akşamın
nereye çıkacağı belirsiz yollarında
düş
kurarak gidiyordum bir türkü tutturarak
“Yüreğini yüreğine çaktı bir sevda dikeniyle…”
Güneş
bütün gün boyu bizden bir parçaydı
menekşe
renkli ay da;
Ay
karanlığında kimsesiz yollarda gidiyordum…
Ben
durduğumda gidiyordu,
gözden
yitiyordu yollar,
ben
giderken duruyordu,
bekliyordu
düşünmem için;
türküm
hüzünleniyordu…
“topladılar meclisi kararını verdiler
vurdular fadiği zap suyuna attılar...
fadik kardeş bu dünyada var idi
tatlı dilli güler yüzlü
bir çobanı sevmişti…”
Ölü
şehrin kırsalında derme çatma bir çiten
oğlak,kuzu
sesleri, sivas kangal eniği,
küçük
taze çığlıklar
fadiğin
sevdalısı
aşık
çobanın paniği,
bir
uluma sesi duyulmakta iken,
dolunayda
kurt adam,
ya
da boncuk gözlü baykuşum
gizlice
bakıyordu
suskun
ve dingin bahçelerde
portakal
dallarının arasından…
Duyduğum
seslerden korkmadan
ben
gidiyordum
hakkımda
ne düşünürlerse düşünsünler
gülüp
geçerek;
yolun
başındaydım, henüz cahildim,
işim,
yürü ya kulum, demesine kalmıştı…