İçim
burkuldu. Ustam, eşi ve çocukları geldi gözümün önüne. Karısını ve çocuklarını
çok severdi. Kavgaları da olurdu, ama her halde sevgisini belli edemezdi. Ya
çocukları, babaları her geldiğinde nasılda sevinçle koşar ona sarılırlar,
yanaklarından öperlerdi. Şimdi ne yapardı bu çocuklar, kim bilir nasıl
üzülecekler. Ya karısı, o ne yapar acaba, kocasına bir avukat tutarlar mıydı?
İçerisi tehlikelerle dolu diyordu Amir, sahip çıkan olmasa her an
öldürülebilirdi.
Ne işin vardı be adam? Paran mı, pulun mu
yoktu, neden niçin yaptın bu pis işi? Meraktan mı, hevesten mi kim bilir? Bunca
sene yaptıklarını çok iyi gizler, hiç de belli etmezdi.
Amir Bey ve hemşireler gidip de yalnız
kalınca duygulanmış, gözlerim dolmuştu. Gözyaşlarım yüzüme doğru akarken
silmeyi bile düşünemedim. Hayatı hep olumsuz yönleriyle mi tanıyacaktım. Benim
gibiler yaşamayı nasıl sevsinler, henüz kaç yaşımdaydım ki?
Amir Beyin anlattıklarını düşünme zamanım
oldukça boldu. Beni fena kullanmışlardı, sanırım buna kullanma derlerdi.
Haberim olsaydı beklide korkar uyuşturucularının eline düşmezdim. Yetkisi
olanlar beni haberim olmadan yem yapmışlardı. Hem de ne yem! Bu genç yaşımda
okkalı bir ders aldığımı biliyordum, farkında olmadan kullanılmak. Galiba
içimde burukluk oluşmuş, birazda kızgınlık vardı. Kolay değil, kıl payı ölümden
kurtulmuş biri olarak, kızmak için haksız da sayılmazdım elbette.
Günler geçtikçe iyiden iyiye iyileştim.
Artık serum da olmadığı için ayağa kalkıyor, yürümeye çalışıyor, tuvaletime
bile gidiyorum. Bir ara hastaneye berber gelince, canım acısa da tıraş olmak
istedim ve sakalımı kestirdim, sakallı olmayı hiç sevmezdim. Yüzümdeki
morluklar da azalmış yüzüm ortaya çıkmış, renkte gelmişti. Ağrılarım azalınca
ellerim ve kollarımda oldukça rahatlamıştı. Öğlen vakti gelen hemşireye:
---
Ne kadar daha kalmam lazım, Doktorda pek gelmez oldu.
---İstediğin
kadar kalabilirsin canım, senin için süre yok, iki üç gün daha buradasın.
Zamanla
hastaneyi gezmeye başladım. Bir gün yaşadığım daha doğrusu şahit olduğum bir
olay, hafızamda yıllarca kalacak şekilde, hayatta nelerle karşılaşabileceğimi
bana güzel bir dersle öğretmişti. Sabah saatlerinde yattığım odanın önünde
bağrışma ve ağlama sesi geldiğini duyunca merakımdan kapıyı açarak baktım,
sedyede oturan bir adamı ve yanında bulunan bir bayanla erkeği endişeli haller
içinde gördüm. Adam gözyaşları içinde ağlarken yanındakiler onu teselli ediyor,
bir şeyler söylüyorlardı. Yanlarına gelen hemşirelerde adamı sakinleştirmeyi
başaramadılar. Yavaşça yaklaşarak
hastanın yanındaki adama sordum:
---Geçmiş
olsun neler oldu?
Adamcağız
üzüntülü bir şekilde:
---Eniştem
rahatsız, ameliyat olması gerekmekte,
fakat o istemiyor.
---Tehlikeli
mi?
---Hayır,
ama o istemiyor inşallah razı ederiz.
Fazla
kalamayıp oradan ayrıldım, ancak o adamın davranışını aklım almadı. İnsanlar
iyi olmak için hastaneye koşarlarken bu adamın niye böyle davrandığına o kişi
ile bir daha karşılaşana kadar bir anlam verememiştim. İki gün sonra koridorda
gezerken açık bir kapıdan içeri baktığımda, içeride o adamın yattığını gördüm,
dayanamayıp içeri girdim yanına yaklaşarak:
---
Geçmiş olsun,
Dedim,
yanında hanımı vardı.
---Sağol.
---Ameliyat
oldunuz mu?
---Evet,
oldum.
Hanımı
bana oturmam için yer gösterdi, oturdum.
---Geçen
gün boşuna o kadar korkup ağladın, bak şimdi iyileşmişsin.
Dedim.
---Sorma
kardeşim, ah bir bilsen?
---Anlat
o zaman,
Dedim,
kısık bir sesle:
---On
yıl önce annemi, dokuz yıl öncede babamı ameliyat masasında bıraktım. Önemli
hastalıkları yoktu, ama nedense ikisi de aynı şekilde rahmetli oldular.
Doktorlarda o zaman bu olanların nedenini bulamadılar. Aynı şekilde bende
masada kalacağım diye çok korktum, kimse beni anlayamazdı.
---Tamam,
sen fazla yorulma haklısın tekrar geçmiş olsun,
Diyerek
odadan çıktım.
Ertesi günün ikindi vakti koridorlarda bir
ağlama, bağrışma, bir telaş vardı. Odamdan çıkıp baktığımda iki gün önce
ameliyat olan adamın karısı perişan bir şekilde ağlıyor, feryat figan ediyordu.
Belli ki olumsuz bir şeyler vardı, yakındaki hastabakıcıya yaklaşıp sordum:
---Neler
oluyor Abi?
---Sorma
kardeşim, bu hanımın beyi az önce vefat etti. Doktorlarda şaşkınlık içinde, ne
olduğunu bile anlamadılar.
Duyduklarım
karşısında donup kalmış adamcağızın korkusunun gerçekleştiğine gözlerimle şahit
olmuştum. İçine doğmuş olmalı ki, ameliyattan önce çok ağlamıştı. Kim bilir
nedeni neydi, yoksa ilginç bir tesadüf müydü? Fazla etkilenmiş içeri girerken
duygulanmış, hayatta ne enteresan olaylar oluyor diye söylenip durmuştum.
Vakit
buldukça diğer hastalarla konuşuyor, hal ve hatırlarını memleketlerini
soruyordum. Her yerden gelen vardı. Zamanım güzel geçiyor, genç hemşireler beni
görünce yanıma gelip nasılsın diyor, isteğimin olup olmadıklarını soruyorlardı.
Bu ilgi hoşuma gitmiyor değildi. Artık kadınlara farklı gözlerle bakıyordum da,
onların bakışları beni utandırıyordu.
Kadınlar konusunda çok tecrübesiz olduğumu
anlıyor, zamanla onlar hakkında daha çok şeyler öğrenmem gerektiğini
biliyordum. Çocukluğumdan beri insanlardan, en çok da kadınlardan uzak kalmış,
onların duygularını, ne düşündüklerini, nelerden hoşlandıklarını öğrenme
fırsatım olmamıştı. Şimdi, kadınlara karşı içimde tarif edemediğim arzular,
istekler, heyecanlar oluyor, bir şeyler söylemek istiyor fakat bu duygularımı
onlara nasıl ifade edeceğimi bilemiyordum.
Düzce’de tanıdığım Mine aklımdan hiç ama
hiç çıkmıyor, burada gördüğüm kadınlara da benzemiyordu. Hem çok güzel, hem de
bakışları çok farklıydı. Henüz hayatımda bir kadınla beraber olmamış, nasıl
olacağını da bilmiyordum ama nedense onun yanında olmak, gözlerine bakmak,
sesini duymak için büyük bir istek duyuyor, yeni yeni farkına varmaya
başladığım arzuların beni etkisi altına aldığını anlıyor, tarif edemediğim
duygularla boğuşuyordum. Ayrıca, Mine aklıma geldiği anda heyecanlandığımı
hissediyor, bu halime şaşırıyordum. Bana, anlamadığım bir şey olmuştu ama ne?
Sonra aklım, Amir Beyin giderken eğilip kulağıma söylediği sözler takılıyordu.
Ne vardı bu kadında acaba, neye dikkat etmeliydim? Merakımda dayanılmaz
boyutlara ulaşmış, içinden çıkılmaz bir hal almıştı.
Hastaneden çıkmama yakın günlerden birinde
içimde biriken bir merakımı yenmek için, odama gelen yaşlı bir hemşireye;
---Abla
sana bir şey sorabilir miyim, ama kızmayacaksın tamam mı?
Merakla
bana bakarken yanıma yaklaştı:
---Sor
bakalım, bileceğim bir şeyse elbette.
---Burada
çalışan genç hemşireler neden bana çok ilgi gösteriyorlar, dikkatlice
bakıyorlar. Bir şey mi oldu, yanlış bir şeyler mi yapıyorum? Kötü bir şey
yaptıysam özür dilerim.
Kadıncağız
gülerek;
---Çocuğum
sen hiç aynaya bakmaz mısın? Yakışıklılığın, güzelliğin hastanenin dilinde.
Utanmıştım.
---Öyle
mi?
Dereken
yatağa oturup yüzümü yere doğru çevirdim.
---Utanma
oğlum, Allah vergisi senin ne suçun var kim istemez ki bu güzelliği.
Derken
odadan uzaklaştı.
Şaşırmadım desem yalan olurdu. Elimde
olmadan kalkıp yan taraftaki aynaya baktım, yüzümü inceledim. Evet, güzel bir
yüzüm vardı fakat kadınları bu kadar etkileyen neydi
diye
düşündüm. Yeşile çalan gözlerim, siyah kaşlarım, beyaz yüzüm, uzun boyum onları
etkiliyordu herhalde. Mine’de bu yüzden mi benimle tanışmak istemişti?
Nihayet Doktor, artık iyileştin
çıkabilirsin dediğinde hastane günlerim bitmişti. Bende toparlanarak, bir an
önce çıkıp işime bakmalıydım, burada on iki gün kalmıştım. Hemşirelere,
hastabakıcılara veda ederek ayrılırken dikkat ettim, genç hemşirelerin bana
bakışları Mine’nin bakışlarına benziyordu. Neler düşündüklerini bilmek
isterdim, belki de benden hoşlanmışlardı.
Hastaneden ayrılınca doğruca arabanın
yanına gittim. Emin bir yere çekildiğini görünce rahatlamış halde kapıyı açıp
bıraktığım emanetlere baktım, yerlerinde duruyordu. İç çamaşırlarımı alarak
Kadıköy tarafında bulunan ve daha önce birkaç kere gittiğimiz hamama gidip, bir
güzel yıkanıp temizlenince, üzerimdeki hastane kokusundan da kurtulmuştum. Tekrar
arabamın yanına varıp, okkalı bir yemeğin ardından yola çıktım. Ancak kafamdaki
düşüncelerimde benimle beraberdi, ne yapmalı, nasıl bir yol izlemeliydim?
Mine, hastanede yattığım her gün her saat
aklımdan gitmemiş, düşüncelerim hep onunla meşgul olmuştu. Amirin beni
uyarması, Mine ve duygularım, ya o bakışlar, her an gözümün önüne gelirken
bedenimdeki dayanılmaz arzular beni o yöne çeken kuvvetli birer mıknatıs
gibiydiler. Mine’yi tanıdıktan sonra, daha önceki yaşadıklarımı düşünemez
olmuştum. Yola baktığımda karşımda hep o gözleri, o bakışları görüyor, beni
arzuyla çağıran sesini duyar gibi oluyorum. Irmağın dönek dediğimiz akıntısına
kapılmış bir halde, hep aynı düşüncelerle içinde çabalıyor, tam anlamı ile
kendime bir çıkış bulamıyordum. Saatler önümdeki yol gibi uzayıp gidiyor…
Arabamda yük olmadığı için iyi yol
alıyorum. Polis korkusu da olmadığından çok fazla dinlenip zaman kaybetmeyince,
tahminimden bir gün önce Düzce’ye vardığım zaman, vakit öğleni yeni geçmişti.
Arabamı eskiden bıraktığımız yerlerden birine bırakarak şehir içine gittim.
Çekinerek ve tedirginlik içinde Emniyet binasına girerken burada yaşadıklarım
yeniden aklıma geldi. Suçum olmadığı halde beni çok sıkıştırmışlar ama sonunda
beni de burada çalışan insanlar kurtarmışlardı, onlara minnet borcum vardı.
İçeri girip Amir Beyin odasını sorduğum
anda üstüm başım temiz ve düzenliydi. Bu nedenle olmalı beni iyi karşıladılar
ve yukarı kata çıkardılar. Bu katlar çok temiz ve bakımlıydı. Hâlbuki beni
aşağı katlardaki o yaşaması bile zor odalara indirmişlerdi. Suç işlemek iyi bir
şey değildi ama yinede insana insan olarak değer verilmeli diye düşündüm. Hele benim gibi buralara düşenlerin içinde
suçu olmayanlar olabilirdi.
Yanımdaki
memur Amir Beyin kapısını çaldı, içeriden ses gelince kapıyı açıp bir
ziyaretçiniz var dedi. Buyursun deyince içeri girdim.
---Hayırlı
işler, Abi.
---O…
Hikmet geldin demek, buyur gel otur bakalım. Oğlum bize iki çay getirir misin?
---Hemen
Amirim.
Bana
gülümseyen gözler ve önem veren tavırlarla:
---İyi
ki geldin, özledim seni evlat hoş bir delikanlısın. Rahat geldin mi bari?
---Sağol
Abi sayende hastanede iyi bakıldım, el üstünde tuttular, yedirdiler içirdiler,
başka ne diyeyim.
---Senin
için az bile, sana karşı borcumuzu henüz daha ödeyemedik. Burada da birkaç gün
kal. Misafirhanemizde misafirimiz olursun.
---Düşünmem
gerekecek Amir Beyim bakalım.
Bir
saat kadar oturdum, hastaneden, yollardan konuşurken zaman geçmişti. Şimdilik
hoşça kal derken kendisine:
---Amir
Beyim, Ustamı görmek istiyorum, bu konuda bana yardım eder misin?
Dedim.
---Tamam,
sen akşama kadar gez, hava kararırken yan taraftaki misafirhaneye gel, ben bir
şeyler ayarlamaya çalışırım.
İzin isteyip çıktım. Şehir merkezine doğru
yürüyüp, etrafı sarmaşıklarla çevrili bir kahvehanede oturup, çay içtim. Daha
sonra şehrin ana caddesinde yürüdüm biraz. Cadde üzerinde sıralanmış dükkânlar,
lokantalar, insanlarla doluydu. Canlı bir şehirdi, yolları düz ve genişti.
Şehir düz bir arazide olduğu için çevrede yüksek dağlar ve tepeler görülmese de
yeşilliği bol bir yerdi. Buralara çok yağmur yağdığından her daim yeşil kalan
bir memleketti. Bir bakkal dükkânının önünde
çuval içinde fındık gördüm. Yaklaşarak bir iki tane kırıp tadına baktıktan
sonra hediye olacak şekilde ikişer kiloluk birkaç paket aldım. Yavaş adımlarla
arabayı bıraktığım yere doğru yol aldım.
Mine aklımdaydı. İçimdeki görme arzu ve
isteği dayanılmaz boyutlara ulaşmış, karşı duramayacağım boyutlara ulaşmıştı.
Şunun şurasında Mine’den birkaç yüz metre uzaktaydım, akşama kadar bir uğrasam
mı diye düşündüm. Amir Beyin beni uyaran sözleri de aklımı kurcalıyor,
bilmediğim neler var diye derin düşüncelerle boğuşuyordum. Kimdi bu kadın ve
nasıl bir sırrı vardı? Benim ondan uzak kalmam neden istenmişti? İçimdeki
dayanılmaz bir merak ve yeni yeni farkına vardığım erkek olmanın verdiği
arzular ve Mine’nin bana bakan o sevgi dolu bakışları, dinmeyen heyecanım ve
tekrar başlayan titremeler.
Vakit ikindiydi, içimdeki duygulara daha
fazla direnemeyeceğimi anlayınca eşyaları arabama bırakarak Mine’ye uğramaya
karar verdim. On beş dakikalık bir yürüyüş sonunda evinin önündeydim. Mahalle
çok kalabalık olmadığı için yollar sakindi, bu nedenle fazla insanla
karşılaşmadan heyecan içinde buraya kadar gelmiştim. Heyecanım Mine’den ziyade
onunla ilgili söylenenlerdi. Cesaretli bir insan olmanın verdiği güçle bahçe
kapısını aralayıp içeri girdim. Bir bilinmeyene doğru gittiğimi biliyor, ancak
yapılan ikazlara rağmen bu bilinmeyenlere kendi irademim bile karşı duramadığı
arzu ve isteklerle yol aldığımı hissediyorum. Şu an, bir kancada sallanan
balıktan farkımın olmadığını görüyorum. Fakat ne olacaksa tamamen benim isteğimle
olmalı, merakımı yenmeliydim.
Evin kapısına yaklaştıkça içimdeki heyecan
katlanarak arttı. İyide ben bu eve daha öncede gelmiştim, neden bu kez daha
farklı duygular içindeydim. Yoksa Mine’ye erkek olmanın verdiği ve karşı cinse
duyulan arzu dolu duygularla mı yaklaşıyordum? Kafamda çözemediğim, aklımın
yetmediği ne çok soru vardı.
Evin yan tarafından gelen sesleri duyunca
dinledim, bir kadın bir şeyler söylüyordu. Bir an durakladım, ardından o tarafa
yöneldim. Evin duvarını dönünce birden Mine ve oğlu ile karşılaştım. Kadın,
bahçeye ekilen sebzelerle uğraşıyordu. Başı yarı açık, saçları öne düşmüş,
rahat bir vaziyetteydi. Oğlu beni daha önce fark ederek:
---Anne,
Anne bak!
Mine,
işini bırakarak doğruldu ve karşısında beni görünce şaşkınlık içinde:
---Hikmet?
Diye
seslendikten sonra:
---Doğrusu
beklemiyor, artık gelmez diyordum.
Birden
büyük bir sevinçle koşarak yanıma geldiğinde biraz terlemiş, yüzü kızarmış
dayanılmaz bir güzellik almıştı. Ya bakışları, bir an kalbim duracak sandım.
Ona karşı dayanılmaz bir haz duyduğumu anladığım an, her yanım derinden derine
kasılmış, nefesimi alamaz olmuştum. Ne oluyordu bana Allah’ım, nasıl bir şeydi
bu yaşadıklarım?
---Gel
oğlum hadi içeri girelim, zaten akşam oluyor, bak Hikmet Abin de geldi.
Diyerek
çocuğu kucağına aldı ve eve doğru gitmeye başladı. Ben oracıkta öylesine durdum
ve yüreğimde coşan fırtınalarla onu seyre daldım. Bana bakınca, ona farklı ve
alıcı gözle baktığımı anlaması hiçte zor olmamıştı.
---Hadi
Hikmet, gel sende.
İçeriye
girdiğimizde bana oturacak bir yer gösterdi. Üstünü değişmeye gidecekti ki: