Fazlasıyla yorgundu ve de bitkin. Son birkaç gündür bir damla dahi uyku girmemişti gözüne. Sebebini tahmin
edemediği bir vurdumduymazlık esir almışken yorgun ruhunu külfetini adeta beyni
ve bedeni çekiyordu. Değil hayıflanmak oflamıyordu bile. Kabul görmese de
çoktan kabullenmişti kabul görmemeyi. Kabullenmiş olması da işe yaramıyordu
beri yandan. Benliklerinden mükellef o sıradan kalabalığın bir izdüşümüydü tüm
yaşadıkları her ne kadar yaşanası ve kabul edilesi bir sürü saçmalıkla dolu olsa
da…
Öğretileri sayesinde
çok uzağındaydı isyanın istifli bir öfke peyda olsa da zaman zaman. Bildiği dualar
kalbinde ve dilinde, şükür avuçlarında, yalnızlık ise başucundaydı. Karar vermişti
bir kere. Olmadığı kadar dirayetli ve pervasız olduğundan da fazla şükür
doluydu. Şunun şurasında kaç gün geçmişti ki hayat arkadaşını sonsuzluğa
uğurlayalı. Sırra kadem basan dostları dahi bu kadar yakmamıştı canını
karısının terk edişi kadar.
Dile kolay, otuz beş
seneyi pay etmişlerdi. Zaman zaman sessiz kalsalar da kelimeleri tüketmenin
yorgunluğuyla asla sevgiden yoksun bırakmamışlardı eş güdümlü kalplerini. Biricik
evlatları zaten tutturmuştu yolunu yâd ellerde. Hem vatanından hem ailesinden
muaf bir coğrafyayı kendine mesken edindi edineli aramaz sormaz dahi olmuştu
yaşlı ana babasını.
Anasının vefat haberini
alır almaz tutmuştu yolunu memleketin gel gör ki yetişememişti dahi cenazeye ve
kös kös gelmişti baba evine taziye ziyaretlerini kabul etmek adına zorla olsa
da. Belli ki yaşadığı o soğuk coğrafya gibi buz kesmişti yüreği her ne kadar
yabancı uyruklu eşinin yanında ılık ılık esse de nefesi ve duyguları. Ne de
olsa ele karışmıştı genç adam elem dolu gözlerle babası boş boş etrafı
süzerken.
O kadar netti ki
görünen tablo. Asıl soru şimdi yer bulmuştu zihninde genç adamın:’’Yaşlı babası
nasıl idame ettirecekti kalan hayatını?’’
Cenazenin üzerinden bir
hafta dahi geçmemişti ki gerekli görüşmeleri ve gerekli işlemleri yapıp
gereğini yere getirdi ‘’hayırlı evlat’’. Dönmezden önce eşinin yanına bir
huzurevine yerleştirmeye kararlıydı babasını. Bir çırpıda halletti ne varsa
yapılması gereken ve kaşla göz arası dedesinden yadigâr ahşap evi bir müteahhide
devretti karşılığında yüklü bir çekle. Ne de olsa vasisi idi artık babasının. Gerekçesi
hazır ve nazırdı:’’Yaşlı ve yetilerini yitirmiş bir adam hangi konuda söz
sahibi olabilirdi ki…’’
Yarı gidik aklı ve
derin acısıyla yaşlı adamın gözleri çoktan görmez olmuştu haricinde
yaşananları. Bedeni ayrı yorgundu ruhu ayrı yorgun. Kısacık zamanda iğne ipliğe
dönmüştü boğazından tek lokma dahi geçmezken.
Bir yandan vicdanın
sesini bastırıyor bir yandan diretiyordu babasına yaptıklarının tek gerekçesi
olduğunu dile getirip:
‘’İnan ki baba yeni
evinde çok mutlu olacaksın. Yeni arkadaşların olacak ve bakıcıların. Kendini asla
yalnız hissetmeyeceksin. Hem ben daha ne kadar kalabilirim ki yanında? Ola ki
kaldım, bakımını dört dörtlük üstlenmem asla mümkün değil.’’
Fazla sözü yoktu yaşlı
adamın söyleyecek. Kabullenmişti bir kez:
‘’Sen evine, karının
yanına dön oğul. Beni sakın dert etme. Elbet vardır Allah’ın bir bildiği.’’
‘’Nasıl dert etmem
baba? Sen yeter ki yerleş o bakımevine. Bak, nasıl rahat edeceksin. Annem de
böyle isterdi, inan bana. Ben sık sık seni ziyarete gelirim de. Gerisini dert
etme sen.’’
‘’Anandan sonra yaşasam
ne yazar ki hem kimin umurundayım ki? Sor bakalım ben yaşama arzusunda mıyım?’’
Geçen zaman zarfında
baba oğlun son konuşması bu olmuştu. Artık babasının belini dahi
doğrultamayacağından emin bir halde huzurevine yerleştirdi yaşlı adamı. Gönül rahatlığıyla
evine dönmemesi için artık hiçbir sebep kalmamıştı.
On metrekarelik küçük
ve karanlık bir oda tahsis edilmişti talihsiz adama. Ne de olsa, çıkmadık
candan ümit kesilmez hesabı gerekli ihtimamı gösterecekleri gün gibi aşikârdı
huzurevi personelinin.
Ufacık bir televizyon
dahi vardı odasında her ne kadar sık sık ekranı kararsa da, tıpkı yaşlı adamın
kararan gözleri gibi.
Ne iştahı vardı adamın
ne dermanı. Ne de isteği vardı yaşamak adına. Zaten oğlu, adamın fazla
yaşayacağını tahmin dahi etmiyordu. Görevini yapmış olmanın verdiği rahatlık ve
huzurla çıktı yola. Babasının vasisi olma şerefine nail olmanın verdiği o haklı
gurur oldukça tatmin etmekteydi diğer yandan. Hava muhalefeti nedeniyle
uçağının rötar yapacağı anonsu canını sıksa da aldırmadı. En kötü ihtimalle
geceyi havaalanında geçirirdi. Bir yandan da pişkin pişkin gülümsüyordu. Müteahhide
verdiği arsanın inşaatı en kötü ihtimale yaza biterdi. Akıllıca bir yatırım
yapmıştı doğrusu hem de anasının kırkı dahi çıkmadan. Babasını emin ellere
teslim etmiş olmanın verdiği rahatlıkla yerleşti koltuğuna. Sabahın ilk
saatlerinde gecikmeli de olsa bindi uçağına. Yaza kadar kim öle kim kala diye
de geçirmiyor değildi hani içinden…
Uçak havalanmışken
içinde tarifsiz bir sıkıntı ile gözlerini açtı yaşlı adam. Gördüğü kâbusun
etkisiyle ter içinde kalmıştı.’’Hayırdır İnşallah’’ deyip doğruldu yatağında. Gayri
ihtarı etrafını süzdü. Televizyon açık kalmıştı ara sıra kararan ekranıyla.’’Lanet
televizyon’’ diye söylendi adam bir yandan. Başucundaki saate baktı boş
gözlerle. Sabah ezanı belli ki yeni okunmuştu. Karısı düştü aklına ve vefasız
oğlu sonrasında.
‘’Çoktan binmiştir
uçağına’’ diye geçirdi içinden. Baldan tatlıydı uyku. Kapadı gözlerini aynı kâbusu
görmemeyi dileyip.
Tam uykuya dalmıştı ki
televizyon ekranı aydınlandı. Yazılar seçilmese de ekrandan spikerin anonsu
yankılanıyordu odanın içerisinde: Hava muhalefetinden dolayı bir uçak düşmüş ve
tüm yolcuları hayatını kaybetmişti.
Bu anonsu duymadı bile
yaşlı adam. ‘’Endişe etmeye ne hacet. Varınca elbet arar’’ demeye kalmadı ki
yenik düştü uykuya.
Ekranda ölen Türk
yolcuların kimlikleri açıklanıyordu bir bir, kaza sonrası.
Yaşlı adam uykusunda
belli belirsiz inledi son defa: ‘’Yeniden bir aradayız.’’