Dünya Karnım Evren Ruhum

 

 

Karnımda oturuyorum kalkıp unutup ruhumla yatıyorum. Uyanınca, acıkınca kahvaltı ediyor bağırsaklarıma aşağıya çalışmaya, işe iniyorum. Bağırsaklarımda çalışıyorum. Dünya karnım. Evren ruhum. Bağırsaklarım çalışma hayatım. Elim kolum, ayakta dururum; ayaklarım taşır bacaklarımı ve toplamda uzuvlarım, bir beden bağlıyım ruhuma. Herkesin karnı var, herkes dünyasıyla bulur kendini ve doğdukları evrenle geçmişten geleceğe iletişim kurarlar bir birleriyle. Karnından kalkıp çalışma hayatından, bağırsaklarından çıkıp ayaklarıyla yürüyüp bacaklarıyla adım attıkça çoğaltıp açtığı mesafeyle beynine varır ruhunu toplar, düşünür ve düşündüğünü ifade eder. Ve insan beynini yanında, kafasında taşır. Her an beynine varır ve ruhunun koordinatlarında bedenini tanır. Her şeyini karnına taşır, oturduğu yerde bulundurur, eşya bütünlüğünde evinde. Evi, karnından çıktığı misafir olduğu karınlara gittiği yerdir. Evrenden çıktığı yer, anasının rahmine düştüğü an, dünyası kurulmaya başlamıştır. Eski evren sahipleriyle kurulu yaşadıkları dünyalarıyla yeni bir dünya oluşturmaya başlanmıştır. Ta ki iki cins dünya birleşip bir dünya kurduklarında en son evrenin halinde bebek yaparlarsa zamanı yeni çocuk getirirlerse bir çift dünya kurulmuş evren genişlemiştir.

 

1968 yılının Mart ayının 7’sinde Perşembe öğlesinde bir dağ köyünde iki katlı taş duvar üzeri kerpiç duvar çatısız, toprak dam bağlı evin ikinci katında misafir odasının yan tarafında perdeli bölümdeki yatakta doğrulmuş bir bebek, kendisini doğuran annesi ve dünyasını oluşturmakta olan büyük aile akrabaları. Bebek ne bilir annesinin kokusunda kendisinin yokluğunda çevresinin varlığında ilk önce bilinçsizce ağlamayı sonra gözlerini açıp donuk donuk bakmayı ve büyümeyi öğrenecek, bildiğinin ayırdına varıp çocuklaşacaktır ilk önce. Aslı itibariyle bebek çok bilinendir. Bilmek duyulara kapalı bir nevi kör koyuda hayatta bulunmaktır. Bebek bilinmesiyle bilinir. Ağlamasıyla mesela bilinir duyulmasıyla. Henüz adsız bilindiğinin, bilincinin çağrısız olduğu zamandaki bebek, ağlaması duyulunca dışarda bulunanlarca, zamanı bir dedeyle rast gelir. Bebek evreninden doğarken dünyasına atasının dünya kurulumunda, hamurunda eli ayağı bulunan Dede, dedesinden önce ad koyma, isim verme hakkını onaylar. Kız mı erkek mi? Erkek. Adı Naki, on iki imamlardan onuncu imam Ali Naki’den esinle Naki, olsun. Neden Dede? Çünkü benden bir yaş büyük Ali, amcaoğlu Ali var. Yüzde elli yüzde elli onuncu imam Ali Naki’den isim hakkını paylaşacağız. Ağabeyim benim.

 

Ali abimin yaşı benim yaşımdan bir yaş büyük karnı da benim karnımdan geniş boğazlıdır da benden maşallah çok rahattır karnında. Oldukça da tembeldir, bağırsaklarına inip çalışmakta. İşte benim Ali abime yetişme şansım karnımda rahat oturmayışım bağırsaklarımda çalışma hayatı adına erken bocalamamdır. Yemeğimi çabuk çabuk yer karnımda rahat duramadan yediklerimle içtiklerimle bağırsaklarıma bir inerim. Bocalar, tökezler düşer kalkar kolay kolay ağlamaz buruşturur içine saklar ruhunu, aman vermez burnun aktığına kafasının gözünün yarıldığına işin altında ezilerek büyür. Neden Naki? Çünkü bebek Naki annesinin karnında, yanında pek bulundurulmaz. Annesinin sütü yok denecek kadar azdır. Ve annesi ırgattır. Bebekliği kuzularla bir doğmuştur. İlk ayları ekinlerle bir yeşerip bir gürbüzleşmiştir. Annesinin sütü olmayışıyla bebekliği ile anasının ırgatlığında pek bir bulunmaz. Daha çok babaannesiyle bir bulunur. Ve babaannesinin yanında büyür.

 

Karnımızda oturur, ruhumuzda uyur… Peki, neyin karnında yaşar ve neyin ruhuyla gezeriz. Bir köy yaşantısı olarak ineğin karnında yaşarız öncelikle, birlikte köyce. Ve atın ruhuyla gezeriz, ruhumuzla atalarımızın ruhunda, inancımızın dinimizin mezhebiyle; düşüncesiyle. Akşam olur, ineğin karnından odalarımıza çekilir, koyun karnında çekirdek aile kalırız. Tavuğun kursağında çekirdek çıtlarız; kavrulmuş buğday çerezi yeriz. Ve işte böylece bir köy yerinde bir birimizin doğallığı içinde bir doğada yaşarız. Ve enerjimizi insan alemi olarak beslediğimiz evcil geviş getiren hayvanların etinden sütünden sağlar, derisiyle yönüyle sağladığımız vücut ısımızı koruruz. Yetiştirdiğimiz bitki ve sebzelerle, yetişme ruhlarında parçalayıp öğüterek ekmek ederek etimizin yanında yeşillik bulundurarak, oturduğumuz karnımızda atalarımızın karnına geçmiş canına, midemize indiririz. Ve duasını da, yemek duasını da eder, geçmiş canlarına değsin isteriz. İşte geçmiş bir zaman hücrelerimizde barınıp kanımızda dolaştırdıkça bizde sağlanan enerjiyle evrenin bütünsel dışsallığında, dışında dünya üzerinde hayatla, bedensel duyu organlarımızın algısıyla bir birimizle kurduğumuz iletimsel etkileşim bilişimiyle yaşarız. Geleceği kazanarak geçmişimizi artırırız. Ölünce çocuklarımızın ruhuna edebi gömülürüz. Bedenimiz toprak altında çürüdükçe, parçalanıp yine toprağın canlı organizmalarının içine eriyip karıştıkça unutulup neslimizin bünyesinde canlılığının bir bilinmeyeni olarak yine var olacağız. Eğer yazınsal ve ya görsel işitsel eserimizi bırakmışsak düşüncemizi, düşüncemizin değeri kadar anılıp yayınlanıp yaygınlaştıkça insanlığın kazanılan düşünsel ilerlemesinin içinde bir ilerleyen olarak geleceğin sürekliliğinde etkilemiş olacağızdır.

 

Düşünme yetimiz atalarımızdan top yekûn insanlığımızdan aldığımız kalıtsallıkla ve etkilenip kendimize idol belirlediğimiz idollerimizin ruhunda kalır düşünsel hayatımızı ifade ederek güncel hayatımızı anlayıp yorumladığımız ölçüde yaşarız. Belirlediğimiz idolümüz büyüğümüz yaşadığımız evrenimizin eski sahipleri tecrübe edepleriyle bizi büyüten, dünyamızı kurmada bize kılavuzluk eden ebe beyinlerimizin seçici öngörülerinde iletişim kurup zamanı biliştiğimiz gerçek kişilerdir. Bizi diğer ruhlardan ayrı koyup kendimize ait ruhumuzla sarıldığımız bedenimiz, kendimize ait düşüncemizle ruhumuzun özgün halinde gelişir ve iyi veya kötü insan olmamızı kişileştirir. Bir canlı ve bir birey olarak, toplum bilincimizle birlikte devinme potansiyelimizin farkında olarak kendimize ait düşüncemizi kuruduğumuz ölçüde insanlığın gelecek düşünsel ediminde söz sahibi olarak başarılı olabiliriz. Kendimize ait düşünsel ölümümüzü sağlamış olarak, kendi ölümüze ölmüş oluruz. Yoksa kendimize ait düşüncemizi oluşturmadan mevcut düşünceler içinde mükemmelleşirsek o düşünce sahibinin ölümüne ölmüş oluruz. Bir bütün olarak dış dünyayı, doğayı ele alırsak doğumumuzu gerçekleştirdiğimiz evrimimizle dünyamızı kurduğumuz evrenimizle ölümümüzü gerçekleştirme edimimiz olan hayatımız, bizi yetiştiren ebe beyinlerimizin düşünsel davranışlarının etkisinde hapsolduğumuz idolümüzün düşüncesinde, kendi düşünce boşluğumuzu da hayatımızı onun yaşanmış hayatına adayarak katabiliriz de. Kâh belli görecelikte refah içinde kâh belli görecelikte fakirlik içinde hayatımızı yaşamışta olabiliriz. Ve buna kader deriz. Eğer düşünce boşluğumuzu koruyarak kendi ölümüze ölmeye yaşarsak kaderim demeyiz, kendi hayatımı yaşadık deriz.

 

Kendi ölümüze ölemeye yaşayamazsak kimin ölümüne umutlanıp ümitli yaşayıp mutlu olarak unutulalım?

 

Doğumda bir ölümde bir aynı olan bir, aynılaştığımız anda başlarız ölmeye.
( Dünya Karnım Evren Ruhum başlıklı yazı Naki Aydoğan tarafından 7.10.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.