Ketum sessizliğimin
ibresi yine değiştirdi seyrini. Bir öyleyim bir böyle.
Sefil ve irdenesi
kimliğimin ayracındayım bu akşam suçlarken kendimi her bağnaz ayrıntıda.
Gidenlerin arkasından verirken son selamımı ve nasiplenirken hayat denen
iksirden.
Yalınlığın ve
yalıtılmışlığın ıssızlığı mı bu denli sitemkâr yapan yoksa ses bildiğim duygu
deviniminin sıra dışı yankısı mı…
Mağlup kılınırken galip
sanmak ya da ömrün ara durağında soluklanmak üstelik neyin neye tekabül
ettiğini dahi bilmezken.
İmgelerini çaldırdım
yüreğin.
Bulutları pembeye
boyadığımdan beri koyulmuyor artık ortalık. Gecenin kör vaktinde bile ışığımı
muhafaza ediyorum. Ne zaman sığınmak istesem karanlığa çekiyorum perdeleri
boydan boya ve yastığımın ruhani telaşı olmaksızın sızdırıyorum hicap ettiğim
kelimeleri teker teker üstelik duymazken bir Allah’ın kulu.
Çok oldu gidenlerin
ardından gözyaşı akıtmadığım. İstiflediğim acılardan kule yaptım ve uzattım
saçlarımı pencereden olur da gelip çıkmak istersen diye Kaf dağına. Sanma ki
Kaf dağının tepesinde olan benim. Tesadüf eseri düştü yolum buraya senin
bıraktığın yerde ve aynı boyuttayım. Gerçi zaman zaman yeknesak yolculuklarım
olmuyor değil hani. Süzgün düşlerim yetim düştüğünden beri biniyorum süpürgeme,
yolların tozunu atıp yeniden ışınlanıyorum o göreceli boyutuma.
Şaşkın gözlerle
seyrindeyim âlemin ve ahvalimin. Bir de kendimde odaklanmışken mercek…
Yana yana kül tuttum,
ağlaya ağlaya köreldi yaşlarım. Susmaktansa yol bildim kelimeleri dökerken
satır satır yüreğimden o istem dışı şaşkınlığımla.
Şüphe duymuyor da
değilim hani ara sıra. Aynaya her baktığımda başka dünyaların göreceli
misafirlerine tanıklık ediyorum. Tuhaf kıldığım mı tuhaf kılındığım mı… Altı
üstü mütereddit bir ruhun eşlik ettiği üç beş enstantane peşi sıra koştuğum
içinde yer aldığıma hala kani olmadığım bir oyun kadar hile dolu belki de.
Payidar düşlerimin buz
tutan yüreklerdeki tortusu mu yoksa seyrettiğim aynı kare mi bana dair tek bir
repliğin dahi yer almadığı?
Öyle ya neye müdahale
edebildim ki şu ahir ömrümde. Senaryo hepten kayıtlı tutanaklarda ben hepten arka
sırada yer bulmaya çalışan bir çocuk kadar aceleci ve yol bilmez iken bunca
kalabalığın içerisinde sadece üç beş silik gölgeyi takip etme telaşı ile
savunuyorum yalnızlığımı ve kimsesizliğimi.
Saçlarım hala uzun ama
burnum henüz uzamadı.
Hala endişelerim diz
boyu ve hala umutlarım saklı cebimde gerçi biraz zaman geçti aradan ama ben
hala aynı benim senin haz etmediğin ne varsa hala bana dair. Benim muhalif ve
akıl almaz oyunlara dayanma gücüm kalmadığından olsa gerek kapalı hala
perdelerim yine de gözüme henüz perde inmedi sanırım bu yüzden tüm üzünç
kaynaklarım. Ürkünç bildiğim her ne ise çok ama çok uzağındayım en başta da
senin. Olması gerekenin bu olduğuna ilk günden beri kani olsam da çok zor oldu
kabullenmem.
Suç emsal eden bir
dürtü iken sevmek hele ki baştan çıkaran o tutarsızlığını da dahil ettik mi…
Sahi ne zaman büyüdüm
ben? Yine de kalan yarımın çocuk kalabilmesi akla zarar. Ne şizofrenik bir
sanrı ne de gerçek dışı. Bilakis ne varsa bana dair ve yine beni benden eden.
Sorularımı istifledim o
günden beri ve cevapsız kalma ihtimalini göz ardı etmeden eklentili cümlelerle
ardı ardına diziyorum titrek ellerimle ve muğlâk yarınlarımla. Eksiltili ne çok
şey var anlamsızlığın delalet olduğu. Gaflet mi sence… Ne fark eder ki… Sonuç
itibariyle denklem çözmek asli görevim ve en zor bilinmez ile başım dertte.
Ne düzlemi gerçek şu
varlığımın ne de boyutum imkân dâhilinde bir seçenek. Ne de olsa severim
yolculukları beni bana tanıtan bu yüzden insanlığa çok şey borçluyum beni
benden etseler de zira her geçen gün kayıp parçaları tek tek bulup koyuyorum o
koca yap-bozun boşluklarına. Boş kaldığım her saniyede de düşünüyorum arda
kalan izleklerin bende yarattığı tahribatı ve her geçen gün daha da
yaklaşıyorum o muğlâk sona.
Tümlerken her bir
duyguyu ve yordarken her bir tümceyi inancım katlanarak büyümekte. Yoktan var
eden İlahi Gücün nezdinde iyi bir kul olmayı çok dilerdim her ne kadar kendime
pek iyi davranmamış olsam da.
Yaşarken ve
yaşatılırken acı hep nükseden o sefil varlığımız değil mi çaresizliğe namzet ve
yolumuz düşmüşken bilinmeze ve aşka…