Esefle kınıyorum önce kendimi
akabinde yönümü belirleyen o pusulanın ibresini tam da takılmışken güven ve
sevgi istikametine. İnanmak istiyorum doya doya üstelik ve bir o kadar bağırmak
avaz avaz. Her ne kadar bilsem de boşa kürek çektiğimi. Dalgalar adam boyu,
değil sığlarda adımlamak denizin dibini nasıl dayanırım ki bu pervasız
dalgalara. Yine de dayanıyorum ve kulaçlarımı hızlandırıyorum bir şekilde. Ne
garip oysa… Yüzmeyi bilmezken nasıl hala sağ kalabildim bu engin denizde…
Bilmez miyim, görmez miyim daha da önemlisi nasıl hissetmem… Neyi mi? Söylesem
neye yarar ki ya da kim anlar beni. O kadar izbe ki her yer illa ki açık alan
arayışım süregelmekte. Işıl ışıl ve dehlizlerden çıkıp da at koşturduğum.
Mümkün olmasını nasıl nasıl dilerdim. Değil koşmak yürümek bile olası değil
iken nasıl bir mecra ki herkes vicdanını çoktan hibe etmiş. Ne bir kinaye ne de
isyan sadece çaresizliğimin bir izdüşümü yadırgansam da örselensem de hatta
darmaduman olsam da.
Kenetlendim bir kez şu sefil kalemle
hele ki hislerime bunca tercüman olmuş bir dost bulmuşken nasıl ayrı düşerim
kadim dostumdan.
Varlıklar nasıl da göreceli. Öyle ya,
bugün varız yarız yoğuz. Buna rağmen sonsuzluğa odaklanmış her bir zihniyet
sona yaklaştığını fark etmeksizin.
Tabir-i caizse sayısız zırvalık her
daim mustarip olduğumuz. Hep ama hep perde arkası hayatlar sorgulanan sahnede
görünen ve yaşanan kimseleri memnun dahi etmezken. Ne şekilde memnun olmak
istiyorlarsa biçilen kılıflar. Hak mıdır ya da reva görülen buysa neden o boy
aynası hep kayıplarda.
Tükense de mecalin geçirirsin
tırnaklarını düşmemek adına. Düşsen bile yeniden kalkmak ayağa ve kan içinde
dizlerin yeniden koşmak. Adımların kısalsa da, takatin tükense de…
Yankısının yarınsız bir döngünün
tümlenmesine ramak kaldı. Ha bugün ha yarın, diyebilmek bile bir övünç. Varlığı
yokluğun nidalarında asılı kalmış, çarmıha gerilmiş bir beden ruhu çoktan terk
etmiş imgelerin nezdinde, dur durak bilmeden yol almış bir kâşif beyhude olsa
da tüm çırpınışlar.
Ritmi kayıp gitmiş bir yürek tüm
özverisi çiğnenmiş ayaklar altında.
Hüznün seyri dalgalı neye meyletse de
yürek hanidir depreşen bilumum yenilgiler örselerken bir o kadar yordanası
belki bir o kadar kıdemsiz bir mertebe erememiş henüz sona.
Sonun başı mihenk taşı döngünün
devinimi tutarsız, yalıtılmış düşlerin öğütülmüş taşları çarparken duvarlara
pervazında ömrün seyrindeyken o bitimsiz ahengin.
Sıradan bir muafiyet kadar olası ölüm
bir adım uzağında iken.
Yadsınası bir zafiyet kadar müphem
dizmişken günahları sıraya.
Devinirken pervasıza gecenin ayazında
ve üşürken beden yaz sıcağında.
Halden anlayan var mıdır şu âlemde. Velhasıl hep devinir durur yürek çıkmazlarda ve sefaleti kabullenmenin o ezici baskısı bazı mecralarda iken bu dirayetsizlik ne kadar güçlü addetse de kişi kendini. Görünen ve iç âlemde yaşanan, duyulan sesler ama anlam yüklemekte aciz kaldığımız. Ne kadar göreceli depreşen duygular: Bir kıyısı hüzün yalarken yaşlar devasa dalgalarla. Ayın etkisinde onca med-cezir belki de bir var bir yok dediğimiz nicesi. Kıdemli bir sancı tutunmak gayreti yaşarken esareti...
Yolcusuyuz her birimiz tutturduğumuz yolun yeter ki doğru bildiğimiz ne varsa
bırakmayalım yakasını.
Keşke tüm acılar sonlansa da sefasını sürsek ömrün.
Keşke defterden silsek hüznü, tüm günahı...
Limit aşımı olup olan ve makul olmasa
da olma ihtimali her dem fazlasıyla yüksek ve ihtimal dâhilinde yadsınamayacak
kadar ayan beyan.
Evet, farkındalık düzeyi yüksek bir
seyir izliyor. Algıların alabileceğinden çok fazlası ile yüklü zihin sıra dışı,
anlamsız ve anlatamayacağım kadar olağan.
İstenen tam da bu. Yok olmak ve tüm o
yoklamalarda bulunmamak. Sıra dışı, sınıfın dışı hatta sıradanlığa tahammülü
olmayan şahsımın koca bir yanılgısı her şeyin değişeceğine dair geliştirdiği
inanç. Sorgulanmak her daim ve sorgularken tüm o suretleri silik ve
alabildiğine kara izbelere kayıtlı en az şeffaflığın o hafifliği ile sür git
sevişirken.