulmayan sesim geri geliyor
bana.. Sonuç yanlış olabilir, belki sonuca hiç ulaşamamış da olabilirim ama
“hocam” gidiş yolum da mı yanlış Allasen? Bari ondan alsaydım puanı da bir umut
olsaydı O'na kavuşacağıma dair içimde.. Nefes aldığım her an aslında ızdırabım
oluyor damarlarımdan boşanan; cana nefes veren O yoksa bu şehrin sınırları
içerisinde..
Aramadığım
yer mi var seni! Bir tiyatro sahnesindeyim, bir elimde kuru kafa, üzerimde
canti Avrupa kıyafetleri hiçbiri bu çağa ait olmayan.. “Olmak ya da olmamak..
İşte bütün mesele bu..” diyorum.. Devamı yok. Kalıyorum öylece bir süre..
Sahnenin arkasından bin bir surat Atilla Arcan çıkıp geliyor, Gargamel kılığına
girmiş.. “Yakala şirinleri Azman, nerdesin yine lanet olası kedi” diye
bağırıyor.. Yanlış oyundasın beybaba, diyorum usulca, “beybaba senin babandır
uleyyynnn, Kara Murat'ım ben uleyyynn” diye atarlanıyor, “kancık kelleni ödlek
bedeninden ayırmaya geldim”, bir bakıyorum elinde kılıcı uzun saçları keskin
bakışlarıyla Fatih'in fedaisi Kara Murat olmuş.. Tamam abi, diyorum, özür
dilerim.. Ben sadece.. “Bağırmayacaktın Anton, artık ağzının yerini biliyorum”
diye devam ediyor.. Belli ki fena kaptırmış kendisini.. Sonra repliğim düşüyor
usuma geri.. “Olmak ya da olmamak.. İşte bütün mesele bu! Düşüncemizin
katlanması mı güzel zalim kaderin
yumruklarına, oklarına, Yoksa diretip bela denizlerine karşı dur, yeter demesi
mi? “.. Göz ucuyla bakıyorum bin bir surata, beni kurtarmış olmanın hazzıyla
göz kırparak çekiliyor sahneden unutulmaz bir Şener Şen taklidiyle.. “Seni hiç
sevmiyorum sütoğlan! Babanı da sevmezdim!”
Asırlarca
dünyada unutulmuş bir hayalet gibi, kimse bilmeden, kimse ilişmeden, kimseye
söylemeden kıyıda köşede yaşadım hep.. Ne sabır, ne öfke ne de diğer duygular;
bilcümle hepsini sıyırıp atalı üzerimden, çıkaralı kollarımdan, düşürüp
yakamdan, fırlatıp paçamdan.. Epey zaman geçti umursuz.. Ruhumun elbisesini
soyup kendi ruhlarının çapsız giysilerini boca etmek istediler üzerime ama
benim ruhumun çıplaklığını, benim ruhumun kıyafetsizliğini görmediler.. Akıl
tutulması dört yanda, sessizlikle düğümlenmiş insanlar dillerinde söylemeye
korktukları ezgilerin nakaratları.. Mühürlenmiş şiirler, kilitlenmiş sözcükler,
esir düşmüş duygular.. Bir seri katil, bir acımasız cellat beynimin
zindanlarında; her gece idamlara yatırıp her sabah sürgünlere yollayan aklımı..
Olmadı.. Olduramadılar.. Ne tel örgüler tutabildi beni, ne mayınlar engel
olabildi, ne çevirmeler durdurabildi ne de sınırlar yıldırabildi.. Pes
etmedim.. Islandı ya rüyalarım dudak izlerinle.. O yeterdi işte bana!
Bir göçük
nah şuramda büyüyüp duruyor kara delik gibi erketeye yatmış bekliyor yokluğuna
katık etmeye.. Heyhat! Hiçbir baskı altında kalmadan, hür irademle, kendi
düşüncemle, söz ve ifade özgürlüğümü kullanarak itiraf ediyorum bir kez daha
seni sevdiğimi.. Tüm dünyaya.. Bütün insanlığa.. Nokta!