Sahte Sarımsaklı baş komiseri, gerçek emekli tarih öğretmeni Sami Emekli, Sarımsaklı'ya yerleştikleri ilk günlerden itibaren, rum komşusu Evniki sayesinde her gününü çapkınlık adına ve onun rüştünü henüz ilan etmiş hiper aktif iki kızı sayesinde de sübyancılık hakkında yeni bir şeyler öğrenip gelişerek geçirmekteydi.
Yakın dostu Kamil Oğuz
Mangırcıklıoğlu'nun, "kırkından sonra azanı teneşir paklar, toparlan,
kendine gel, bu gidişatın iyi gidişat değil," diyerek vermeye çalıştığı
öğütler ise bir kulağından girip öteki kulağından çıkmaktaydı.
Bunca öğüt fayda etmeyince de
korkulan olmuştu ve Sami Emekli nihayet belini incitmiş, yataklara düşmüştü.
Bel ağrılarının dayanılmaz olduğu
bir gece, eşi Elezer hanıma, "telefon et de şu Kamil Oğuz'a, arabasıyla
gelip beni bi acile götürüversin," dedi.
Kadıncağız, "gecenin bu
saatinde rahatsız etmeyelim adamı. Çağıralım yüz on ikiyi gelsin," diyerek
telefona sarıldı.
Sami Emeksiz karısına hemen
müdahale etti. "Yüz on ikidekileri rahatsız etmeyelim şimdi, ayıp olur
adamlara. Sen çağır Kamil Oğuz'u kalkıp gelsin hıyarağası!"
Hıyarağası, dostu ağrı çekiyor diye
arabasına atladığı gibi geldi. Tıpkı Banker Bilo'nun hemşerisi Maho'yu taşıdığı
gibi sırtında arabaya taşıyıp arka koltuğa yatırdı. Elezer hanıma, "siz de
buyurun, ön koltuğa! diyerek
direksiyona geçerken,
Elezer hanım ona, ismine yakışır
bir biçimde, sadistçe, " benim çok uykum var, uğraşamam onunla. Sen onu
götür bir dağın başına bırak da, orda kurtlara yem olsun!" diye cevap verdi.
Kamil Oğuz bu cevabı kötülüğüne
çekmedi, espri diye güldü, güldü, güldü! Çok güldü, kahkahalarla güldü. Katıla
katıla güldü... Yani, onun bu uzun uzun gülmelerini anlatabilmek için böylesine
uzun uzun anlatmak gerekiyordu. Sonra arabayı çalıştırıp hızla hareket ettirdi.
Kadim dostu Sami Emeksiz, hala
gülmekte olan kadim dostu Kamil Oğuz'a kızarak, inlemelerine kısa bir mola
verip, "bana güleceğine, açta kıçına gül!" diye çıkıştı.
Olsun varsın, dosluklarda böyle
terbiyesiz sözcükler zaman zaman sarf edilebilir.
Ayvalık Devlet Hastanesinin acil
servisindeki pratisyen hekim, sedye üzerinde acil polikliniğine getirilen yaşlı
hastayı süzdü, süzdü, süzdü, sonra hastayı getiren genç ve yakışıklı
refakatçısına, "neyi var bu moruğun?" diye sordu.
Kamil Oğuz, kadim dostunu
tanıyabildiği kadarıyla anlatmaya çalıştı. "Emekli öğretmenlikten bin altı
yüz küsur lira emekli maaşı ve altı tane
kredi kartı var. Kredi kartlarının limiti dolmuş bulunduğundan asgari ödeme
tutarlarını ödeyerek oyalamaya çalışmakta..."
Pratisyen hekim birden
sinirlenerek, "altı kredi kartının birden limitini nasıl doldurabilirmiş?
Hiç mi kafası çalışmıyormuş hesaba kitaba!" diye söylenmeye başladı.
Kamil Oğuz, derin üzüntülerini
dillendirmek için aradığı fırsatı yakalamıştı. Doktora, "ne siz sorun, ne
ben söyliyim toktur peyyy...Bu adam var ya, bu adam, maalesef kırkından sonra
azdı da bi urum karısına ve de onun iki
afişte kızanına yakasını kaptırdı... her
gece eğlence... içki, meze, bi de hediye derken kredi kartlarını kuruttu kart
domuz," diye uzun uzun anlattı.
Pratisyen hekim pek üzüldü bu
duruma, "tuh, tuh, tuh, vah, vah, vah," diye diye iç çekti. Ve,
sedyenin üstünde ağrısından ağlarken bu hoş sohbetten mahrum kalan Sami
Emeksiz'e dönerek, "sen bu kafayla çok yaşamazsın hemşerim," diye
ilave etti.
Sami Emeksiz bu son sözü
anlayabilmişti. "Ne kadar daha yaşarım, doktor bey?" diye sordu.
Doktor, "ama üç, ama
beş," diyerek dudak büktü.
Genç ve yakışıklı Kamil Oğuz, acil
polikliniğindeki boy aynasının karşısında göğüslerini şişirip koltuklarını
kabartarak üç boyutlu olarak kendine uzun uzun baktı ve doktora, "ne
dersiniz doktor? Bomba gibi görünüyorum di'mi?" diye sordu.
Pratisyen hekim kısaca,
"evet!" dedi.
Kamil Oğuz ise lafı uzatmak
istiyordu. "Daha elli sene yaşarım evvel Allah!" diyerek böbürlendi.
Pratisyen hekim onu tepeden tırnağa
bir süzdükten sonra, "sen de içki içiyor musun?" diye sordu
Kamil Oğuz kendisiyle gururu
duyuyordu. Doktora, "Yok, ağzıma katiyen sokmam o zıkkımı," diye
yanıt verdi.
Pratisyen hekim onu adeta aşağılar
gibi bakmaya başlamıştı. "Sen de kumar oynuyorsundur o halde?" diye
sordu.
Kamil Oğuz bu soruyu hakaret olarak
algıladı. "Tövbe deyin doktor bey, ben kahveye bilem çıkmam!" diye
tepki gösterdi.
Pratisyen hekim, "bu morukla birlikte sen
de hovardalığa takılıyorsundur," dedi. Adeta yalvararak,'he de, nolur,'
der gibi bakarak, "dimi? dimi?" diye ısrar etti.
Kamil Oğuz, böyle bir ithama
katlanamayacak kadar namuslu adamdı. "Ben namuslu bir adamım," dedi.
"Yapmam öyle terbiyesizlikler!"
Pratisyen hekimin tepesi atmıştı. "Ulan, içkin yok kumarın yok hovarda
değilsin. Bir elli yıl daha yaşayıp da ne yapacaksın?!..." diye
bağırdı.
Kamil Oğuz'a öyle sinirlenmişti ki,
otuz santim uzunluğunda bir şırınga çıkartarak içine yüz elli mili gram
novaljin, elli mili gram sinekod, on mili gram konakion, yetmiş beş mili gram
oseflu, adı şu anda aklıma gelmeyen üç şişe benexol ve bir şişe kortizon ile
bir şişe fare zehirini andıran bi sıvı doldurarak gitti, Sami Emekli'nin kıçını
bile açtırmadan, şırınganın iğnesini öylece picamasının üstünden 'hart' diye soktu.
Sami Emekli, "Nurteeennnn
yetiiiişşşş! Makatımı deldiler," diye öyle bir bağırdı ki, aynı anda Kamil
Oğuz'un telefonundan karısı Nurten arayıp kocasına, "ne var gene, ne
çağırıyon beni öyle anırarak?" diye söylendi.
Kamil Oğuz karısına çok saygı
duyardı. Hemen esas duruşa geçip, "ben değiiilll... Sami bağırıyo
karıcıııımmm," diye tekmil verdi.
Nurten hanım kızgınlığını
sürdürerek, kocasını, "Sami'nin
kendi karısı yok muymuş da Nurten yetiş, diye bağırıyormuş," diye azarladı.
Kamil Oğuz , "haklısın
karıcığım," dedi. Çok kibardı ya, ondan...
Nurten hanım, merakını
yenemeyerek, "Sami beye bişi mi
oldu da öyle acıyla bağırdı?" diye sordu.
Kamil Oğuz, "Doktor makatını
deldi," deyince kadıncağız,
"A-aaa... sapık mı o doktor,
ne?" diyerek küçük dilini yuttu.
Pratisyen hekim, "arkadaşını
al, bir çıkıkçı hocaya götür, bir güzel çekip ısırgan otuyla da bi güzel
sarsın, bişeyi kalmaz," deyince,
Kamil Oğuz , karısından özür
dileyip mazeretini beyan ettikten sonra telefonu kapatarak, bir kez daha tıpkı
Banker Bilo'nun Maho'yu taşıdığı gibi arabaya taşıtarak bir çıkıkçı hoca bulmak
üzere yollara koyuldu.
Kamil Oğuz Mangırcıkoğlu, bel ağrısı çektiği için
hıçkıra hıçkıra ağlamakta olan kadim dostu Sami Emekli'yi arabanın arka
koltuğunda ağrılarıyla ve
hıçkırıklarıyla baş başa bıraktıktan sonra loptopunu açıp çalıştırdı. Otuz iki
buçuk saniye sonra açılan ekranda gogula girdi. Gogulun boş olan arama
penceresine, "Sarımsaklı'daki bel fıtığı şifacıları," yazdı. Entere
bastı. Gogul, hafizasındaki 'sarımsak' içeren otuz beş bin yüz adet bilgiyi
listeledi.
Listenin en başındaki bilgi, "Sarımsağın Faydaları ve Zararları" ydı. Onu geçti. Şu anda lazım olmayan daha bir çok
bilgiyi geçti. Aradığı isim ve adrese, otuz beş bin doksan dokuzuncu bilgide
ulaştığında, "yihhuuu!" diye bir nida kopardı.
Sami
Emeksiz hıçkırıklarına bir an ara vererek, "noldu?" diye sordu.
Kamil
Oğuz Mangırcıkoğlu, tıpkı Arşimed gibi, "evreka! Evreka!" diye
bağırdı. "Senin için bir şifacı adresi buldum, yürü gidiyoz!"
Sami
Emeksiz, yeniden ağlamaya başladı. "Ben bu halimle nasıl yürürüm. Hiç
insaf yok mu sende?"
Kamil
Oğuz, "Yürüyerek değil, arabayla gidiyoruz. Buraya on kilometre uzaklıkta
bir köyde adam," diyerek arabayı hareket ettirdi.
Köye
hemen ulaştılar. Hemen ulaştılar, çünkü yolculuğa dair burada yazmayı gerektiren
bir şey olmadı.
Köye
ulaştıklarında, her biri birer Sivas kangalı olan köy
köpekleri arabanın farlarına gıcık oldular. Bunu, arabanın her yanını ısırmaya
çalışmalarından anlamak mümkündü!
Kamil Oğuz, hoca efendinin evine
ulaştıklarında arabayı durdurarak vitesi boşa alıp el frenini çekti ve arabadan
indi. Köpekler arabanın kaportasına dişlerini geçirmek isterken tüm dişleri
kırıldığından, onu ısıramıyorlardı. O ise, bir kez daha, tıpkı banker Bilo'nun
Maho ağayı sırtında taşıması gibi, kadim dostunu sırtına bindirip hocanın evine
doğru taşımaya başladı.
Maho ağa, pardon, Sami Emeksiz,
kadim dostu Kamil Oğuz'un sırtındayken köpeklere, kibarca, "hoştunuz!" diye bir ricada
bulununca bütün köpekler korkuya kapılıp, "cıyk! cıyk! cıyk!" diye
cıyaklaşarak kaçıştı.
Köpekleri kaçırdığını görerek
şımaran Sami Emeksiz kibarlığı bırakıp gerçek yüzünü ortaya çıkarttı ve naralar
atmaya başladı. "Kalkın ulen! Uyumayın! Hey köylü milleti...Kalkın
ulan!..."
Kamil Oğuz, "Sami! Herkesi
uyandıracaksın... Dur kıpraşma, sen kıpraştıkça sırtım ağrımağa başladı!"
dediyse de, kadim dostunun çenesi durmak bilmiyordu.
"E! Hayat işte
böyledir...Birileri, başkalarını hep sırtında taşır... Senin beni taşıdığın
gibi..."
"Tabi taşırım, sen benim
arkadaşımsın."
"Ne biçim arkadaşlık len bu
böyle..."
"Niye?"
"Niye, çünkü bu dünyanın
düzenidir. Açıkgözler hep sırtta gider. Bunu iyi belle...Kalkın len!"
Sakallı, uzun beyaz entarili ve
takkeli bir adam onun bağırmalarından uykusu kaçınca, kapıya çıktı. O da,
"Ne bağırıyorsunuz bre zındıklar?" diye bağırdı.
Kamil Oğuz, durumu kurtarabilmek
için hemen özür diledi. "Özür dileriz hocam!"
"Gecenin bu vakti ne
istersiniz benden?"
"Sırtımda taşıdığım,
saygıdeğer meslektaşınızın beli ağrımakta."
"Mademki meslektaşız, yazaydı
kendisine de bir muska..."
"O tarih hocasıdır efendim.
Zatialiniz kadar marifetli bir hoca değillerdir..."
"Tarih hocası mı? Hiç
sevmem... Onların hepsi birer tarih düşmanıdır."
"Ben de sevmem efendim.
Talebeyken, onların yüzünden bütün sınıflarımı ikmalle geçer idim."
"E, o halde neden getirdin
bana? Atıvereydin köyün köpekleri önüne..."
"Kıyamadım işte... Şiddetle
sizi tavsiye ettiler, illa ona götürün, çünkü elleri sihirbaz Mandrake kadar
hassastır, marifetlidir, dediler... atıver onun önüne dediler..."
"Randevu almış mıydınız?"
"Acil olduğu için randevu
alamadık."
"Olmaz. Bu müessesenin bir
intizamı, bir nizamı mevcut. Randevusuz olmaz."
"Bib bib bib bib.... bib bib
bib bib... bibiskrem versem?"
"Ha o zaman olur bak... geçin
içeri!"
Geçtiler içeri. Tahta üstünde oturtulmadılar,
kıçlarının altına iki minder konuldu. Karşılarına hoca efendi oturdu.
Hoca efendi ile aralarına da bir
fiskos sehpası konuldu. Hoca efendi cebinden taze bir yumurta çıkartıp sehpanın
üstüne koydu. Yumurtaya sordu: "Ey yumurta, yumurta! Çabuk söyle
bana!Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar?"
Yumurta dile geldi: "Cluk cuk
cuk... cuk cuk cluk!"
Onun dilinden anlayan muhterem hoca
efendi, 'öyle miii...', diyormuş gibi, "haaa..." dedi.
Yumurta devam etti: "cluk cuk
cluk...cluk cluk cuk..."
Muhterem hoca yumurtaya bu defa da
'haaa...', diyormuş gibi, "öyle miii?" dedi. Hemen Sami Emekli'ye
döndü. "Senin belin ağrıyormuş kardeşim, yumurta öyle dedi," dedi.
Kurban olduğumun yaradanı, isterse
yumurtadan bile bir akil adam yaratıyordu. Zaten Kadir İnanır'ı, Orhan
Gencebay'ı, Yılmaz Erdoğan'ı, İzzettin Doğan'ı, Abdurrahman Dilipak'ı, Etyen Mahçupyan'ı, Doğu Ergil'i
ile, tüm akil adamlar, yumurta gibi adamlardı. (Yazar olarak bendeniz
'nazar değmesin, tu tu tu,' diye mırıldanarak işaret parmağımı kıvırıp eklem
yerindeki kemikle üç kere tahta masama vurup, 'maaşallah!' dedim. Lütfen siz
okurlarım da aynı şeyi yapınız.)
Sami Emekli, "ben daha bir şey
demeden nasıl da bildi mübarek," diyerek hayret ettiğini belli etti.
Hoca efendi, "senin şifan için
muhterem Şemsettin Kulaklarıgevşettin efendi hazretleri bir muska
yazıverecek," dedi.
Sami Emekli, bu müjdeye pek
sevindi. "Allah razı olsun!"
"Kendileri Küçük köy
mezarlığında yatmaktadırlar. Muskayı yazıp hazır ettikten sonra mezar
toprağında gömerek almanızı sağlayacaklar."
"Allah razı olsun Şemsettin
Kulaklarıgevşettin hazretlerinden de!"
Kamil Oğuz, "o mezarı bilirim.
Geçen sene başucundaki ağaca çaput bağlayaraktan rahmetliden bir araba almamız
için yardımcı olmasını dilemiştim de, daha ayı geçmeden bir araba almak nasip
olmuştu," dedi.
Hoca efendi, "hadi madem, niye
bekliyoruz, gidin alın mezar toprağında saklı muskayı da bu kardeşimiz şifasını
bulsun," diyerek ayaklandı.
Sami Emekli ile Kamil Oğuz da
ayaklandı.
Kamil Oğuz, "borcumuz ne kadar
hocam?" diye sordu.
"Bin lira!"
Eyvah! Yanlarında bin liraları
yoktu. "Yanımızda bin liramız yok, hocam," dediler. "Sonra
versek olur mu?"
Hoca pek anlayışlı çıktı.
"Tabii ki, olur!" dedi. Bunu dedikten sonra da odaki çelik kasayı
açtı, içinden allı pullu bir boş bono çıkarttı. Bononun üstünde bazı yerleri
işaret ederek, "şuraya adınızı soyadınızı ve adreslerinizi yazınız! Bir
pulun üstünü, bir de açığını imzalayınız!"
Hocanın dediği gibi yazıp
imzaladılar. Hoca efendi, "şu satıra da hem rakam ile, hem de yazı ile iki
bin Türk lirası diye yazınız," deyince itiraz edecek oldular.
"Ama, ama, bin lira demiştiniz
ama..."
Hocanın cevabı hazırdı zaten,
"o peşin paraydı. Veresiye olunca böyle oldu!"
Çaresiz denildiği gibi yazıp bonoyu
sahibine teslim ettiler.
Hoca efendi, "senedi, maaş
aldığınız bankaya tahsile veririm.Maaşlarınızı alırken bi zahmet ödemeyi
yapıverirsiniz, emi," diye tembih ederek onları yolcu etti.
Kamil Oğuz Mangırcıkoğlu, gene
Banker Bilo'nun Maho ağayı sırtında taşıması gibi arkadaşını sırdında taşıyarak
arabanın arka koltuğuna yatırdı. Mezarlığa ulaştıklarında da, gene aynı şekilde
Banker Bilo'nun Maho ağayı sırtında taşıması gibi, Şemsettin Kulaklarıgevşettin
hazretlerinin mezarı başına kadar taşıdı.
Mezar toprağını eşeleyerek hazretin
yazıverdiği muskayı buldular. Deri bir muhafazası ve deriden askılığı olan
üçgen biçimindeki muskayı boynuna geçiren Sami Emekli, "dur, hazır
gelmişken, ben de bi çaput bağlayıp istekte bulunayım," dedi. Sırtındaki
gömleğinin ucundan yırtarak oluşturduğu çaputu mezarın başındaki ağacın dalına
bağlayarak, üç kulhü valla ile bir fatiha okuyarak, "ey Şemsettin
Kulaklarıgevşettin efendi hazretleri, senden Bayan Evniki'nin iki hiper aktif
kızının da bana sırıl sıklam aşık olmalarını sağlamanı istiyorum. Ne olur yardım
et!" diye istekte bulundu.
Kamil Oğuz onun bu isteğine güldü,
geçti ve bir kez daha Banker Bilo'nun Maho ağayı sırtında taşıması gibi
arkadaşını arabaya kadar taşıdı.
Eve döndüler.
Sami Emekli'nin evi önünde arabayı
durduran Kamil Oğuz, Sami Emekli'yi bir kez daha Banker Bilo'nun Maho ağayı
taşıdığı gibi sırtında evine kadar taşımak isterken belinin tam ortasından
"hırt!" diye bir ses yükseldi ve akabinde aşırı ıstırap veren bir
sancı ile kıvranmaya başladı. Arkadaşından onu taşıyamayacağı için özür diledi.
"Özür dilerim arkadaşım! Seni evine kadar taşıyamayacağım."
Sami Emekli, "önemli değil.
Ben kendim de gidebilirim," diyerek arkadaşına her şey için çok teşekkür
etti. "Her şey için çok teşekkür ederim arkadaşım!"
"Rica ederim. Arkadaşlık böyle
anlar için gerekli!"
"Haklısın. Haydi iyi
sabahlar!"
"İyi sabahlar!"
Sami Emekli, hoplaya zıplaya, seke
seke evinin yolunu tuttu.
Kamil Oğuz acılar içinde kıvranarak
arabanın direksiyonuna oturdu. Arabayı hareket ettirirken belinin
ağrısından hüngür hüngür ağlıyordu.
Evinin önüne ulaştığında arabanın camını indirip bağırdı: "Nurteeennnn
koooşşş!"
Karısı Nurten koşarak geldi.
"Ne oldu?" diye sordu.
Şoför mahallinden inip yan koltuğa
geçen Kamil Oğuz, "bir adet bel fıtığım oldu...Beni Ayvalık Devlet
Hastanesine yetiştir," diye inledi.
Nurten hanım direksiyona geçip
arabayı Devlet Hastanesine doğru hareket ettirdi.