Bugün
çekip gitmek var ya mahpushanenin kapılarını kırarak!
Her gün
artan bir özlemle isyan çıkartıp da, öyle...
Müteferrik
umutlarla yola çıkıp,
kavuşmaya
koşmak var ya,
varıp da
seni bulamayacağımı bile bile...
Ah be
Gülbahar!
Seninle
gülüştüğümüz günleri öyle bir özledim ki,
dudaklarında,
gözlerinde gülümsemeni görmeyi,
ellerinde
o enerjini tutabilmeyi ve beni sevdiğini söylemeni...
Öyle bir
özledim ki!
Dikenli
aşk yollarında özlem özlem damladı hatıralar göz ucumdan.
Seni
bulamadıkça dağlara, ormanlara attım kendimi eşkıya gibi...
Dağlarda
ki, ormanlarda ki ıssız yürekleri özledim,
vadilerde ki kar sularını akıtan dereleri
özledim.
Yıldız
kaymalarında,
sana
özlemimi giderecek dilekler tutmamı özledim...
Bugün
dağları, ormanları, vadileri dolaş,
renksiz
bir yağmuru avuçla benim için.
Sahra çölünün bir kıyısında susuz kalmış,
çatlak dudaklarında sinekler uçuşan bir çocuk bul,
su içir ona avuçlarından. O, bizim çocuğumuz olsun.
Ah
Gülbahar, sığdırabilsem keşke uzanan
avuçlarına
saçından
topuğuna vicdana kesmiş bir
dünyayı...
Ama çok vicdansızsın, çok;
Hangi
geceye tutulursa ay, orada nakıs bir aşk hikayen yazılıyor...
Mutsuzluktan sızılaşan kaderlere kol kanat gerip,
Ardından bir intizarla seğirtiyorsun.
Cesaretini tutmuşken parmak uçlarında,
kemirir
kuşkular yüreğini.
Kaçma
Gülbahar iyilik yapmaktan...
Apansız
gömülecek intizar alargaları
faydalı olmadığın düş
gücenikliklerindendir...
Aklın yolu birdir.
Her gün
ışığı, ışık hızıyla saplanır zamana,
sırf bu
nedenle umutlar ertelenmedi beşeriyetten,
hala
zindeyiz, otantikiz, güveniliriz...