Üstünkörü gözükse de
oldukça temkinli ve yadsımaz bir tavırla diyeceğini demiş ve çekilmişti
köşesine.
Sıradan bir hayatın
sıra dışı bir bireyiydi olsa olsa. Sıra dışı imgelerin sıradan bir bileşkesiydi
belki de.
Ve farklı mizacıyla
farkındalığını henüz yitirmemiş gençten bir adam…
Ellerini ovuşturdu
usulca. El üstünde tuttuğu kadının o muhteşem gözleri geldi gözünün önüne. İlk
gördüğü an itibariyle çarpıldığı o güzelliğin izdüşümü yankılandı bedeninde.
Varlığını asla
küçümsemeyen tek insan. İçinde biriken hatıratına sahip çıkan tek canlı.
Emsalsiz ve hiçbir
vasfa sığdıramadığı azize.
Topu topu iki kez
görüşmüşlerdi üstelik kısıtlı bir zaman diliminde ama yılları sığdırmışlardı
dakikalara. Masumane bir terk ediş ise onların birlikteliğini ters bir ivmeyle
tetiklemişti.
Farklı ruhların farklı
aidiyetlerinin minvalinde seyreden ayrımcılık dolu tuhaf bir mizansen belki de
yönlerini kıbleye çeviren.
Neyle iştigal ettiği
önemsizdi adamın.
Nereye ve kime ait
olduğu akıl dışıydı kadının.
Ve ortak bir yola
çıkmaları asla mümkün değildi.
Adama kalsa çoktan
sırra kadem basmışlardı. Ama kadının kararı kesindi: Bu kötülüğü asla yapamazdı
ona.
Rehavet içerisinde
devşirdi düşüncelerini adam. İlkelerine sahip çıkması gerekmiyordu ilk kez. Lakin
ilkesizliğin doruğunda ilk kez bir ilkeye imza atmış olmaya meyletmişti bir kez
Bahar.
Gerçek adını bilmese de
biliyordu ki Bahar’ın ne ilk ne de son birlikteliği olacaktı. Aradaki süreçler,
kadının mola verdiği duraklar hiç mi hiç önem arz etmiyordu adamın gözünde. Merak
etmiyordu da ne deşmekti ona düşen ne de eleştirmek.
Ansızın kesişmişti
yolları bu iki yabancını. Yabancıdan ziyade yoldaş olmalarına şunun şurasında
ne kalmıştı ki…
İlk kez dudakları
mühürlenmişti bir kadın karşısında ve ilk kez sessizliğe yenik düşmüştü Bahar,
ses bildiği onca imgeye inat.
Bir hastane koridorunda
rast geldikleri o günden beri tek bir soru dahi yöneltmemişlerdi birbirlerine
geçmişe dair. Mademki ortak bir geçmişleri yoktu söz hakkı da tanımamışlardı
birbirlerine deşmemek adına maziyi.
Geleceğe odaklı bir
yaşam yine tescilli birlikteliklerini etekleyebilirdi. Evet, tescilliydi birliktelikleri
zira ikisi de ortak bir kadere tekabül etmişlerdi.
Kaderin yordanası hangi
özelliğini göz ardı edebilirlerdi ki ya da kadere mi atıfta bulunacaklardı
ruhlarına pelesenk olmuş iken hüzün kıvılcımları.
Ne bir sanrıydı kadın
ne de gerçek boyutu vardı varlığının.
Ne bir süreçti bu
yaşanan ne de boyutsuz bir yolculuk.
Var mıydılar?
Yoksa yokluk muydu
ruhlarını besleyen?
Yaşlara asla tahammül
besleyememişti adam ne de yas tutmaktı derdi ya da iştigal ettiği o hayatın
uzantısı her ne ise.
Tahammülsüzlük yine
tasvip etmediği bir özellikti ve tahakkümperver insanlardan hiç mi hiç haz etmezdi.
Yoksunluğun derdinde
yoksul bir yürekle yok saysa da kendini biliyordu ki yokluğunu tetikleyen tek
unsurdu kadının yok saydığı o denklem ve yoktan var eden Tanrı’nın insanlara
seçim hakkı tanımaması.
Üçünci buluşmasına geç
gelmişti bu sefer çünkü biliyordu Bahar’ın randevusuna sadık kalacağını.
İkinci buluşmalarını
hatırlamak dahi istemiyordu.
Ama sonuncusu ve
üçüncüsü en koşulsuz acı ile tümlenmişti.
Uzaktan seyrettiği
mizansen ne göze hoş geliyordu ne de duydukları kulağa hoş…
Boş bir dünyanın iki
yüküydü aslında onlar. Birbirlerine asla yük olmayan tekil kimlikler hiçliğe
uzanan o yolda kanıksanası bile asla eremeyecek ama düştükleri yerden de asla
kalkamayacak.
Bir yandan kalabalığı
seyrediyordu bir yandan metrelerce uzağındaki o küçük kızın hıçkırıklarına
tanık oluyordu.
Boğazında düğümlenen ne
varsa haykırmak istiyordu bu isimsiz kadını çağırmak için.
Geç olduğunu bilmesiydi
içini dağlayan.
Geç kalmışlıktı aslında
bu varoluşluluğun o aykırı saplantısı. Normal tanımına hiç mi hiç yatkın
değildi tüm o gelişler ve gidişler.
Sıfatsız düşünmüştü bir
insanı ilk kez hayatında.
Soyutlamıştı evreni
somut bildiği duygularından.
Tanımlayamadığı o
külfeti terk edemiyordu ki.
Koca bir ağaç
gövdesinin ardında boş gözlerle baktı küçük kıza annesinin ardından koca bir
boşluğa düşmüş.
Tanımadığı insanlar
adamın, belli ki kadını yakınlarıydı.
Yavaş yavaş dağılan
kalabalığa göz gezdirdi. Sanmıştı ki insanlar avaz avaz haykırıp Bahar’ı geri
çağıracak.
Görevlerini ifa etmenin
verdiği rahatlıkla çözülen komine bakıp iç geçirdi.
İri yarı bir adam
çekiştirdi küçük kızı:
‘’Haydi, gidelim artık.
Yarın okulun var.’’
İnanmaz gözlerle
babasına baktı küçük kız. Kim bilir aklından neler geçiyordu?
Hala hayatın devam
ettiği…
Girmesi gereken
sınavlar olduğu…
Ve annesini bir daha
göremeyeceği
Küçük kız ve babası
yanlarından geçerken bir an göz göze geldiler. Ne bir etkileşim ne de bir
iletişim söz konusuydu. Fakat tek gerçek vardı yollarının kesiştiği: Aynı
kadının ardından gözyaşı döküyorlardı farklı duygularla yoğrulmuş olsalar da ve
serzenişte bulunuyorlardı kadere serzenişleri ne barındırsa barındırsın.
Belki bir yokluk.
Belki hiçliğin
uzantısı.
Belki bir mecburiyetin
terk edilişi.
Belki de bir
alışkanlık.
Ama gerçek olan bir şey
vardı ki:’’Iskalamıştı aşk yine kim bilir kaçıncı kez irdelese de irdelemese de
onaylasa da onaylamasa da.’’
Ve geç kalınmışlığın
coğrafyasında vücut bulmuştu aşk bir kez daha kavuşmama gerçeğini teğet
geçemezken...