bir teneke kutuya kapattım ruhumu
“çaresiz ruhlar mezarlığında” bir çukura attım.
Bir krom nikelajlı beklenti içindeyim…
Ve bütün fukara sokak ressamları,
Seni bensiz resmediyor çuvaldan devşirme bir tuvale.
Beklentilerimin istikbaline yükledim,
Cehennemlik her kabahatimi
Ve sana kendimi yutturmaya yeltendim.
Seni nasıl da içten sevdiğimi anlatmasını
Her yazdığım şiire tembih ettim.
Süslü sözcükler icat ettim bunun için…
Hâlbuki sana yalnızca alışkanlıktan meylediyordum,
Şimdi ise sensizliğe kadük kaldım…
Yalnızca tahayyüllerimin bitiminde söndürenim,
sensizliğe görünen güneşlerin bendeki boyutunu.
Yalnızlığıma örttüğüm karanlıklar,
Çiçeklerimi soldurdu…
“çaresiz ruhlar mezarlığında”
her kabir başında bir ağaç,
Ağaçtan ağaca zıplayarak gitmekte ruhlar…
Sen de giderken öyle,
Bir kerecik dönüp de bakmadın bile…
“çaresiz ruhlar mezarlığında”
Uğuldayan tüm sesler sana ağlıyordu oysa.
Bütün yoksul çocuk ninnileri için sağılıyordu
yoksul annelerin memelerindeki sütler;
ana sütü peşinde dolaşıyordu yılanlar…
ruhumu salıverdim içimden senin ardına,
tüm tazallümleri ve zulümleri sana adadım.
Tüm biriktirdiğim lanetli şiirlerimi sana terk ettim…
Anılarımda rotasyonla konumlanırdı, bana bıraktığın mahlül.
Cesaretini arttırıyordu bir teneke kutunun güveni ruhumun,
“çaresiz ruhlar mezarlığında”,
Ki, puhu kuşunun sesi dillendiriyordu uğultulu ağlamaları…
Korkuyordum işte, haziran sıcağında yılanların uyanışından,
Dilimi yiyerek susturuyorlardı;
Şiirlerimin haykırışı kalıyordu bana,
Suskunluğun inadına.
Her şiirim haykırıyordu sana:
GİTME! GİTME!
GİTME!
…/…