GÜÇ VE YETENEKLERİMİZİ
KULLANDIRMADA ÖLÇÜLÜ VE DENGELİ OLMAK
1972 li yıllarda Bucak
lisesi orta kısımda okurken, resim iş öğretmenimiz Eser KÖPRÜLÜ bizlere bir
dönem ödevi vermişti. 15 gün içinde bir saz yapıp ondan not alacaktık.
Yaşımız henüz 12-13.
Hoca gayet ciddiydi. Sömestri tatiline girdik. Hani önceleri bir tatil rehaveti
çöker ya öğrencilerin üzerine. Tatilin bitmesine ramak kala ödevler sıkışır.
Üstelik yalnızca resimden değil, diğer bütün derslerden de yapılacak ödevler
var.
O yıllardaki dahi oldukça sorumluluk sahibi bir öğrenci idim. Tatile
girdiğimiz andan itibaren sazın neden, nasıl, ne zaman yapılıp
yetiştirebileceğimize dair tedirginliğim an be an sürdü.
Malüm sömestri tatili
şubat ayında oluyor. Bu ödev yapılacak. Mevsim kış her yer çamur ve soğuk. Bir kaç
arkadaş elimize kocaman bir balta aldık 3-5 km. Uzaktaki ovanın yolunu tuttuk.
Ovadaki kocaman dut ağaçlarının birinden saz yapılabilecek nitelikte bir dalı
keseceğiz saz yapmak için...
Kış günü, günler
oldukça kısa. Ovaya bahçeye varmamız öğleden sonrayı buldu. Her tarafımız yaş
ve çamur. Dut ağaçları çok yüksek, ayaklarımız kayıyor. Ağacın üzerine
çıkacaksın, balta ile büyük bir dalı keseceksin ve bu işi düşmeden,
sakatlanmadan, yaralanmadan yerine getireceksin. Olacak bir iş değil.
Ama vazife var, ödev
var. Görev kutsal, yerine getirmemiz lazım. Birimiz güç bela ağaca çıktık. Başladık
dalın birine baltayı vurmaya. Ama vuran arkadaşımız yüreğimizi ağzımıza
getiriyor. Düştü ha düşecek, ayağı kaydı ha kayacak, balta elinden fırladı ha
fırlayacak...
Hava kararmaya başladı.
Aldı bizi bir telaş ve korku. Büyüklerden birileri görse ne yaptığımızı
sorduğunda vereceğimiz cevaba inanması çok zordu. Öyle bir ödevin verileceği
kimsenin aklına gelmezdi.
Elimizde fener, ışık
benzeri hiç bir şey yok. Ağacın dalını yaraladık ama kesemedik. Ağaçdaki arkadaşımızı
güç bela düşürmeden ve yaralamadan aşağıya indirdik ve Bucak’ın yolunu tuttuk.
Yolda görenler o balta
ile ne yaptığımızı veya yapacağımızı soruyorlar. Verdiğimiz cevaba hiç birisi
inanmıyorlardı. Yatsı ezanında sonra binbir güçlükle evlerimize vasıl
olabildik. Ama ebeveynlerimize bu gecikmenin sebabini gerçekçi olarak
anlatabilmemiz çok zordu.
Dayak yedik mi, yemedik
mi hatırlamıyamıyorum. Ama azar işittiğimizi dün gibi hatırlıyorum.
Okullar açıldı. Dürüstlük
başa bela!. Korka korka okula gittik. Çünkü hiç birimizin elinde ödev olarak
yaptığımız saz yoktu. Ağacın dalını dahi kesememiştik ki. Teknesini nasıl
oyacağız? Sapını nasıl yapacağız? Sapı ile gövdeyi nasıl yapıştıracağız? Gövdeyi
nasıl incecik malzeme ile kapatacağız? Tellerini nasıl takacağız? Tel bağlama
burgularını nasıl yapacağız ve yerleştireceğiz?
Bırakın 12 yaşındaki
bir ortaokul öğrencisini, yaşı kemal olsa dahi, üzerinde yıllarca çalışarak
usta olmayan ve gerekli alet ve edevata sahip olmayan hiç bir kimsenin sazı
yapabilme ihtimalinin olmadığı ortada. Daha ayarını ve düzenini söylemiyorum.
Bir tesellimiz vardı
ki, hiç kimse o ödevle ilgili okula bir saz örneği getirmemişti. O günün aklına
göre, yapılmış bir sazı biz yaptık diye götürmeyi deneyenler olabilirdi.
Hocamız hani sazlar
diye şaka ile karışık bizlere sordu. Yapamadık dedik. Başımızdan geçen
andrenalin dolu maceraları anlattık. Bazıları da demez mi ki, siz manyak
mısınız, bizim saz yapabilmemiz zaten mümkün değildi, hoca bize şaka yaptı. İyi
de şakanın belirli bir süre sonra kendini açığa çıkarması gerekmiyor muydu?
Hiç telaş yapmayanlar,
ödevin şaka olduğuna hükmedip kıpraşmayanlar, bir çok konuda bizden karlı
çıkmışlardı. Ödevi yapma ve yetiştirme stresi yaşamadılar, hiç bir eylemde
bulunmadılar ve üstelik bir de bizimle dalga geçtiler.
Hocamız da gülümseyerek
bizlere alaylı alaylı bakmaz mı? Ben sizi denemiştim bakalım ne yapacaksınız
diye...
Demek ki, görev ve
sorumlulukta mükemmelliyetçi olmak, bazen insanı dalga geçilir duruma
getirebiliyormuş. Bazen umursamayanlar, ciddiye almayanlar, dalga geçenler; “sürünün
geriye döndüğünde en uyuzlarının öne geçmesi” gibi, anlaşılması güç bir durumla
karşı karşıya kalınabiliyormuş.
Öğrencilerin güç ve
yeteneklerinin paraşüt gibi açılması için, öğretmenlerimizin pedegojik yöntem
ve stratejileri kullanmaları modern eğitim teknikleri açısından oldukça
önemlidir. Fakat hiç bir mesafe kat etme imkanı olmayan, gerçekleştirilmesi
hemen hemen imkansız olan bir vazife veya ödev, sorumluluk ve ciddiyet sahibi
öğrencilerin psikolojilerini darmadağın ederken, sorumsuz ve ciddiyetsizleri
ise, zafer kazanmış konuma düşürebilmektedir.
Öğrencilerin güç,
yetenek ve çabaları ölçüsünde mükemmelin yanından dahi geçemeden, yarım yamalak
dahi olsa, ödevin gerçekleştirilmesi, öğrencilerin kapasitelerini, görev
heyecanlarını, cesaretlerini, azimlerini ve sorumluluk duygularının ölçmek
bakımından büyük önem arz eder.
Bundan sonrasında
hocaya büyük iş düşer. Öğrencilerin yaptıklarını derecelendirir, kendi mi
yaptı? Başkasına mı yaptırdı? Emek verdi mi, yoksa hazır mı satın aldı? Gibi sorular
değerlendirilir ve öğrencilerin emekleri, güç ve yeteneklerini ortaya koyma
becerileriyle, sorumluluk duyguları test edilebilir.
Ama Eser hoca bizlere
resmen gavur eziyeti çektirdi. Başarma imkanı asla olmayan bir ödeve çaba
harcama, korkuların pik yapması, telaş ve paniğin bizi sarmalaması, üstüne
üstlük tembeller tarafından dalga geçilmesinden dolayı, ben Eser hocanın
hocalık yeteneğine şimdi sıfır veriyorum.
Sen ne kadar anlatırsan
anlat, karşıdakinin anladığı kadar başarılısındır. Her kadamede, her yaşta, her
işte, her ustalıkta veya çıraklıkta, verilen görev ve sorumluluğun
yapılabilirliği ve uygulanabilirliğine dikkat edilmelidir. Kişinin o yaştaki
becerisi, ustalığı, çıraklığı, kapasitesi, tecrübesi, anlama yeteneği, verilen
zamanın kalitesi, alet ve edevatın niteliği, kişinin niyeti, emri verenin
niyeti vb. faktörler çok önemli bir şekilde dengelenmelidir.
Çalışanların,
tecrübelerinin farklılığı, fiziksel şartların özellikleri, görevin nitelikleri
göz önüne alındığı zaman, bir işyerinde, okulda veya ailede eşitlik değil; adaletli hükmetmek daha
büyük bir önem arz etmektedir.
Ailede 20 yaşındaki delikanlı
ile, 12 yaşındaki küçük kardeşten aynı iş verimini veya başarıyı beklemek
safdillik olur. Bir öğretmenin çok zengin bir öğrenci ile çok fakir bir öğrenciye
maliyetli bir ödevde eşit davranması, adaletsizliği doğurur.
Bir fabrikada her türlü
imkan ve zenginliğe sahip bir işçi ile, öksüz büyümüş, evi barkı olmayan hasta
veya özürlü çocukları olan bir işçiden eşit başarı ve verim beklemek; eşitlik
adına doğru gibi görünse de, adaletin ayaklar altına alınmasıdır.
Öğrencilere ve
çalışanlara verilecek olan her türlü görev ve sorumluluklar, yetenekleriyle,
sosyal ve psikolojik durumlarıyla, aile huzurlarıyla, işyerinin fiziksel
şartlarıyla, sağlık ve kalite unsurlarının özellikleriyle, zaman baskısıyla,
tecrübe seviyeleriyle, motivasyon düzeyleriyle, sorun çözme yaklaşımlarındaki
duyarlılık ve bilgileriyle ölçülü ve dengeli olmalıdır.
Aksi halde, beklenen
verim ve başarı ortaya çıkmayacağı gibi, hiç hesapta olmayan nur topu gibi yeni
problemler de, amip gibi çoğalacaktır.
Selam, sevgi ve
dualarımla... Allah(cc)a emanet
olunuz...
3 Mart 2015 Salı. Saat:
20.00 Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı