Örtüyorum üzerini kirli
ne varsa. Hacmi sığmadı kötülüğün iyi addedilenler, zincirleri ile yaşarken.
Toprakla örtüyorum ölü
yüzleri. Kırılgan değil hiçbiri ama ölesiye kırmaya kurgulanmış hayatları ile
mutlu mesut yaşıyorlar.
Bir derken iki derken
saymayı unuttuğumuz.
Ahret’e yolcu kalmasın.
Gemisini kurtaran kaptan. Rota hepten şaşmış.
Adamlar soluksuz
kadınlar öfkeli insanlar yolsuz kalmış ve umarsız.
Duyduklarım havada öbek
öbek kirletiyor boşluğu. Boşluk bile üzgün kirletildiği için.
Anlamsızlık almış
başını gidiyor.
Saymayı unutmak da fark
etmiyor hala sayılar deviniyor sarkaçta inanılmaz bir ivme ile değişen haneler…
Beş, altı ve artıyor
biteviye.
Umarsızlığımızla hala
gülüyoruz yitip gidenlerin ardından. Ecele kabahat buluyoruz sus pus
vicdanlarımız çetrefilli hesaplar peşinde koşarken.
Yıkılmadık, demek ne
zormuş bizler yıkarken kendi kalelerimizi.
Bir çocuk, bir aile,
ateş düşen ocaklar ya biz ne yapıyoruz? Günümüzü kurtarıyoruz bilmiş bilmiş ahkâm
keserken:’’Vay be, doğru mu duyduklarım? Mekânları cennet olsun.’’
Sıralı ölüm değil hiç
biri. Ecel’e biçilen ceza aslında kendimize biçtiğimiz o sinsi planlarımız.
El ele insanlar ama
birbirine çok uzak.
Sevgi sözcükleri
fısıldıyorlar birbirlerinin kulaklarına ve ilk fırsatta tekmeyi basıyorlar.
Utanç katsayımız çoktan
boylamış sıfırı.
Eşkâli olmayan sesler
duyuyorum birbirini yargılayan ve nefret ile yoğrulmuş kimlikler.
Her şey çok farklı
öncesinden ve nasıl ucuz insan hayatı. Kırmızı ışıkta gaza basan arabalar ölüme
sebebiyet veriyor.
Bilinçsiz politikalar
hep gündemde ve ilk sırada.
Bakalım bu gün kim
kimin kuyusunu kazmış?
Derken yemeğe geçiyoruz
ailecek.
Topu topu üç beş
cümleden ibaret diziler ile uyuşturuluyor zihinler. Evde herkes ayrı bir odada
ve süslü oyuncaklarımız ile teknolojiye çalım atıyoruz.
Her yer ama her yer
kirli dolu. Aldatılmış kadın ve adamlar, ailesinin sevgisinden nasiplenmeyen
hüzünlü çocuklar.
Reklamlara dalıp
gidiyoruz. Uzak memleketlerin hayali ile sığınıyoruz kredi kartlarına. Daha gösterişli
olmalı evimiz barkımız ve daha donanımlı olmalı kullandığımız cihazlar.
Asgari ücretin
yıllardır tartışıldığı bir ülkede oynuyoruz sayısız hanelerle, rakamlara ve
geri kalmıyoruz birbirimizden. En iyisi, en güzeli ve en pahalısı. Öyle ya,
para dediğin ne ki. Yeter ki sirkülasyon olsun ekonomide. Varsın ekstreler çığ
gibi büyüsün.
Büyüyelim, kalkınalım
varsın borçlanalım hem kişisel hem ülkece.
Gece olmuş. Hava da
sıcak. Klimanın varlığı değil mi ki sıcağı dahi cazip kılan.
Alt yazı geçiyor
kerelerce:’’Vay, yine mi şehit verdik…’’
Ne olacak ki yeter ki
biz sıcak yataklarımızda uyuyalım silikon vicdanlarımızı yastık yapıp.
Derken sabah oluyor. Balık
hafızalarımız ile unutuyoruz bir gün evvelki acıları. Ne de olsa ateş düştüğü
yeri yakar.
‘’Bey, kartını versene.
Alışveriş yapacağım.’’
‘’Tabii karıcığım. Seni
mi kıracağım? Bu gün geç gelirsem merak etme.’’
‘’Tabii ki aşkım. İş yemeği
mi?’’
‘’Ya, sorma. İş hep iş.’’
‘’Kokun yeni mi aşkım?’’
‘’A, evet. Yeni.’’
‘’Melahatler’in yeni
oturma odası takımına hayran kaldım. Bir ara gidip de mobilya bakalım, e mi?’’
‘’Seni mi kıracağım?’’
Öyle yoğun ve öyle
yorgunuz ki alt yazıyı bile görmüyoruz spiker söyleme zahmetine bile girmezken.
Günü kurtarıyoruz hatta
an’ı.
Sevdiğimizi sanıp
birbirimizi ama öncelikle kendimizi kandırıyoruz.
Ne kolay sevmek, değil
mi sadece tüketime odaklı hayatlarla farkında bile değiliz kendimizi, ailemizi tüketiyoruz.
Cenazeler kalkıyor
ülkenin dört bir yanından.
Gözler ağlamaktan
kırmızı. Annesinin karnında çocuklar bilmiyorlar ki gözlerini dünyaya
açtıklarında baba sevgisinden ve babalarının varlığından bihaber idame
ettirecekler hayatlarını.
Aldatıyoruz mütemadiyen
ve aldanıyoruz.
Aldırış etmiyoruz
birbirimize ama yüksünmüyoruz da ve asla ders almıyoruz hatalarımızdan.
Satır aralarında
verilen haberlerle rahmet okuyoruz şehitlerimizin ardından ve sürekli şikâyet
ediyoruz oysaki Tanrı bir şikâyet merci değil bilakis bizlere akıl ve mantık
ihsan etmiş ama kullanalım diye yoksa birbirimize bozguna uğratmak adına değil.
Sevgi sadece TDK’nın
tozlu yapraklarında kalmış bir mefhum unutulmuş diğer sözcükler gibi.
Vicdan da takılmış
peşine sevgi’nin bilmiyoruz ki asıl insanlığımızı öldürdüğümüzü.
Çok ama çok kirli
dünya. İnsafımız kurumuş da farkında bile değiliz.
Analar bin bir emekle
büyütürken evlatlarını bugünleri görselerdi dünyaya getirir miydi sübyanları?
Ne sanıyoruz kendimizi?
Erişilmez mi ya da mükemmel hatta fazlasıyla ayrıcalıklı öyle ya büyük şehirlerdeki
şanslı kesimdeniz ellerimiz cüzdanlarda taparken paraya ve narsis eğilimle âşıkken
kendimize. En güzeliz, en yakışıklı, en akıllı, en zengin belki de en aptal ve
en zavallı.