Dalgın dimağımın nazarında yokluğa tekabül eden isimsiz bir şarkının girizgâhındaki yarım kalmışlığım kadar nüktedan demlenirken peyder pey.

 

Biteviye sızlasa da ve aralıksız sızlansam da olmadı mı olmuyor hele ki şu durağan seyri terk edilmişliğin aralıksız kesti akışını gönül kubbesinin.

 

Yaralı ya da yamalı belki de kocaman bir yarık son bellediğim.

 

Kıpır kıpırım oysa o heyula boşlukta biteviye tırmanmak ile iştigal ettiğim tümsekte rast geldiğim adsız varlığın ansızın ötelensem de durduk yerde.

 

Rağbet etmediğim yeni bir ayrılık şarkısı bilsem de saçma bir yanılgı eşlik ederken. Belki de yenilgi demeliydim.

 

Pervasızlığım bu denli nüksetmemişti belki de arsız bir sevdanın izdüşümü yüreği yokluğa meyilli kırık bir anlamsızlık.

 

Hırpani bulutlarda yüklüyüm.

 

Yokluğu bir kez giyinmişim.

 

Hele ki aşk’ı mihrap bilip görmezden gelindiğim.

 

Anlamsızlığın yüklediği saçma bir nizam arasında sıkışıp kaldığım.

 

Terk edilmişliğin acısını mı çıkartıyorum yoksa yeni terk edişleri eklerken günceme.

 

Bir gidenin ardından kat ve kat ihanet yüklü hükümler kanıksadığım hüzün kadar yeknesak ve ayrılmaz bir parçam.

 

Giden gittiğiyle kalıyor hele ki hiçliği mesken eylemişken.

 

Bu yüzden kapım hep aralık gerçi her aşamada tepeden tırnağa kontrolden geçse de zanlı. Ne tuhaf oysa potansiyel suçlu addedilirken insan hele ki temcit pilavı gibi nükseden o tekerleme: Sıradaki haddi savsın sırasını, ne o korktun mu. Mümkün oysa sevmek sevilmesen de evrilirken o sancı derinden nükseden sıkılgan ruhumun solgun tınısında saklı aslında mizacın yansıttığı…

 

Tutarsız söylencelerin nazarında biten nifak tohumları olmasa keşke ve hep yıkansak sevgi ve nezaket çerçevesinde. Beyhude olduğunu bilsem de ve bilsem de yok kılındığımı şükürler olsun ki henüz kaybolmadım devrik hükümler ile bezeli olsa da çevrem.

 

Nüktedan bir gün belki de ekim geldi geleli nükseden bu neşem. Tuhaf geldiğini bilsem de kulağa evet, ben her sonbaharı milat bilmişimdir ve her gün batımını mihrapçasına kanıksamışımdır.

 

Tefekkürün daimi çağrısına bu kez ben de dört elle sarıldım tüm varlığımla teslim oldum olalı dingin bir gölü mesken eyledim görünmezliğin kisvesinde tüm o muhalif tınısını duymazdan geldiğim pay sahipleri.

 

Mutlak bir evrimin kaçıncı evresi ise nail olunan sancılı bir döngünün de kim bilir kaçıncı durağı varmayı bir marifet bilip de çok uzağında sadece duyumsamakla mükellef kılındığınız.

 

Yorgun bir ömrün sabahında saklı iken neşe gecenin deviniminde hor görülen o yalnızlık kadar ayan beyan aslında kilitli tuttuğunuz.

 

Varsıl ikametlerin, susturulmuş benliklerin ve hükümdar kimliklerin rotasını bir türlü ayarlayamazken kolaysa koyulun yola. Ve kıvamını tutturamadığınız ne varsa sadece saklı tutun içinizde: Kâh aşk kâh muhalif bir beyanat kâh sıkılgan bir öngörü ve tozutun toz konduramadığınız egonuzu baş tacı yapıp.

 

Demli öfkeler tüketirken nefret ile çürüyen bir yanda aşkın hükümranlığında beklemeye meyletmiş bir köşede. En korkutucu olan ise o sus pus gölgelere sığınıp kar saymak yalıtılmışlığı.

 

Çil yavrusu gibi hüsran tanecikleri. Yoz bir döngünün sırtına binmiş ihanet yüklü mizaçlar aşkı yok sayıp sarılan eşkâlsiz ve tanımsız varlıklar bir rabıtaya ulaşamadan yok olmaya mahkûm.

 

Mizacı nüktedan bir çocuk kadar sıra dışı ve yoksunluğu varlığımızın tükenişi eğer ki okuduğumuz hikâyede kaybolmuşsak…

 

Gizil tanıklığında evrenin heba olan bir ömür aslında aşkı yok sayan benlikler bu bağlamda her halükarda hoş geldin dercesine açtığımız gönül penceremiz.

 

Tanımsız kıtalarda ve adsız duraklarda beklemek ise eyvallah.

 

Sonu gelmek bilmeyen bir özlem ise varsıl bir ömrün kaçıncı perdesi ise ardına gizlendiğimiz ve dur durak bilmeden kat ettiğimiz o yol devinimi asılsız belki sıfatsız ama aşkı nimet bilip soluklandığımız gönül dergâhı.

 

Hele ki varlığımızı muktedir kılan bir tokat kadar gerçekleri yüzümüze çarpıyorsa varlığımızın tecellisi ve sonsuzluğa çeyrek kala.

 

Üşüdüğüm hiçbir cümle yok ya da verdiğim hiçbir karar haklı olup olmadığımı tahayyül edeceğim nispette değil.

 

Doğruların tekabül ettiği o derinlik ya da sevgime eşlik eden ve etmeyenler daha doğrusu ben eşlik edemezken nefret odaklı söylencelere rast gelip de başımı çevirdiğim. Nazarında ne isem nazarımda neyse kabul ettiğim belki de doğru belleyip boşluğa denk gelen.

 

Parçalı hayatlarımız mı bizi biz yapan türettiğimiz çaresizlik yüklü resimler mi aslı astarı olmayan belki de bir süreklilik ya da aidiyet duygusu kazanma ihtimalimizin olmadığı.

 

Daldığımız o derin uyku. Gözümüz açık gördüğümüz düşler hele ki varlığımızı yalıtmışken gerçek addedilen ama mesnetsiz ithamlar ile sürgüne gönderilmiş ne çok zafiyet.

 

Hadi bölün ekmeğinizi, der gibi bölsek sevgiyi. Olmadı yetiştiremesek seveceklerimizi hele ki pay edemezken.

 

Tez elden ulaşın hadi sevdiklerinize ve tez elden ihlal edin tüm sınırları ama sadece sevgiye dair yoksa ne mahremiyet ne de sınırlar olsun geçmeye çalıştığınız.

 

Sürgün olduğumuz düş öbekleri yetmedi sürgün olduğumuz insan toplulukları belki de çarpık ne varsa biçimlendirmeye çalışıp bizlerin de eğilip büküldüğü.

 

Neler saklı kim bilir o kolektif hafızanızda: ne varsa dünden miras ne varsa genlerin taşıdığı ve bireysel hafızanın intikal ettiği ve depoladığı bilgi kırıntıları zaman zaman tırtıklarken zihnin dehlizlerini.

 

Düşünceler haznesine sığmazken ve bizler de kabımıza ellerimizi dahi kovuşturamaz olduk ve terk ettik iyiyi ve güzeli. Güzeliz hem de en güzeli ve nasıl da donanımlıyız nasıl tamahkâr nasıl nasıl… Nasıl geldik bu noktaya ve ne zaman kaybolduk ve kaybettik özümüzü oysaki sadece bir teferruat idi kayıp simgeler bizler birer yerleşke iken yeryüzünde.

 

Anlamsızlığı adlandırdık yeri geldi anlam yükledik sessizliğe ve tükettik sevgiyi aynı doğrultuda tükenirken ve türedi karanlık beyazı kirletti. Oysaki kaybolmamalıydı gün ışığı yitip gidenlerin ardından soğuduk birbirimizden, buz kestik, taş kesti yürekler güneş dahi ısıtamazken bir gülüşe muhtaç olduk bir dokunuşa hasret çektik aşka özlem çektik. Çektik de çektik ne çok çile. Sevdik çok sevdik hem de. Bilemedik öleceğimizi, göremedik önümüzü solarken gün ve demlenirken hüzün karıştık karanlığa o heybetli kimsesizliğimize toz konduramazken.

 

Bazı şeyler asla değişmiyor kötünün galip geldiği o belirsizlik gibi bazen şablonlar fazlasıyla kalıcı ve sitemkar bazı gülüşler saklı gözyaşları için için çağlarken. İthamlar asılsız ve kusurlar kefensiz hele ki ulaşılmazlığı pür-ü pak vicdanların ve bir kez dahi hedefini tutturamayan tahminler hayat perde perde çökerken omuzlarımıza bizler sonsuza meyledip an’dan soyutlanırken belki de yazarın vurguladığı o han aslında bizlere tahsis edilen hayat ta ki çöküş arabası gelene kadar kalmaya mecbur kılındığımız her ne kadar arabanın bizi nereye götüreceğini bilemezken.

 

Mademki niyazındayım tefekkür ile donatılmış iken göğüs çeperim neylerim bir başıma, demek fazlasıyla siteme dair ve asılsız bir serzeniş. Yalnızlığı kıble bildiğim günden beri koyuldukça evren ben saf tutuyorum sabaha ulaşılmazlığın kıskacında hükmederken evren.

 

Mademki, diye başladım madem ya gerisi gelecek mi? Umarım demekten ziyade döngüye tekabül eden ne varsa edinmek ve rücu etmek gerçeğine fani dünyanın ölümlü varlıklarız mademki çalıntı mizaçlar değil hak ettiğimiz.

 

Sığındığım gök kubbenin nazarında bir kum zerresi olsam da asla ahkâm kesemem yetilerim köreldi diye. Evren nabza göre şerbet vermese de nasıl hükmederim yalın mizacımla uzağında addettiğim gerçeklerin. Gördüklerim görüp de sustuğum ve tüketildiğim hatta türetildiğim hatta ve hatta toz konduramadığım gönül maliki kalpsiz yetileri ile çok çok uzağında sevginin ve ılıman iklimlerin iliklerime kadar üşütüldüğüm yine de buzlarım çözülürken basit addedilen tek bir dokunuşla hatta tek bir kelime yürekten yüreğime ulaşmaya meyletmiş bir kez. Ne de olsa sevgi değil mi gönül adresimize postalanan ve er geç yuvasına ulaşacak. Bu yüzden dokunduğum her izafi suret değil mi güzelliğe namzet var olmamış bir sancı değil acıyan ve acıtan ama saklı bir nizam er geç vakıf olacağım/ız bu yüzden tüm endişelerimi bertaraf ettim.

 

Bir zirve ve derken çöküş…

 

Var oluş ve beklenmedik bir anlamda son bulan varlık katsayısı çoğula tekabül edeceğine hicretini bilemiş gönül sesiyle.

 

Münafıkların devindiği ne bir çukur ne de çamur bilakis maviyi ve pembeyi barındırdığımız o engin derya hele ki bir kez baş koyduktan sonra asla dönüşü yok.

 

Tümden gelen çapraşık bir eksen kaymaktan mustarip ama er geç yörüngesini sabitleyecek bu yüzden yoldan çıkmak gibi bir amel ne ki ya da mevcudiyetimi nasıl inkâr ederim bu varoluşu iliklerime kadar hissediyorsam.

 

Günlerden tefekkür, anlardan umut, sona varmaya çok var durun daha ne gördük ki, demek işte işin aslı ve yolu kayganlaştıran o sessizlik yüreği yerinden çıkaran bir korku belki de uzantısı hasret ya da umut ya da hayal kırıklığı.

 

İnsanız… Neye vakıfız ki? Soru yanlış olsa da elbet var cevabı: Çok şeye vakıfız eşdeğeri yeter ki sevgi ve hoş görü olsun ulaşılmazlığın kıskacında yudumlarken aşkı. Bırakınız tüm menfi ve yıkıcı o çetrefilli ve gereksiz kaygıları ve boşa çıkmayacağını bilin de uzatırken elinizi süslerken sevgiyle. En güzel dokunuş yine yaratıcının varlığına zimmetli olası ne varsa olması gerekeni yine bize ulaştıran o huşu iken büründüğümüz o aşk iken soluduğumuz ve o yol iken adımladığımız umudu.

 

Evren aşka namzet.

 

Bizler güne odaklı yaşarken tüm yalıtılmışlığımızla mesken tuttuğumuz döngüde olası bir zincirin kim bilir kaçıncı halkasıyız bu bağlamda eşleştiğimiz güzelliklere sadece odaklı yaşayalım tüm münafık öngörülere ve tüm yanlışa rağmen. O yanlışlar değil mi doğruyu kavrarken er geç haiz olacağımız bir sunum ya da bir bitiş yeter ki tüketmeyelim ve çıkalım o hazneden karanlığı kırıp hayata damlayıp ve çağlayıp dolarken gönüllere kırık olsa da sarnıç illa ki bir çıkış yoluna ereceğiz belki de hidayetin eşliğinde inanmanın sırrında iken tüm gizem.

 

 

 

( Üşüdüğüm Hiç Bir Cümle Yok... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 5.10.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.