Yılbaşı yaklaşıyor… Bazı evlerde şenlik, bazı evlerde hüzün olacak… Kimisi viskinin havyarlığında hindi dolmasına yumulacak, kimisi de pijama ve terliğiyle dişinin kovuğuna yetmeyen zayıf bir tavuğun kemiğinden lades tutuşacak!


 Yüzde üçü geçmeyen buçuklu zamlarla bunalanlar,  Milli Piyango biletini önüne serip hayatında hayal bile edemeyeceği rakamların döngüsüne iç geçirerek umut dünyasına sarılacak… Sokaklar sarhoşluktan sallanacak, eğlencede sınır tanımayanlar gecenin ayazında avazı çıktığı kadar yeni yılı kutlamak için bağıracak…


Gazete ve televizyonlar 2014 yılının sevinç ve üzüntü haberlerini kendi fikirleri doğrultusunda listesini yapıp,  saat 24’ün ding-danglarını bekleyecek… Terörden bir yıl boyu sokaklarda gördüğümüz havai fişeklerini bu kez havada rengârenk göreceğiz… Kimimizin midesi içkiyle birlikte dolan yiyeceklerin karışıklığında alışık olmadığı tepkiyle hastanelerinin yolu tutacak… Sahi hastane dedim de isterseniz “İtibar” yolculuğumuza hastanelerden başlayalım…


Bir hastanemizin Sağlık Kurulu’nun hasta bekleyenlerin bulunduğu mekândayım. Hastalar, yakınlarıyla birlikte ekranda belirecek numarasını dört gözleriyle izliyor. Hastalar arasında kimler yok ki! Sedyede burnuna hortum bağlananların acıdan feryat edenler mi, yoksa sessizce sedyesinde oturan felçliler mi dersiniz… Hepsi de Sağlık Kurulu’ doktorlarına görünmek için basık koridor içinde ağır kokuyla birlikte bekleyişteler… İşte onlardan bir kadın… Yaşı elliyi aşkın görünse de alın çizgilerinden çok çektiği belliydi. Dokuz ay karnında taşıdığı çocuğu, bu kez kalın bir iple sırtında bağlıydı... Nefes nefese ve boncuk boncuk terliydi. Elindeki kâğıdı görevli kadına uzatınca soluklandı. Ve kendisine umutla verilecek yanıtı bekledi. Görevli “Mührü eksik, bir kat üste çıkmanız lazım” dediğinde, kadının bakışları çaresizdi.  Çevresinden yardım beklercesine acınası bakındı. Elindeki kâğıdı alıp, yetkiliye imzalatıp geldiğimde, minnet duygusu yüzüne yansıyordu…
Dışarı kafeteryaya çıkıp çayımı yudumlarken düşündüm… Bunca felci ve yakınlarına muhtaç kişileri böylesi bir ortama neden sürükletiriz?  Sosyal Devlet anlayışı ile hekimlerimiz  neden onların ayaklarına gitmezler?


İtibarımız yerlerde…


Sağlık Bakanlığımızın verilerine göre ambulans sayımız 4269 ve bu ambulanslardan bir tanesi Muğla’da yaşayan 75 yaşında garajda tuvalet temizleyen bir amcamıza derman olamamış. Baba, sakat çocuğunu hastaneye götürmek için ambulans istemiş. Dokuz gün beklemenin ardından gelmeyince sonunda çocuğunu dört tekerlekli el arabasına yükleyip,  hastanenin yolunu tutmuş. Çocuğunu ana yolda götürürken bu kez Kaymakamlığın haber almasıyla Ambulans, bir direksiyon kıvırmasıyla el arabasının yanına yaklaşıyor. Baba sitemli ve kızgınlığından ambulansı kabul etmeyip, sakat çocuğunu el arabası ile götüreceğini söylüyor… Yetkililerin uzun ısrarı ile sonunda kabul etmiş…

Babaya gazetelere beyanat verdiği için hakkında soruşturma açılmış…


İtibarımız yükseldi mi?


Yine bir el arabası olayı daha… Yer Samsun... Bu kez, yaşlı bir adam, üç yıldır felçli yaşlı karısını Adliye’ye vasi tayini için getiriyor. Çevresine tekerlekli sandalye arıyor ancak bulamayınca yan inşaattan bulduğu el arabası ile karısını Adliye’ye sokmaya çalışıyor. Malum görüntüler televizyonlarda…


Sizlere birkaç istatistik vereceğim… Kaynak mı? Sağlık Bakanlığı Raporlarından: 2002 yılında 208.966.049 kişi hekim karşısına çıkarken, 2012 yılında bu rakam 621.786.297 kişi olmuş. Yani hasta sayımız üç kat artmış…  Yılda 35 milyon kutu anti deprasan ilaç alan toplum başka ne yapsın?
İtibarımız nerede?


Uyuşturucu kullanımı gün geçtikçe gençler arasında Avrupa standartlarına ulaşıyor. Bonzai’de  401 nci kurbanı da vermişiz. Emniyetin bu konudaki çalışması takdire şayan ancak, yıllar önce esemesi duyulmayan uyuşturucu neden bu kadar arttı? Gençler neden işsizlik ve gelecek kaygısı içinde bunalıma sürükleniyor?  Ve bu konuları medya kanalı ile ne kadar tartışabildik… Hep birlikte ne gibi öneriler sunduk?


İtibarımız yükseldi mi?


            Son on yıldır medyamızın vazgeçilmez ve kanıksanan haberlerinde “Kadına Şiddet”ten öldürülen kadınlarımızı birçoğumuz duyarsızca izledik. Onların öldürülüşlerini dizinin bir sahnesi zannettik… Arkasındaki nedenleri ciddice ne televizyonlarda ne de panellerde görebildik… ‘Koruma’, ‘Buton’ gibi önlemlerle uğraştık… Cezalarımız caydırıcı mıydı? Yalnız erkeklere ceza vermekle iş tamam mıydı? Bugün toplumun borç batağında olduğunu ve konunun bu yönle ilişkilendirilmesinden hiç bahsettik mi? Hayır! İlçemiz Bursa Nilüfer’de 28 Kasım-7 Aralık 2014 tarihinde açılan “Kitap Günleri”nde Line TV’ye verdiğim röportajda kadın cinayetlerinden iktidarların da suçlu olduğunu ve konuyu ekonomi ile ilişkilendirdiğim röportajım nedense sansür yedi. (http://www.nilufer.bel.tr/video-142-nilufer_kitap_gunleri)  Ve “Neden insanlarımız cinnet geçiriyor?”  Diye ciddi önlemlere yönelmedik.   Son on yılda 1400 artışla 7 bin kadınımızı kurban verdiğimiz kadın ölümleri çocuklarımızı ebeveynsiz bırakarak son sürat devam ediyor…


            İtibarımız yükseldi mi?   

    
Torpil söylemleri ve sınav sorularının çalındığı söylemleri gırla gidiyor… Demokrasinin tavan yaptığı ülkelerde küçük bir şaibeyle bile başbakan, bakan gibi yetkililerin hatta hükümetlerin istifa ettiği bir ortamda,  biz böylesi şaibeleri normalleştirmenin gayreti içindeyiz…
İtibarımız yükseldi mi?


Basın bir ülkenin aynasıdır deriz. Ama o ayna artık puslu ve gerçekleri göstermiyor. İktidarlara çanak tutan ve iktidarların beslediği basın görevini tam anlamıyla yapmıyor! Gazete patron ve yöneticileri sinmiş… Gazetelerine ve bağlı olduğu şirketlerine gelebilecek iktidar baskısından, maliye cezasından ürküyorlar!  1863 Gazetenin kovulduğu ve hala kovulmaya devam ettiği ülkemiz dünya da, “Özgür Basın”da 154’ncü sırada!  Zaman ve Samanyolu’ndaki gazetecilere yapılan baskınlardan sonra artık dibe vurmuşuzdur! Aslında gazeteler, şirketlerle karıştırılmadan yalnızca gazetecilik veya televizyonculuk yapması gerekir! Zira basını özgür olmayan ülkenin insanları da özgür olmazdı…


İtibarımız nerede?


Parası olan askere gitmiyor! Parası olmayan garibanlarda askerde cinnet geçirip arkadaşlarını bile vurabiliyor… Son üç yılda 230 askerimiz intihar etmiş. Bunu da tıpkı kadın şiddetinden ölenler gibi medyada ciddice tartışabildik mi? Bu intiharların gerekçeleri nelerdir? Nasıl önlem almak lazım konularını tartıştık mı?


İtibarımız yükseldi mi?


Betonlaşmanın yeşili çalarak yükseldiği şehirlerimizde artık nefes alınacak alanlar gittikçe kalmıyor. Rantçıların göz dönmüş. Ne zeytin ağacı dinliyor, ne de ormanlar! İklimimizi bile değiştirdiler… Hortum görmeyen ülkemiz hortumu da gördü. Şiddetli yağan yağmurlardan denizle karayı birleştirdik. Vapuru karada, minibüsü denizde yüzüyor sandık. (!) Eskiden trafikten verdiğimiz kaza haberlerinin yerini sellerde ölenler alıyor… Ormanlardan kestiğimiz milyonlarca ağaçla kelleştirdik… Domuzları şehre indirdik… Ve doğa bizden intikamını feci şekilde almaya devam ediyor… Böyle gider ve önlem almaz isek, maalesef Türkiye’yi gelecekte çölleşme bekliyor!


Bir ağacın bile bütün insanlığın olduğunu savunan birisi olarak tüm bu yapılanlardan sonra İtibarımız yükseldi mi?


Yine on yılda sosyal yardım alanların sayısını kaç kişiye getirdik? 9.2 milyon kişi yardıma muhtaç ve devletten yardım alıyor… Neden tüm insanlarımıza insanca yaşanır bir ortam sağlayamıyoruz? Devletin verdiği kömür, erzak ve 200-250 Tl ile geçinmelerini idame ettirmesini istiyoruz? İşsizlik rakamının çift haneye taşındığı kayıtlı 3 milyon ve kayıtsızlarla birlikte 5 milyon insanımız işsiz… Umutsuz bir gelecekle onları bunalıma itiyoruz… İşte her akşam televizyonlarda tartıştığımız, gündeme düşen bir konu veya yok paralel yapı, yok Kürt sorunu gibi konuların dışında bu önemli sorunun çözümü konusunu ciddice tartışmıyoruz!


Şimdi 9,2 milyon fakir ve 5 milyon işsizimizle itibarımız yükseldi mi?


Demokrasinin neresindeyiz? Herkes kendine göre bir demokrasi tutturmuş gidiyor! Gerçeğini bilen ve hayatında yaşayan kaç kişi var? İnsanlarımız, basından ve yargıdan mustarip!  Bir politikacı çıkıyor, sürekli “Taraf olmayan, bertaraf olur!” diye topluma tehdit savuruyor. İnsanlar hoşlanmadığı tarafı tutmak zorunda mı? Muhalefetin olmadığı yerde demokrasiden söz edilir mi? Muhalefetin amacı İktidarın yanlışlarını topluma anlatmak ve iktidara gelmektir. Ve her muhalefet yapanı biz “Darbeci” olarak niteleyerek susturmaya çalışırsak, dünyada bizle alay geçmeye başlar… Önce şu sürekli “Darbe” “Din Bezirgânlığı” ve özellikle seçim yaklaştığında “CHP’yi tarihle bağdaştırarak karalama” politikalarından vaz geçmemiz lazım… Artık tarihte yapılanlarla hesaplaşmak ve rejimleri karalayarak “Yeni rejimler”, “Yeni Türkiye” gibi söylemleri topluma dayatmamamız lazım… Türkiye dünya ile ilişkilerini,  bilimde, sanatta, teknolojide, insan haklarında, gerçek demokrasi de, bağımsız hukukta göstererek insanına ve çevresine, Cumhuriyetin ışığında yol almalıdır... Bir ülke var o da “TÜRKİYE CUMHURİYETİ” dir!


 “Aksaray”ın (İsmini de tartışmadık!) 1 Milyar 370 milyon TL’lik maliyet söylentileri, 10 bin liralık klozet ve 1000 TL’lik bardak alımını bir kenara bırakıp, Zamanın Japon Başbakanının söylemlerinden bahsetmek istiyorum. Japonya’nın eskiden bizim gibi çok borcu varmış. O dönemin başbakanı meclis kürsüsünden: “Ülkemin borcu bitinceye kadar şu görmüş olduğunuz elbiseyi giyeceğime ve yalnızca pirinç yiyeceğime namusum üzerine yemin ederim” diyerek toplumu tasarrufa yönlendirerek ülkesinin borcunu kısa zamanda ödemiş ve refaha çıkmışlar. Ben yapılanları şuna benzetiyorum. Bir ailenin bankalara oldukça borcu var. Ailenin reisi borcu yine bankalardan aldığı borçla kapatıyor. Ancak ücreti geçinmeye yetmiyor. Bankadan bir kredi daha çekip, aldığı krediyle evine gelecek misafirlere gösteriş için pahalı tablo gibi eşyalar alıyor. Oysaki dikiş bilen eşine birkaç makine alsa, belki de borçlarını en kısa zamanda kapatacaktı…


Şimdi yukarıda ortaya serdiğimiz ve iş kazasından ölen işçiler, yolsuzluk ve rüşvet,  eğitim vb. gibi sizlerin de ekleyebileceği istatistiklerdeki belli gerçekleri gören dünya ülkelerinin yetkilileri ülkemize gelip, sarayımızı görünce itibarımız artmış olacak mı? Aslında Türkiye, Ermenek Maden Ocağı’nda hayatını kaybeden oğlunun cenazesinde Recep amcanın delikli lastik ayakkabısı ile bin yüz elli odalı sarayın arasına kilitlenmiş durumda normalleşmeyi bekliyor…


İyi yıllar…


Ertuğrul Erdoğan
19 Aralık 2014/Bursa
www.erdoganlaedebiyat.com

 

 

( İtibarımız Nerede başlıklı yazı ErtğrulErdoğan tarafından 20.12.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.