Kötülüğün baştan çıkarıcı güzelliği…

 

Zamanın ırmağına nasıl engel koymak mümkün değilse sizce imkân dâhilinde mi sevgiyi köreltmek ve nefrete paye vermek?

 

Zamanın kör edici hızı inanılmaz bir ivme ile ulaştı mihraba, yetişti imdada ve sustu insan konuşurken edimler yerden yere vururken tüm güzellikleri.

 

Andan ana geçiş yaparken ve küserken hayata yetişti vicdan bir hamlede ve yol verdi onca imgeye yoldan çıkmamak adına.

 

Yeltenmedi mi dense yalan olur ya da küsmedi mi dense... Önce varlığına küstü insan ve sevgiye. Yemin etmek kar etse kerelerce döndü ne yazık ki sözünden. Ağzından çıkan tek bir sözcük bile hasret iken onca pekiştirece.

 

Açtı çocuk çok açtı hem de. Bir lokma ekmeğe tav olurdu görseydi eğer.

 

Açtı kadın bir yudum sevgiye.

 

Açtı adam bir yudum suya harcına koymak için ne inşa edecekse.

 

Suskundu Tanrı ezelden beri. Çaresizliği ayyuka çıkmışken meleklerin sus pus oldu doğa önce ve kükredi ansızın.

 

Gök gürledi önce ve nasibini aldı herkes düşmese de payına. Mağdur olan da çekip gitti zalim de…

 

Gerçek neydi öncesinde ve ne değişti de yolları kesişti aşk ve nefretin.

 

Aşkın yordanası o tutarsızlığı pelesenk olmuş iken yürek diline nefret eşleşti yürek ölürken.

 

Önce vicdan öldü ve dindi rüzgâr.

 

Gerçek ya da gizil güzellik neydi de her şey bu denli karmaşıktı?

 

Anlamak olanaksız iken anlaşılma derdi ile yanıp tutuşan kelebekler bozguna uğradı. Önce kanatları koptu.

 

Börtü böcek terk etti doğayı.

 

Dehşet içinde inanılmaz bir devinim yapıştı yakasına döngünün.

 

Kötüye paye verildikçe maskeler çoğaldı.

 

İhtiras idi başı çeken masumiyet gizlenirken ve örselenirken. Suçmuşçasına başını öne eğdi saf ve iyi benlikler.

 

Dehşet duygusu sakınmadı sözünü ve gizlenmedi de.

 

Kırmızıya boyandı yer gök ve kirli bir sarı bulamaç halinde sızdı okyanuslara.

 

Bir ömrün değil bir sonun betimlemesiydi olup biten.

 

Tuhaftı fazlasıyla tuhaf.

 

Doğanın dili lal iken neyin sesiydi bu ve neydi bu mutsuzluğun kaynağı?

 

Göçebe bir ruh peyda olmuştu altı üstü ve ait olmadığı o bedendi acı veren. Ne aradığı değildi önemli olan ne aramadığı ve neye mal olduğuydu bu pervasızlığı insanoğlunun.

 

İkiye bölündü mutluluk ve çoğaldı zulüm.

 

Zihniyetler boşaldıkça boşaldı ve kan aktı oluklardan boşalırken damarlarındaki kanı insanın.

 

Kuru vicdanlar gibi vücutlar da kurak çöle döndü kanarken mütemadiyen ve kanatmışken. Kana kana içti Tanrı bu pervasızlığını cezalandırırken nankör fanilerin.

 

Ne mizahın izini taşıyordu bu olanlar ne de bir senaryo idi.

 

Çağlardan beri süregelen sıfatlar hükmetti eylemlere ve maliklerine o edimlerin ve ne kadar izlek varsa sundu Tanrı sınarken ve sınanmanın verdiği rahatsızlıkla.

 

Haddini aşmıştı insanoğlu.

 

Varlıkların öykünülmez mutluluğunu keşfetmiş yoz dürtüler muğlâk bir yetersizliklere sırra kadem bastı. Afallayan ve afallatan ne kadar öğe varsa terk etti düzeneği.

 

Zaman da mekan da yitirdi anlamını ve boyutlar çoğaldıkça çoğaldı.

 

Yaşama öykünmekti aslolan gerekli olsa da olmasa da…

 

Zahmetli bir yolculuktu sonlanan.

 

Düşünceler terk ettiğinden beri zihinleri gerçek anlamını ve yetisini yitirmişti de.

 

Son sözcük henüz söylenmemişti ve fırsat dahi kalmadan vuruldu gonk.

 

Sıradan farkındalığını yitirmenin cezasıydı kesilen ama sıradan olmayan bir son ile nihayete eren…

 

 

 

( Ve Dindi Rüzgar... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 20.05.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.