Bekârlık
sultanlıkmış, hıh! Kim demişse onu halt etmiş. Bekârlık rezilliğin daniskası
hem de. Bunu daha önce de biliyorduk da fazla yalnız kalmadığımız için pek
dillendirmiyorduk cesaret ile... Anlatacaklarımı dinleyince siz de bana hak
vereceksiniz...
Hanımı gönderince kayınvalideye haliyle oğlan ve ben evde
bir başımıza geçinmeye ve hayata tutunmaya çalışıyoruz en özgürcesine. Hanım
benim çok becerikli ve elli ayaklı olduğundan, bendeniz ne bulaşık makinesine,
ne çamaşır makinesine, ne ütüye elimi de ayağımı da sürmem, hatta yanlarında
bile geçmem/geçmezdim, ama gel gör ki o olmayınca az buçuk onları da bilmek
gerekiyormuş. Sabah evden çıkıyoruz oğlan ile anca akşam saat yedi buçuk gibi
ev de oluyoruz. Eve bir gelirsin, yemek masasının üstünde dün yediğimiz
yemeklerin tabakları ve üstünde onlarca sinek. Oğlan daha eve gelmemiş. Hemen
cepten telefona asıl. ''Oğlum niye tabaklara su geçirip de bulaşık makinesine
koymadın yavrum?'' Oğlan'dan '' Kem küm ehem şey.'' gibi kelime ve cümle olarak
anılmayan bir kaç ünlemli söz dizisi.'' sinirlenirim epeyce ama ne fayda. Camı
açarsın ve sinekleri eşek cennetine ya da sinek cennetine göndermek için
faaliyetlere başlarsın.
Yine Allah'ın torbaya girmeyen bir başka günü dehşet olaylar.
Sabah kahvaltı etmişiz bir gün öncesinde oğlan ile annesi yok ya, iyi beslensin
diye eve iki üç çeşit reçel, tereyağı, peynir, salam, ne ararsanız almışım,
dolap dolu. Büyük bir mutluluk ile kapıyı açıp da mutfağa seğirtince, bir de ne
görelim. Yerler de ben diyeyim beş yüz siz deyin bin beş yüz adet, dişili
erkekli, çoluklu çocuklu, amca, dayı, yeğen karıncalar. Yediğimiz reçellere
dikkat etmemiş azıcık yere damlatmışız, onlarda başına üşüşmüşler maaile. O
anda tansiyon ve moral ters orantılı, tansiyon yukarı, moral sıfıra doğru son
sürat. Ne yapsam da bunları bir şekilde def etsem hem evden hem de hayatımdan?
Ya arkadaş çok da severim aslında, baharda ve yaz aylarında üstlerine basmamak
için büyük çaba harcarım, mübarek hayvanlardır benim gözümde karıncalar. Kur'an
da bile geçer Hazreti Süleyman'ın ordusuna yol göstermişlerdir. Aklıma da bir
şeyler gelmiyor ki karıncaları bertaraf etmek için neler yapılacağı.
Hemen telefon sarkıtırım hanıma, hanımdan akıl alalım
bakalım. Lakin epey uğraşacağız bunlar ile öldürmek hiç aklımın ucundan geçmez
evi istila etmiş olsalar bile. Hanım ''Elektrik süpürgesini al onun ile topla
hepsini bir yere sonra da süpürgenin içini çıkarıp bahçeye silkelersin.'' dedi,
ama içime kurt düştü ''Ölmezler mi garipler?'' bir şeycik olmaz diye
düşünüyorum. Hanım da öyle dedi ''Bir iki tanesi ölse bile yine yaşar çokları''
O sırada oğlanda eve gelince uğraşa uğraşa karıncaları mutfaktan temizledik,
temizlemesine ama hem canımız çıktı, hem de ter kıçımızdan çıktı. Rahat bir iki
kilo vermişizdir yarım saat kırk beş dakikada...
Bu arada günler geçiyor. Haliyle yaz ayları her gün duş
alıyoruz oğlan ile, iç çamaşırlarımız yavaş yavaş azalıyor. Hayır, ben
bilmiyorum çamaşır makinesini çalıştırmayı diyelim, oğlanda öğrenmemiş ki.
Hanım evdeyken bir tek onun söylediği, işaret ettiği düğmeye basardım hepsi o,
gerisi hikâye, masal artık ne sayarsan say...
Balkona çıktık akşam eve gelince, oğlan ile yemek
yiyeceğiz. Baktım balkonda ki çiçekler boynunu bükmüş. Oğlana döndüm ''Evlat
çiçekler solmuş gibi sanki sen sulamıyor musun bunları?'' şaşırdı o da ''Yok
ben sulamıyorum sen sulayacak idin ya baba.'' aksiliğe bak her şey peş peşe
geliyor. ''Ben de sen sulayacaktın zannediyordum.'' Hışımla yerimden kalkar
banyodan kovalara su doldurmaya giderim. Oğlana da sitem bombaları gider.''Ah
oğlum ah sen benden ben de senden bekliyorum bu işleri, telef edecektik
neredeyse çiçekleri, annen de gelince bizi telef eder hem vallahi hem de billahi.''
Allah'ın işi işte tesadüf bu ya bir saat kadar sonrada hanım telefondan arıyor
bizi. Bir iki hoş beşten sonra laf döner dolaşır çiçeklere gelir.''Çiçeklerime
iyi bakıyorsunuz değil mi Ahmet, sen de Barış'da biraz unutkansınızdır,
unutmayın sakın benim çiçeklerimi sulamayı.'' Unutur muyuz hiç ne mümkün, çiçek
sulamak hiç aklımızdan çıkmıyor. Külliyen yalan. Neredeyse elden çıkıyordu
çiçekler fark etmesek. ''Tabi hatun tabi unutmak ne kelime, çiçeklerin de sana
selamı var.''
Ev de yapılacak her şeyi bilmesem de, bazı ufak tefek
bildiklerimde var, kendime Türk Kahvesi yapmak gibi. Alırsın cezveyi Ahmet,
suyunu koy, kahveyi boca et, iki tane şeker, kısık ateşte pişirmeye başla
bakalım. Hafifte karıştıralım. O anda kapı çalar. Hay Allah kim ki akşam,
akşam? Kahveyi ocakta bırakıp kapıya bakarım. Pazarlamacılar gelmiş. Atatürk
rozeti, bir kaç kitap, arma, anahtarlık. ''Yok, kardeşim ben de hepsi var.''
pazarlamacı inatçıdır biraz. Ama ben de inadım. Hatta inatlaştığım zaman
''İnadım inat ...ıçım iki kanat.'' cümlesini de çok kurmuşumdur. O ısrar eder
satmak için. Ben de almamak için mücadele ederim. Neyse göndeririz arkadaşı,
Mutfağa bir gelirim ki kahve taşmış. ''Hay ben senin pazarlamacı gibi.''
sonrasını yazmıyorum terbiyem müsait olmadığından...
Bir daha söylüyorum üstüne basa basa, lakin hayatını bekâr
olarak sürdüren arkadaşlarımda bu laflarıma kesinlikle alınmasınlar. Ben
beceriksiz bir bekâr olduğum için çoğu laflarda kendime gidiyor kendime. Benim
için, bekârlık sultanlık filan değil hem vallahi hem de billahi rezillik
rezillik. Siz siz olun, hanımlarınızın kıymetini bilin derim. Allah onları
başımızdan eksik etmesin hiç bir zaman, yoksa nice olur halimiz nice olur...