Hayalimdeki kendim’den uzağım kaç
zamandır. Kendimi bildim bileli tüm çözümlemeler olası ihtimallerle zihnimin
odalarını tıkış tıkış doldurdu.
Öncesi var mıydı da sonrası demek
geçiyor içimden her seferinde. Peki, sonrası var olacaktı da neden an’ın üzerini
çizdim? An bellediğim ara duraklarda inip binme telaşı ile deviriyorum günleri
hatta ömrü.
Katran karası hükümlerle
gölgelenirken belli belirsiz üstelik…
Hep var mıydım da yokluğa icabet
ettim? Yoktum madem onca yıl neden varmışım gibi davrandım? Ya, hayatımdan
geçen insanlar hiç mi olmadı da şu an yanımda değiller peki onların bende
bıraktığı izler neyin nesi?
Emre… Hatta soyadı bile hatırımda ki
akılda kalıcı idi fazlasıyla tıpkı kendisi gibi. Kim mi Emre? İlkokuldan sınıf
arkadaşım.
Çocuğun gözleri yeşildi ki en bariz
kalan aklımda belki de gözleri ve hep yeşil kıyafetler giydirirdi annesi
önlüğünün içine. Yeşil harici hiçbir renk barındırmazdı. Yeşilin her tonu
pantolon ve kısa paçaları.
Boyu uzadıkça daha da çekerdi
paçaları pantolonunun. Yoksa gelişen kemikleri miydi isyan eden bunca dar bir
kalıbın içine sığmaya çalışırken?
Ben de sürekli bir şeyler sığdırmaya
çalışırdım ama çantamın içerisine. Çantamdı hep ama hep ağır çeken hatta tam
bir külçe. Ama Emre’nin pantolonu idi hep boydan çeken. Bir gün bir yıl derken
okul hayatımın neredeyse ilk yarısında annem getirip götürürdü beni okula her
ne kadar isyan etsem de. Emre ise tek başına gidip gelirdi. Ve diğer
çocuklar…Ne var ne yok tıkardım çantaya belli ki çoğunluğun dolduruşuna
geliyordum. Lakin sınıfta çanta taşımayan tek kişi idi Emre. Nasıl da dalga
geçerdi sınıftakiler. Ve beslenme çantasında sadece su bulunurdu. Kimseden de
bir şey talep etmezdi ki önemsemezdi etrafındakileri her ne kadar mercek
altında incelendiğini fark etse de çocuk aklıyla. Biz fazlasıyla önemserdik ama
özellikle de renk renk pantolonlarını.
Güzel gözleri hüzün ile dolarken
birkaç kez rast gelmiştim koridorda sessizce ağlarken:
‘’Emre, ne oldu ağlıyor musun?’’
demem kalmaz hızlı adımlarla uzaklaşırdı yanımdan.
Garip olan Emre miydi yoksa bizler
miydik sanırım acımasızlığımız daha o yaşta esir almıştı ufacık bedenlerimizi
ve ruhumuzu.
Öğretmen farklı davranırdı Emre’ye
her nedense. Geçiştirirdik çocuk aklımızla. Ve her beslenme saatinde yanına
çağırırdı Emre’yi. Fısır fısır konuşurlardı.
Sınıfın en haşin iki yumurcağı sık
sık sıkıştırırlardı Emre’yi bir köşeye ve karın boşluğunu yumruklarlardı
zavallının.
‘’Muhallebi çocuğu, hadi anlat. Ne
dedi öğretmen sana?’’
Ağzını bıçak açmazdı oysa ve
kırmızıya çalardı suratı. Hep mutsuzdu ve hep suskun. Vardı bir derdi lakin tek
kelime çıkmazdı ağzından. Derse fazlaca iştirak etmese de hiç mi hiç
üstelemezdi öğretmen.
Sınıftakiler delil toplama peşindeydi
Emre’nin deliliğine toz kondurmazken. Ne acımasızlık!
‘’Oğlum, uzat paçalarını. Ne o kumaş
mı yetmedi yoksa?’’
Artık slogan bellemişlerdi. Kendini
bilmezler ne zaman Emre’yi tek başına görseler cürümlerini sürdürüyordu.
Yaz tatiline şunun şurasında kaç gün
kalmıştı demeye kalmadı ki bizler iyice sermiştik postu. Sıcak ve bunaltıcı
havada öylesine pestilimiz çıkmıştı ki yaramazlığa bile fırsat bulamıyorduk.
Hele ki verilen yaz ödevleri akla zarardı. Belli ki koca yıl yaptığımız
yaramazlıkların acısını çıkarıyordu öğretmenimiz.
Devamsızlık had safhadaydı. Bir
yandan tatil planlarımız havada uçuşuyordu.
Zile az bir zaman kalmıştı ki bir
hışımla sınıfın kapısı açıldı ve gençten bir ada girdi sınıfa. Ne kadar da
Emre’yi andırıyordu.
‘’Hoca hanım…’’demesine kalmadı ki
öğretmenimiz inanılmaz kızgın gözlerle bağırmaya başladı:’’Burası Dingo’nun ahırı
mı?’’
‘’Çok çok özür dilerim. Bu…’’
Tıktı öğretmen lafı adamın ağzına.
Adamın da yeşil gözleri vardı ve
hüzünle bakıyordu.
Öğretmen bas bas bağırmaya devam
ediyordu adamı dinleme zahmetine bile katlanmadan. Belli ki sıcak iyice
germişti sinirlerini.
‘’Emre’yi götürmeye geldim’’
demesiyle tiz bir çığlık çalındı kulağımıza:
‘’Dayı yoksa yoksa anneme…’’
Bağıran Emre’ydi. Adam kürsüye
yaklaştı:’’Çok özür dilerim ama acil.’’
Emre koşarak gelmişti dayısının
yanına ve döndü öğretmene:’’Çıkabilir miyim?’’
En az öğretmen kadar şaşkın ve
merakla olaya kitlenmiş ve olanlara akıl sır erdiremiyorduk.
Ertesi gün gelir diye bekledik
Emre’yi ve bir sonraki güne ve daha sonraki günler. Ne var ki Emre’yi bir daha
hiç görmedik.
Karnelerin dağıtıldığı gün yine
bekledik Emre’yi ve boşa çıktı umutlarımız.
Bizler tüm acımasızlığımızı unutmuş
Emre’nin yolunu gözler olmuştuk ve bir o kadar özlemiştik.
Toplu halde resim çektirirken okulun
son gün öğretmenimiz titrek bir sesle konuşmaya başladı:
‘’Çocuklar keyfinizi kaçırmak istemezdim
ama Emre aramıza dönmeyecek.’’Ve kısa kesti konuşmasını sarf ettiği son cümle
ile:’’Maalesef Emre’nin annesi…’’tamamlayamadı sözünü. Yığılıp kalmıştı sınıfın
ortasında.
Güç bela yetişti imdadına diğer
öğretmenler ve veliler. Zorla da olsa kadıncağız ayılmıştı. Sapsarıydı yüzü giydiği
etekten bile sarı. Ve bu konu bir daha asla açılmadı.
Yaz tatili su gibi akıp geçmişti. Yeni
eğitim döneminin ilk günleriydi. Diğer sınıftan kulağı delik bir kız çocuğu
çekti bizleri bir kenara ve:’’
‘’Emre var ya’’
‘’E, ne olmuş Emre’ye?’’
‘’Onun annesi annemin terzisi. Bilmem
bilir misiniz?’’
‘’Bize ne ki bundan.’’
‘‘Nesi var mı? Annemin tüm gece
elbiselerini o dikiyordu. Bilin diye söylüyorum.’’
‘’Demek terzisi öyle mi?’’
‘’Dedim ya.’’
‘’İyi de mademki annesi terzi niye
paçaları hep kısa?’’
‘’Annem artan kumaşları hep verirdi
sırf yardım olsun diye. Neyse bilin diye söyledim. Anlayın artık neden öyle
garip giyindiğini.’’
Derken çirkin bir kahkaha attı. Belli
ki daha diyecekleri vardı:
‘’Size bir sır vereceğim gerçi annem
söylememem için tembihledi ama…’’
Sınıfça kızdan pek haz etmesek de
meraklanmıştık doğrusu:
‘’Hadi, çıkar ağzındaki baklayı.’’
‘’Emre’nin annesi çok hastaydı.’’
‘’Bize neden söylemedi ki? Ya, şimdi
nasıl?’’
Lafını bitirmemişti ki biri gelip
çekti kızı kolundan.
‘’Ben sana ne demiştim, unuttun mu?’’
‘’Ama anne.’’
‘’Çocuklar siz bakmayın Leyla’nın
densizliğine.’’
Biz hala çocuk aklımızla oturtmaya
çalışıyorduk bulmacanın dağınık parçalarını.
‘’Söylesenize şimdi nasıl hem Emre de
görünmedi hiç.’’
‘’Üzgünüm çocuklar. Ama bilin ki Emre
yeni yuvasında çok mutlu olacak.’’
O senenin neredeyse tamamını
düşünmekle geçirdim daha doğrusu hepimiz zira fazlasıyla etkilenmiştik bu
olaydan. Ve ilerleyen süreçte öğrendik ki akrabaları Emre’yi yetiştirme yurduna
yerleştirmişler. Bir daha ne Emre’yi gördük ne de bir haber aldık ondan. Ama biliyorduk
ki her nerede olursa olsun o bizim Emre’mizdi, güzel gözlü arkadaşımız. Gözlerindeki
o hüzün ve kısa pantolon paçaları ile ki sebebini ve anlamını seneler sonra
anlayacağımız.