Kötü bir huyumuz vardır, bazı konularda önlemleri nedense her şey olup bittikten sonra düşünmeye başlıyoruz. Düşünmeye başlarız ama bu defa uygulama konusunda çok tembel kalırız. Bir şeyler eksik, yetersiz kalır. Aslında en büyük eksiklik de kendimizi muhakemeye tabii tutmamamız...

Birkaç yıl evvel Malatya'da bir bayan sosyolog tarafından kadına şiddet temalı bir konferans düzenlenmişti. Ben de dinlemek için katılmıştım. Aile içi şiddet konusunda atılan adımlardan bahsediliyordu, kadınların sığınma evlerinde korumaya alınmasından, şiddet uygulayanlara hapis cezasına varıncaya kadar birçok şeyden bahsetti. Ama bir şeyler hep eksik nedense ya bu görülmüyor ya da yeteri kadar önemi fark edilmemişti. Soru cevap faslına geçildiği zaman sessiz kalamadım ve söz aldım. Dedim ki, "Aile içi şiddet sonrasında bir dizi yaptırımlar uygulanması noktasında gelişmeler var. Bunlar elbette güzel ancak yeterli değil hatta bu yaptırımlar dahi sıkıntılı. Misal olarak adamın biri karısını dövmüş, ardından adam hapse gönderiliyor. Bu defa kadın diyor ki ben kocam olmadan nasıl yaşarım? Kocam olmadan nasıl yaşarım derken, kadın kocasının eve getirdiği ekmeğe muhtaç yani... Dolayısıyla bu defa bir geçim sıkıntısı... Elbette bu, şiddeti hiçbir şekilde meşrulaştırmaz ancak yaptırım noktasında da şiddet gören taraf daha da mağdur duruma düşmemeli. Ayrıca neden şiddet sonrası önlemlere bu kadar ağırlık veriyorsunuz da şiddet gerçekleşmeden önce bunun altında yatan nedenleri araştırmıyorsunuz?" diye sordum. Sosyolog hanım dilinin döndüğünce cevap vermeye çalıştı ama tatmin edici cevaplar alamadım. Çünkü sorunun ana merkezine değil, sonucuna odaklanılmış durumda çözüm mercileri. Ve sonuca odaklanarak bir şeyler yapmaya devam ettikçe şiddet konusu hiçbir zaman gündemden düşmeyecektir maalesef... Öncelikle aile içinde neden şiddet doğuyor buna odaklanmak gerekiyor. Bir defa bizim eski aile kültürümüz zedelenmiş durumda bunu bir defa kabul etmek gerekiyor. Ve şiddet dediğim şeyi eğitim düzeyi düşük kişiler yapmıyor, dirseklerini yıllarca üniversite sıralarında çürütmüş profesörler dahi yapıyor! Demek ki şiddet konusunu daha geniş çerçevede ele almamız gerekiyor.  

Özellikle sosyal medyada bu tür durumlarda verilen tepkilere bakıyorum. Yine şiddeti doğrudan söylemler ortaya çıkıyor.  Sağlıklı düşünmeden ortaya atılan söylemler yine başka bir yanlışın doğmasına sebep oluyor. Böylece yanlışlar silsilesi alıp başını gidiyor. Şöyle durup düşünecek olursak biraz geriye doğru hafızamızı saralım bir... Eskiden annelerimiz bizleri terbiye etmek için şiddete başvururdu. Annelerimizin terlikleri bu konuda meşhurdur mesela... Tabii masumane bir şey olabilir ancak bazen sınırını iyi ayarlamadığınız takdirde farklı sonuçlara meydan verebilir. Mesela birbirimize kızdığımız zaman hep şiddet söylemlerine yöneliyoruz. "Kafanı kırarım, seni öldürürüm!" gibi... Delikanlılık çağında ise kan delice aktığı ve düşünme melekesinin tam anlamıyla gelişmediği için bu şiddete olan yatkınlık mutlak surette kötü sonuçların oluşmasına meydan vermektedir. Çocuk aile içinde şiddete maruz kalıyor, okulda sözlü şiddete oldukça maruz kalıyor ki bunu eğitim çağımızda hepimiz yaşadık ve zaman zaman da fiziksel şiddete maruz kalabiliyor. Toplumda da şiddete maruz kalıyor maalesef. Yani birbiri ardınca uzayıp giden bir şiddet topu var. Kime değse yakıyor! Ateşten bir top gibi... Yolda yürürken kazara birine çarptığımız zaman "Af edersiniz, kusura bakmayın..." gibi kelimeleri söylemekten dahi aciz duruma düşer halde geldik. Aslında üşengeçliğimizin sebebidir bu. Demesek de olur, düşüncesinin bir ürünü... Kaza sonucu çarptığımız kişiye özür dilemezsek bu defa onda bir sinir oluşur o da gider bunu başka birinden çıkarır. Öfke öfkeyi tetikler! 

Aile içerisinde iletişimimizin koptuğundan bahsettik. Modern dünya bizi birbirimizden kopardı diyebiliriz. Yaşayış tarzlarımız değişti. Biraz teknolojinin peşine fazla takıldık ve bu baş döndürücü hız içerisinde daha fazla iş yapmaya ama kendimizi anlamaya dinlemeye vakit ayıramaz olduk. Eve gelen anne ve baba yorgun olduğundan çocuklarla iletişim kurmuyor, eşler kendi aralarında iletişim kurmuyor ve dolayısıyla birbirlerini anlama melekeleri gittikçe zayıflıyor. İyice inceldiği an bir "çıt" sesi duyuyoruz sanki ve bir bardakta fırtınalar koparılıyor. Sonuç ne? Çocuklar ölmüş, anne ölmüş, baba ya ölmüş ya da bir yerlerde yakalanmayı bekliyor. Bunlar senaryo değil bizzat yaşadığımız dünyanın gözlerimiz önüne serdiği gerçekler. Ama çok acı gerçekler... Bizim aile kültürünü her yerde iyice öğretmemiz gerekiyor. Evde başlayacağız. Önce kendimizden... Birlikte kitap okuyacağız, sohbet edeceğiz, güzel sözlerle hitap edeceğiz. İş yerinde iş arkadaşlarımızla hal hatır soracağız, güzelce hitap edeceğiz, okulda da aynı şekilde... Hayatımızın her anına bunu aksettirmek mümkün... Bizi hayvanlardan ayırt eden aklımızı birazcık kullanırsak, bu olacak yoksa Maazallah hayvanlardan daha aşağı bir duruma gittiğimizi görmemek için taş olmak lazım! Aile içinde iletişimi; evde, okulda, sokakta, camide, kışlada herkese üstüne basa basa öğretmek mecburiyetindeyiz.

Bizi birbirimize kenetleyen, zor günlerde ayağa kalkmamızı sağlayan ailedir. Biz aileyi kutsal biliriz. Düşene bir tekme de biz vurmayız, kültürümüz inancımız bunu reddeder. Bütün bunlara rağmen hâlâ sorun çıkaran insan dışı mahlûklar varsa da toplumun vicdanı bunu kaldıramaz. Geçtiğimiz günlerde bir kız çocuğu hunharca öldürüldü. Bizim birbirimize kenetlenip bir şeyleri çözmemiz için illa birilerinin ölmesi, işkence çekmesi gerekmiyor. Aklımız bunu en iyi şekilde çözebilecek şekilde öneriler sunuyor bize. Dünyayı ben mi kurtaracağım diye düşünmemek gerekir. Evet, dünyayı biz kurtaracağız. Çünkü dünyada 600 yıl hüküm süren Osmanlı Devleti Şeyh Edebali'nin şu sözleriyle cihanı titretti: "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" Biz kendimizi düzeltirsek dünya düzelir, biz iyiysek iyi olur, kötüysek kötü olur. Etrafımıza dağıttığımız gülücüklerle dünya ya gülümser ya da ağlar. 

Şiddetin her türlüsü bini bir paraya... İnsan hayatı ucuz değil, değersiz hiç değil. Ne yaparsak yapalım cana can katmaya gidelim. Özgecan Aslan'a Allah'tan rahmet kederli ailesine ve milletimize sabırlar dilerim. İlahi adaletin tecelli edeceğine olan inancımız tamdır. 

Düşle kalınız... 

( Şiddetin Her Türlüsü Bini Bin Paraya başlıklı yazı Erol AFŞİN tarafından 25.03.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.