MEVSİM: GÜLBAHAR
r o m a n
Adam
önce Alican’ı, peşinden de Gülbahar’ı dar geçitten dışarı doğru yönlendirdikten
sonra, kendisi de sürünerek çıktı.
Mağaranın
önündeki açık havaya ulaştıklarında herkes soluk soluğaydı. Ufak tefek terörist
Gülbahar’ın ısırdığı koluna baktı, yarımay şeklinde diş izleri kan içindeydi.
Adam, yakınındaki Gülbahar’a sert bir tokat attı. Bu arada Alican ayağa
fırladı, kaçmak için hamle etti ise de adeta havada uçarak çocuğu uzaklaşamadan
yakaladı. Yarlara yaklaştıkları sırada Alican bağırmaya ve debelenmeye başladı.
Adam onun debelenmesinden usanarak kolaylıkla yerden kaldırdı ve bir çanta gibi
omzuna atıp, yarın tepesindeki ufak bir çıkıntıdan dikkatle aşağı inmeye
başladı. İriyarı terörist de Gülbahar’ı, arkadaşı gibi omzuna kaldırdı.
Gülbahar, belinde taşıdığı bıçağına ulaşmayı düşündü fakat adam ellerini çok
sıkı tuttuğundan ellerini kullanamamaktaydı. Adam tepesindeki vahşi kedinin
çırpınmasına kızmaktaydı. Taşıdığının oğlan çocuğu olduğunu düşündüğünden,
sesini kessin diye hayâlarını sıkmak için elini çocuğun bacak arasına uzattı,
bir kız çocuğu olduğunu anlayarak şaşkınlıkla duraladı, bu andaki gevşeklikten
istifade eden Gülbahar uzanıp bıçağını eline aldı, bütün gücüyle adamın göğsüne
saplamaya çalışarak adamı yaraladı. Adamın gömleği kan içinde kaldı. Öfke ve
acıyla bağırdı.
“Yandııım!”
Adamın
eli acıyla göğsüne gidince serbest kalan Gülbahar, bıçağı var gücüyle bir kez
daha, adamın boynuna doğru salladı. Adam içgüdüsel bir refleksle kolunu
kaldırınca bıçak adamın kolunu keserek etine saplandı. Gülbahar adamın omzundan
bastıkları çıkıntıda yere düştü ve hemen doğruldu, ayağa kalktığı gibi var
gücüyle yukarı doğru tırmanıp kaçmaya başladı. Terörist kolunda saplı kalmış
bıçağı etinden çıkartıp bir kenara attı, Gülbahar’ı yakalamak için hemen
peşinden yukarı çıkıp koşmaya başladı. O tepeye ulaştığında Gülbahar mağaraya
giden yolu yarılamıştı bile. Adam da oldukça hızlıydı ve uzun adımlar atarak
kıza gitgide yaklaşmaktaydı. Koşu mağara girişine geldiklerinde, Gülbahar’ın
tam da yakalanmak üzereyken kendini içeri atmasıyla bitti. Tam bu sırada adam
arkadaşının ıslığını duydu. Dönüp, baktı, arkadaşı yarın başından elini başını
uzatmış, gelmesini işaret ediyordu, arkadaşına küfür etmeye başladı,
“Lanet herif! Ne var ulan, a..na
kodu’um?”
“Fiko ağa, gelin diye işaret
etmekte...”
Terörist
bir harabenin girişine baktı, bir arkadaşına. Çaresiz, arkadaşının yanına
gitti.
“Kız ne olacak? Bırakacak
mıyız?”
“Bir piç kurusu için ağayı
kızdırma. Yürü!”
O
da, eliyle öteki kolundaki yarasını ovuşturarak inmeye başladı.
Gülbahar,
adamlar yarın başında kaybolur kaybolmaz saklandığı yerden çıkarak kayalığa
koştu.
Dik
Kayalardan inmeye çalışan terörist onun tam aşağısındaydı. Daha da aşağıda,
yolun yarısında omzunda Alican ile diğer terörist inmekteydi.
Gülbahar,
çaresizlik içinde bağırmaya başladı:
“Alican!”
Alican,
ablasının sesini duyarak feryat etti;
“Gülbahar!”
Teröristler
dönüp Gülbahar’a baktılar, sonra dikkatle inmeyi sürdürdüler.
Alican, feryat etmeyi sürdürerek, “Gülbahar, bana yardım et!” diye haykırıyordu.
Gülbahar
çaresizlik içinde etrafına bakındı. Gözüne kestirdiği bir kayayı yerinden
oynatıp, kucaklayarak yerden kesti, dizleri hizasında yar kenarına getirip
aşağı attı. Attığı kaya hedefine ulaşmadı, teröristin başı yanında öteki
kayalara çarparak parçalandı. Terörist, yukarı baktı, tehditkâr el kol
hareketleriyle inmeyi sürdürdü. Gülbahar geriden yeni bir kaya buldu, bu
seferki öncekinden daha uzakta ve ağırdı. Kayayı zorlanarak yarın kenarına
yuvarladı ve aşağı doğru ittirdi. Terörist, taşın yuvarlanmasını duyup, döndü.
Döndüğü an kaya tam suratının ortasına denk geldi. Darbe ile arkaya doğru
tökezledi, havada dönerek kayalıkların altındaki bir taş yığınının üstünde, tam
da aşağı atarak öldürdüğü Karabaş’ın yanı başına düştü. Gülbahar öfkeyle
bağırdı: “Geberdin işte!”
Alican
avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çaresiz çığlıkları koyun dibindeki yarlarda
yankılanıyordu.
“Bir şeyler yap Gülbahar!
Kurtar beni!”
Gülbahar
çırpınmakta ama bir şey yapamamaktaydı. Küçük bir kaya parçası bularak olanca
gücüyle Alican’ı götüren teröriste doğru attı; ama isabet ettiremedi. Yılmadı.
Hızlı hareketlerle yeni taşlar bulup atmaya devam etti. O telâşe ile hiç birini
isabet ettirememekteydi. En sonunda taşlardan birisi yan tarafa çarpıp sekerek
adamın kafasına geldi. Adam dengesini kaybedecek gibi olup sallanınca, Alican
adamın giysilerinden tutarak sırtı, sonra da bacağı boyunca aşağı kaydı ve bir
çıkıntıya düştü. Hemen toparlanıp ayağa kalkmayı başardı. Sağına soluna
bakındı, yarın dik duvarı üzerinde seçtiği bir patikadan yan yan ilerleyerek
teröristten uzaklaşmaya çalıştı.
“Kaç Alican! Kaç Alican!”
Adam
kendi canının derdine düştüğünden o anda onu unutmuştu.
“Hızlı! Hızlı! Alican...
Allah’ım hızlandır, Allah’ım! Hadi Alican! Hızlı! Hızlı!”
Adamı meşgul edip kardeşine fırsat yaratmak
için teröristin üstüne adeta taş yağmuru yağdırmaya başladı.
Yükünden
kurtulmuş olan terörist Alican’ın tam altında bir çıkıntıya zıpladı, silahını
çıkarttı ve Alican’a doğrulttu. Gülbahar tepeden, adamın onun attığı taşları
umursamadan Alican’a bir şeyler söylediğini görmekte ama ne söylediğini
anlayamamaktaydı.
Alican,
kendisine doğrultulan silahı görünce tutunduğu kayaya bir sinek gibi yapıştı,
kaldı. Hareket edememekteydi. Parmakları kasılıp kalmış, tutunamamaktaydı.
Başını yukarı kaldırıp bağırdı:
“Ablaaa! Ne yapayım!”
Gülbahar,
çaresizlikle haykırdı:
“Durma Alican! Koş, Alican!”
Teröristin üzerine bir taş, sonra bir taş daha
fırlattı ama ikisi de hedefe ulaşmamıştı.
Alican, tekrar ağlayarak, bağırdı:
“ Nereye? Nereye koşayım?”
“Ne olur Allah’ım! Ne olur,
şu taşlardan bir tanesiyle vurayım adama! Ne olur!”
Gülbahar,
yeni birkaç taş daha attıysa da adam hafif sakınmalarla onlardan koruyordu
kendini. Son bir ümitle bağırmayı sürdürdü:
“Alican, pes etme!”
Alican,
son bir gayretle ilerlemeyi sürdürmek için çabaladı.
“Kaçamıyorum. Bir şeyler yap
Gülbahar! Kurtar beni!”
Gülbahar,
çok daha büyük bir kaya parçasını kucaklamış, atmak için taşırken, kardeşinin
ve teröristin olduğu yerden bir silah sesi geldi. Sonra müthiş bir acıyı
yansıtan o çığlık: “Ahhh!”
Kucağındaki
kaya parçasını bırakarak koşturup geldi, beline kadar eğilerek yardan aşağı
sarktı. Alican’ı göremedi. Terörist kayaların arasından ötekilerin yanına doğru
yalnız başına ilerlemeye başlamıştı. Sesini duyurup yanıt alabilmek umuduyla
seslendi.
“Alican... Kardeşim... Alican...
Alican... Kardeşim.”
Aşağıda, az önce aşağıya düşürerek öldürdüğü
ufak tefek teröristin ayakucunda, yerde, yüzüstü yatan Alican’ı gördü.
Dizlerinin üstüne çöktü. Artık taşları atacak mecali bile kalmamıştı ve kolunu
hissetmemekteydi. Çaresizliğine öfkelenerek ağlayıp inlemeye, çırpınmaya
başladı:
“Alican... Alican
kardeşim... Kardeşim ölmüş, kardeşim! O daha çok küçüktü... Neden? Neden?
Neden? Nasıl kıydın Alican’ıma, pis katil? Alican...”
Çığlıkları, her yandan yankılanıyordu.
“Kurtaramadım seni,
kardeşim. Bir şey yapamadım kurtarmak için…
Üzgünüm… Üzgünüm kardeşim…”
*