Baskın, baskıcı olma
güdüsü ile himaye altına alınan ya da alınası her ne/ kim ise…
Yine de irdelenesi en
önemli ve somut gerçek: Yok olmaya mahkûm edilmiş emeller ve özgür ruhun devri
her ne kadar devir teslim töreni mubah ve kabul edilir olmasa da. Bu da zaten
zafiyetin tutanaklardaki o sır dolu kaydı değil midir…
Görünenin çok ötesinde
iktidar yetisinin sorguya açık olduğu en azından hakkaniyet ölçüleri dâhilinde
dikkate aldığımızda.
Kural tanımaz ve
muktedir tüm o olası yargılar ve yergiler muaf tutulsa da pek çok kıstastan,
özgürlük çağrısının pek de sık telaffuz edilemediği ne de olsa boyunduruk altına
alma güdüsü ve doktrini baskın gücün etkileşim sonucu ortaya çıkıp daha da
kabul görülmekte çoğunluk tarafınca.
Günümüz şartlarına
uyarlamak gerekirse açılım daha keskin ve ispat edilesi zira medeniyet
olgusunun ulaştığı son nokta itibariyle hiç de müreffeh bir dünya nüfusu
olduğunu iddia edemeyiz. Vahşetin, şiddetin çığırından çıktığı, masumiyetin
simgesi çocukların dahi katledildiği bir düzenek tabi olduğumuz ve her
halükarda devinimini sürdüren.
Her ne kadar dış
görüntü itibariyle yüzeysel bir sakinlik çalınsa da gözümüze unutulmamalı ki
bu, görüntünün aldatıcı ve baştan çıkaran yansıması tam anlamıyla algıda oluşan
bir çatlak hatta dipsiz bir kara delik. İnsan ve kader bileşkesini de müdahil
ettik mi bu vurgulamanın bariz ve seçici bir unsur olduğuna vakıf olabiliriz.
Konuyu eniyle boyuyla
hangi açıdan incelersek inceleyelim bireyden diğer tarafa yansıyan aslında
varlığın ve ruhunun bir uzantısı olan erdemi ve insani vasıflarıdır ki tam
tersini de iddia edebiliriz de aynı doğrultuda olmak kaydıyla.
Zıt kavramlar dünyanın
yaratıldığı ilk günden beri var olmuştur ve sonsuza kadar da hâkimiyetini
sürdürecektir. Tıpkı cennet ve cehennem belirteçleri gibi. İyi ve doğru ve
mubah diğer eksende ise kötü ve kötünün tezahürü ne ise.
İyiliğin müjdecisi her
nasıl gözümüze ve gönlümüze ılık esintiler taşıyıp yankısı sürse de kötülüğü
çağrıştıran tüm mefhumlar ve tutumlar oldukça zalim olarak nükseder ve
yaratılan zulmün de ana kaynağıdır.
Önce doğayı boyunduruğu
altına alan insanoğlu zamanı geldiğinde gücünü hayvan ve hayvan ırklar üzerinde
de gösterip kanıtlamıştır. Süreç ilerledikçe kimi insan ırklarının başka
ırklar, başka insan kitleleri üzerinde uyguladığı hükümranlığı ki
köleleştirilen zenciler ve topraklarının elinden alındığı Kızılderililer gibi.
İnsanlık tarihinin en
büyük girdaplarından biri olan ‘’kölelik’’ terimi günümüz itibariyle
iktidarlığını yitirmiş olsa da bu ve benzeri baskıcı doktrinler farklı türevleriyle
hala insanlığın kanayan yaralarının başında gelmektedir keza global anlamda
barış rüzgarları yerini zulme, vahşete ve acıya bırakmıştır.
Hayvan, bitkiler ve
doğanın tahribatı ile hükmetme arzusu ve coşkusuyla dolu insanoğlunun idareyi
ele alıp yaptırım kazandığı oldukça aşikâr. Fakat insanoğlun gözettiği bu
bitimsiz menfaat, gücü elinde tutma isteği ve arzusu bir şekilde doğayı da bu
sonuca katlanma noktasına getirecektir.
Tam anlamıyla
kavuşulası bir egemenlik söylemi ile J.Joyce son noktayı koymuştur:
‘’Cennetin gerçek hizmetkârları
cennet bahçelerine beraberlerinde Tanrı’nın da ruhuyla girdiklerinde, oranın
havasına başka bir ruh daha üflenir ve böylece zehirli yılanlar, ağaçlar,
haşarat ve böcekler, insan ruhuna zarar veremeyecek hale gelirler.’’
Ne de olsa boyunduruğun
muhteviyatı üstün olanın fetih etme dürtüsü değil midir…
Diğer bir ifade ile
gücün katılımı ve zayıfın yenilgisi her ne kadar sıfatlar ve taşıdıkları
manalar zaman içerisinde birbirinin yerine geçebilse de zira dengeler her daim
bozulmaya aday ve sıradanlığını yitirme ihtimali içindedir.
Dengeler değiştikçe
verilen iç mücadele sonucu kesilecek cezalar da eş güdümlü yansımaya devam
edecektir.
Siyasi açıdan olsun uluslararası
ilişkiler baz alındığı takdirde birey ve konumu sorumlu tutulacak tek mercidir.
Koşullar koşullandırma
eğilimi taşıdıkça özgürlük tanımlaması adı altında ket vuran yasalarla ve gücün
bazı taraflara geçmesiyle bir şekilde boyunduruk gerçekleşebilir gerek idari
yöntemlerle gerekse sınırlama ve kanunlar aracığıyla.
Adilane bir savaş
sayesinde kazanılan mücadelenin kendisi de bizzat adil kabul edilip siyaset
ekonomisinin malzeme yapılmaması öngörüsü ile hareket edilse de diğer yandan
insanları güç kullanarak boyunduruk altına alma eğilimi doğrultusunda bir
mücadelenin sadece insanlığın arzularını, istek ve emellerini yok etmeye sevk
edeceği unutulmamalıdır.