Hüznü rahvan, dengi
kayıp ve mecali yitik o kayıp şehrin muğlâk tınısına hapsolmuş gölgeleri
hükümlü ve yükümlü kılan devrik bir tümce kadar tahakkümperver bir
yalıtılmışlığa niyaz edercesine gömüt bildiği bir izbe kadar tedirgin ve kırık
bir sesti, ötelenmenin de ötesinde, kılıf geçirmiş bir mağlubiyete tav
olmuşçasına.
Yeniden var olmak belki
de yoksunluğunun devriyesine eşlik eden hicap yüklü bir yakarışa teslim
olmuştu. Bu yüzden miydi de öfkesi bu sebepten dolayı mıydı tüm inkârı hele ki
hicazı belki de korunaklı dünyasını uzak kıldığı.
İkbal bildiği bir
marifetmişçesine gölgelerden muzdarip.
Kıyamında o asil duruş
ve gıyabındaki üç beş serzeniş.
Gömülü hazinesine sahip
çıkmaksa, düşen payına düşe kalka yürüyordu, terk edilmişliğin sancısına
saplanıp kadar sakil olsa da bedeni ve korunaksız ruhu.
Günlerden gün eylemişti
ve hüznü kıble bilmişti bir o kadar uzağındaydı kayıp mazisini töhmet altında
bırakırlarken.
Nereden gelip de
ulaşmıştı bu bilinmezliğe ve neydi derdiydi de bu denli üzünce mal veren o ruh
devinimi miydi esirgediği hayatın?
Gölgelenmek ya da ne
çok çelme belki de yeniden doğmanın an ve zaman meselesi olduğu o buğulu
ebemkuşağı.
İlk kez rast gelmişti
tüm tüketilmişliğine nazire eden o serzenişi de duymazdan gelmişti. Rütbesiz
bir düş ertesi, düşmüştü yolu ve tüketilmişliğin hezimete uğrattığı o savsata
ile muhatap kılınmıştı.
Bir kerelikten ne olur,
demişti demesine lakin pek de hoş karşılanmamıştı ne de olsa yalnız ve gençten
bir kadındı bir o kadar güzel ve endamlı. Gelin görün ki kimsecikler tenezzül
dahi etmiyordu bunca şeceresini yok sayıp sadece cinsiyeti ile ön planda
tutuyorlardı. Sonunda pes edecek ve o da gidecekti öncekiler gibi.
Şunun şurasında iki ay
bile olmamıştı, o terk edilmiş eve sahiplenip üstüne üstük bir yıllık kirasını
bir anda ev sahibinin eline sayarken. Garantiye almıştı bir kez ilk
ikametgâhını ne de olsa burayı dayayıp döşeyecek ve bir peri masalına konuk
olacaktı aklı sıra.
Bir rehavete göre çok
zengindi. Bir diğer söylentiye göre ise terk edilmişti ailesi tarafından. Ve
son bir kehanete ev sahipliği yaptı kasaba halkı: o bir suçluydu ve adaletten
kaçıyordu.
Derken hükmettiler ve
etraflıca girdikleri o söz düellosunda, genç kadına tek şans dahi vermezken
siper ettiler gölgelerini korunmaksa, işte koruyorlardı kasabalarının namusunu.
Farkındalığında olsa da
olmasa da kendinden emin ve vakur bir duruş sergilemekteydi bayan bilinmez.
Sırra kadem basan kim varsa işte arz-ı endam etmişti.
Derli toplu olduğu
gözden kaçmıyordu ve nihayetinde evin girişine kocaman bir tabela astı: kadım
doğum uzmanı Nevbahar T.
Gerçekten de merak
konusu olmuştu hem de ilk günden beri. Lakin ne gelen vardı ne de giden. Tabela
olduğu gibi duruyordu üstelik kasabanın kıdemli doktoru fazlaca ses ediyordu
bir yandan ileri geri konuşup detaylı bir şekilde aleyhinde propaganda
yapıyordu genç kadının.
‘’Ne idüğü belirsiz bir
kadına mı teslim edeceksiniz sağlığınızı. Neyin nesi de kendini taşra doktoru
ilan etti.’’
Kısaca kadın ilk gün
itibariyle töhmet altında kalmıştı.
Bir ay gibi bir süre
geçmiş olsa da kapısını çalan yoktu. Bu da yetmezmiş gibi dedikodular ayyuka
çıkmıştı:
‘’Kız Nihal, duydun mu
bizim Eşref efendinin gelinini kürtaj yapmış. Olacak iş mi? Günah hem de
nasıl…’’
Konudan haberdar olur
olmaz kasaba halkı gecenin bir vakti dayandılar genç doktorun kapısına.
‘’Sen nasıl cüret
edersin mendebur kadın. Bilmez misin günahtır yaptığın hem de yasalara
aykırı.’’
İlk kez bu kadar
isyankâr ve öfkeliydi kadın. Ve çıkmıştı pencereye:
‘’Yaptığım tıbbi
müdahalenin hesabını size mi vereceğim? Yine de söyleyeyim: Bebek rahimde
ölmüştü ve az daha zehirleyecekti annesini.’’
Olayın daha fazla
büyümesini, olay mahalline gelen jandarma önlemişti.
Olayın üzerinden bir
hafta geçmemişti ki; kasaba yeni bir olayla çalkalandı. Kasabanın doktoru
Muhlis Bey her nasılsa doğumda yaptığı yanlış bir müdahale ile bebeğin ve
annenin ölümüne sebebiyet vermişti. Ve yapılan şikâyet üzerine meslekten men
edildi üstelik hiç beklenmedik bir şekilde. Şaşırtıcıydı doğrusu ne de olsa on
yıldan fazla süredir kasabanın bilfiil doktoruydu.
Olay kaygan bir zeminde
tartışılırken, kasaba halkı mecburen Nevbahar’ın muayenehanesinin yolunu
tuttular.
İlk randevuyu bizzat
kaymakamın karısı almıştı. Sözüm ona deneyecekti ve varsa bir hatası
sürdürecekti genç kadını.
Randevusuna sadık
doktor çekti sandalyesini tam karşısına kadının ve başladı söze:
‘’Evet, dinliyorum
sizi. Bu arada kaç zamandır demir eksikliği çekiyorsunuz?’’
Hasta kadın şaşkın bir ifade
ile baktı doktorun gözlerinin en içine:
‘’Nasıl buna kanaat
getirdiniz doktor hanım? Hem daha ben size şikâyetimi bile söylemedim ki.’’
‘’Menopoza gireli
sanırım fazla olmadı ne de olsa kütüğünüze göre oldukça makul bir tarih. Ya,
kaç düşük yaptınız da bu kadar yıprattınız vücudunuzu? Şöyle geçin lütfen,
etraflıca sizi muayene edeyim tabii ki mecbur değilsiniz. Ne de olsa geliş
amacınızı biliyorum.’’
Kadın o kadar şaşkın ve
mahcup düşmüştü ki.
‘’Hayır, hayır, tahmin
ettiğiniz gibi değil. Bir şey soracağım, izin verirseniz: sahi kansızlığım mı
bunca mecalsizliğimin altında yatan neden? İyi de ben senelerdir kontrol
altındayım da nasıl oldu da bunu fark edemedi?’’
‘’Bu, beni
ilgilendirmez. Tek önem arz eden hastalarımın sağlığıdır. Söyleyeceğiniz başka
bir şey yoksa ben diğer hastamla ilgileneyim. Doğum başlamış ve acilen
çıkmalıyım.’’
Şanı yürümüştü bir kez
Nevbahar’ın hele ki zorlu iki doğumdan alnının akıyla çıkıp kasabanın gözdesi
olunca. Yine de tedirgindi her yeni gün olası zorluklarının hesabını yapıp.
Günler yetmez olmuştu
hele ki komşu köylerden gelen hastalarını da hesaba katınca oldukça artmıştı iş
yükü. Muğlâk ne varsa bir bir aydınlığa kavuşuyordu ve git gide kasabanın
rehaveti kaybolmuştu. Artık emin ellerde olduklarına kanaat getirmişlerdi. Bu
genç yaşında bu kadar başarılı bir doktor pek de alıştıkları bir şey değildi.
Zaman devindikçe ve
rüzgâr estikçe eksiği gediği ne varsa kasabanın, bir bir kayda geçirdi genç
doktor. Kaymakam ve ailesi ile sıkı bir dostluğu vardı artık hele ki kaymakamın
karısının o mahcubiyeti kolay kolay geçmemişti.
Önyargılar yerini ılık
melteme bıraktıkça hoşnut kim varsa karşılıklı olarak güzel bir dostluğun
temeli kolay olmasa da kurulmuştu bir kez ta ki…
Nevbahar kasabaya
geleli tam bir yılı doldurmuştu. Ve bir sabah uyandıklarında kasaba halkı,
kiraladığı ve muayenehane olarak kullandığı evi terk edilmiş buldular. Genç
kadın geldiği gibi gitmişti üstelik kimselere haber dahi vermeden.
Kasaba bırakın
doktorsuz kalmayı melek kalpli bir dostu kayıp vermenin üzüntüsüyle karalara
büründü. Ve kaymakam girdi devreye:
‘’Onu bulacağım. Evet,
bir şekilde detaylı araştırmayı yapıp tekrar onu geri getireceğim.’’
Ve gerekli talimatı
verdi personeline. Kadının kaydı kuydu ne ise etraflıca analiz edilecek en kötü
ihtimalle mobeselerin de yardımıyla konakladığı yerler ile ilgili iz
sürülecekti.
Bir iki gün içerisinde
tez elden haber ulaştı kaymakamlığa üstelik komşu kasabadan. Kadın en son
mezarlığın yanında görülmüştü daha doğrusu arabası mezarlığın yanına park
edilmişti. Ve gerekli kamera kayıtlarına ulaşıldı. Görünen oydu ki arabanın
plakası bire bir tutuyordu kadınınkiyle.
Topu topu üç beş saatlik
bir yoldu kat edilmesi gereken ve kaymakam makam arabasının direksiyonuna
bizzat geçerek tuttu yolu. Sabaha karşı ulaşacaktı ve kadını kolundan tuttuğu
gibi getirecekti ne de olsa arabası hala park halindeydi.
Sabaha karşı vardı adam
ve gördüğü üzere, kadının arabası hala mezarlığın yanında boş olarak duruyordu.
Lakin kimseler kadını
görmemişti ta ki mezarlık bekçisi olaya müdahil olana kadar.
‘’Dayı, bize yardımın
lazım.’’
Lakin adam o kadar
yaşlıydı ki ve kulakları da bir o kadar ağır işitiyordu.
‘’Evladım, ben pek sık
gelmiyorum mezarlığa: haftadan haftaya. Söyle hadi, nedir derdin?’’
‘’Bu kadını gördün mü
dayı? Duyduğuma göre arabasını park ettiği gün sen de kameraya takılmışsın.’’
‘’Hele göster oğul.’’
‘’Al, dayı ve iyi bak
resme. Bu kadın bizim için çok önemli ve tekrar geri dönmesini istiyoruz.
Anlayacağın, bize yardımın lazım.’’
‘’Allah, Allah. Tövbe
oğul. Olacak iş mi bu?’’
‘’Ne oldu ki?’’
‘’Bu kadını çok iyi
tanıyorum ben hem de çok iyi. Adı, adı da… Çıkaramadım şimdi. Tam da dilimin
ucunda.’’
‘’Nevbahar olmasın
dayı?’’
‘’Tabii ya Nevbahar.
Buranın eşrafından Mahmut beyin kızı. Ah, yavrucak ah. Ne de güzel ne de
yardımseverdi. Herkes onu nasıl da severdi.’’
‘’Bak, söyledin de ne
iyi yaptın dayı. Hadi, söyle nasıl buluruz onu? O melek kalpli kadını bir an
evvel bulup geri götürmeliyiz. Ee, dayı hadi, ne duruyorsun?’’
‘’Oğul, sen şaşırdın
mı? Ya da dalga mı geçiyorsun benimle? O elim kaza ah, o elim kaza…’’
‘’Ne kazası dayı. Aha,
arabası burada. Ne kazasından bahsediyorsun sen? Hadi geveleme de çıkar baklayı
ağzından.’’
‘’Nevbahar hanım o
kazadan sağ çıkmadı ki…’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Nevbahar hanım
gebeydi ve doğum başlamıştı üstelik ikizdi bebekleri lakin…’’
‘’Lakin ne?’’
‘’Araba uçuruma
yuvarlandı. Ailecek öldüler kazada. Nevbahar hanım da bebeleri de kocası da sağ
çıkmadılar bu kazadan. Şimdi gelmiş ne diyorsunuz bana. Bu ne biçim şaka. Hem
günah da.’’
‘’Ne zaman oldu bu kaza
dayı?’’
‘’On yıl evvel ayın on
üçünde ve Cuma günü.’’
‘’Ne yani bu kadın, o
kadın mı?’’
‘’Nevbahar hanımın
cesedi de bulunamadı lakin kazada alev alev yandılar.’’
‘’Ya, bizim tanıdığımız
genç doktor kimdi?’’
‘’Tövbe, tövbe. Sahi
ayın kaçı bu gün?’’
‘’Kasımın on üçü ve
günlerden Cuma.’’