Mükellef kılındığım sol
yanım ve iç sesim.
Tüm kısır çekişmelerden
uzak bir başına adımlarken o boyutlar arası yolculuğumda ne varsa yarenlik
eden. Ne sıradan ne sıra dışı. ‘’Elbet vardır bir ortası’’ dediğini duyar
gibiyim.
Kırmadan etrafımı ve kırılmayı
göze almışken çıktım bu yola.
Mizansen ayrıca keyif
verici ve farklı kimlikleri ile saf tutmuşken onca insan.
Ne bir eksik ne bir
fazla.
Nedir doğru nedir
yanlış, deme hakkı bile tanınmamışken çıkardım pek çok şeyi gözden. Belki de
gözden çıkarılmamdı buna sebep.
Hoş nazarla bakmak ve
duyumsamak evreni asla zor olmadı benim için. Hem yakınımdakiler hem çok
uzağımda kim varsa.
Ne tekil ne de çoğul
ama eşleşmenin verdiği o özgüven.
Soyutlanmaksa somut
kılındığım o düzeneğin baştan çıkarıcı büyüsü. Sihirli değnek dokunduğu an
kayıp nizam peyda oluyor ve alıyorum yerimi hem de en ön sırada. Sağım solum
boştu önceleri ve peyder pey dolmaya başladı salon.
Ortada bir sahne ve
sergilerken marifetlerini o heyula varlıklar bir hoş oluyor içim sızım sızım
sızlarken ve kanarken usul usul.
Bir bebeğin çığlığı
çalınıyor kulağıma. Ya aç ya da acı çekiyor o hengâmede. Kim bilir nedir derdi?
Ağzı var dili yok sübyanın. Budur belki de benzeştiğimiz ortak nokta.
Masumiyetin çağrısı nasıl yakın ve nasıl yakıcı bazı şeylerin eksikliği. Şey ya
da kim ise… Kim olursa olsun nerede peyda olmuş ise o bilinmezlik. Dinmek
bilmeyen bir öfke hâsıl olan bir süre sonra sönmeye mahkûm. Anlık bir çağrışım
belki de ömürlük bir acı ve tutunurken hayata bir yerlerinden tutanağa geçirdiğim
tüm o somut veriler. Belki de soyutlanmanın getirdiği çağrışım ezelden bu yana
ve ebediyete sürüklenirken.
Mutlak ne çok önyargı.
Çağrışım yapan her ne ise belki de suçlanmak hissettiklerime odaklı hatta suç
teşkil eden o koca sözlük her yeni gün içinden çalarken hüznü zimmetli olduğum
ve muaf tutulduğum koca bir devinim ellerimle çizdiğim o çemberin tam da
ortasında beklemekteyken tüm paralel ve teğet geçecek koordinat bileşkelerini.
Neye odaklı olursa olsun asla hicap etmediğim duygularım ama bir yandan yaptığı
o çağrışımın bitimsiz yankısı sarılmışken kâğıt kaleme.
Zamanın çok ama çok
gerisindeyim gerisinde kalmamak adına mutluluğun zira zincirin bir halkası
olmaktansa kırık bir dal olmayı yeğledim uzun süredir belki de tüm o dogmaların
ve önyargıların uzağında kalmak adına.
Kelimelerin coşkusu
yeri geldi mi… Yeri geldi mi laneti devinirken satır arasında ve gizlenmişken
kuytulara yine de görünmek nasıl da olası uzak durduğum o resmin çoktan bir
parçası olmuşken.
Tasvip etmese de
bazıları zaman zaman böyle mutluyum ben hem de görünenden de öte. Ne zaman ki
sırlarıma getirdiğim sınırı ihlal ediyorum işte o an hâsıl oluyor mutluluğum
görünmese de ayan beyan. Doyamamaksa çok açım ve niyetim de yok doymaya.
Doyamadığım ne çok insan doyamadığım ne çok lehçe ve doyamazken kelimelere
uçuşuyorum peri misali alabildiğine savruk alabildiğine hafif ve coşku dolu.
Çocukluğumun en bariz
sunumu iken bebeklerim hala oynamaya doyamadığım bir oyun adına hayat denen ve
coşkusu izdiham yaratmakta ben yazdıkça ve çoğaldıkça bir yandan eksilirken
üzünç ve hüzün. Kırık bir kalem olmuşsa tek sırdaşım şükretmektir düşen payıma ellerimi
boş çevirmeyen yüce Rabbime her daim minnet ve şükran duyduğum.
Tadımı ne hoş. Sunumu
ayrı keyifli ve ne kadar da izafi o boyutlar arası yolculuğum. Duyumsanmak ayrı
güzel duyumsamak ayrı keyif verici.
Söylenceler raks ediyor
coşkuyla salınırken kelimeler ve salmışken gönlü ulu orta.
Sahipsiz bir gecenin
ortasındayım ve sahipsiz bir metnin olası maliki en azından mükellef kılındığım
onca güzellik beni bir adım ötemde beklerken.
Benzer genleri
taşımasam da benzeşen duygularımız değil mi gönül dostu, gönül kardeşi
kılındığım/ız.
Ne sevginin rengi ne de
tarifi mümkün hele ki yaşarken doya doya var mı bir izahatı bu yüzden nikâhlıyım
kelimelerle ve sağdıcım şu yazdıklarım, yazmaya çalıştıklarım.
Sahipsiz bir gün
bekliyor beni sahiplenmem gereken. Daha ne gerekiyorsa yeter ki geç kalmayayım
o nevi şahsına münhasır kimlikleri ile uzatmışlarken ellerini.