Rüzgârın uğultusu
kulakları sağır edercesine yankılarken tüm fısıltılarımı dönüp gidiyorum arkamı
gitmek istemezken. Kaçıncı gidişim, kaçıncı efkârım, kaçıncı ölüşüm. Yanıtsız
kalan diğer yanım çoktan kalmışken bir yerlerde tarifsiz bir acının izdüşümü
belli ki. Belli ki belkilerin o ahenksiz seyri hicap edilesi.
Yadsıyamayacağım kadar
kükrerken yalnızlık esefle kınamak kendimi bu tutarsız ve dirayetsiz yetilerim
çoktan ermişken nihayete.
Nice hikâye ve adsız
kahramanları pür-nakıl dökülürken izafi bir vurdumduymazlıkla... Serzenişler
ayyuka çıksa da yine sayısız hesap dökümü muaf tutulmanın haricinde hiçbir
istemde bulunmadığım.
Kızılca kıyamet koparken
kızıl ışıltıları ile gökyüzü peyder pey çöküyor üzerime ben görmez gözlerle
esaretini çoktan kabullenmişken yokluğun. Varlığın hibeleri tükenişleri kadar
sancılı keza yokluk nasıl da izafi en azından varlık yokluğa tekabül etmişken.
Kural tanımaz bir
düzeneğin sessiz mağlubuyum alt tarafı kıdemli bir yobazlıkla inkâr ederlerken
gerçek kimliklerini ve tutarsız bir yanılsama ile çoktan koyultulmuş düşlerinin
pençesinde acımasızlıkla yok sayarken harici kimlikleri ki anlamsız ve yol
yordam bilmez nasıl bir ivme ki çoktan yol vermişler o müphem gölgelere hicap
duydukları belki de benzeşmemek adına.
Kinayeli ve seyri akıl
almaz.
Şüpheci bir var oluş
belki de her an hezimete uğratan.
Güven denilen olgunun
açılımı hepten zafiyete teslim.
Mihenk taşı ömrün belki
de bunca yitiş yitmemek adına.
Desturu ne ola ki o
belirteçlerin ayrımcı tutumları ile yok sayan.
Kıt kanaat yaşamak
nedir bilmezken doyumsuz nefisler hala tahayyülünde istifli sofraların tıka
basa donatılmış onca dürtü ile.
Affola ey benlik,
affola düşlerim, affola hicap ettiğim insanlık, affola yalnızlık…
Affet Tanrım o münhasır
yanılgılarımda bir adım dahi yol alamamışken.
İpe serdim umutlarımı
Uçuştu o gölgeler
Tek gölge idi kalan
bana dair.
Seyrindeyken âlemin
Bir başıma neylerim…
Korunaksız ve kapısız
bir döngünün tam ortasında zikrederken tasavvuru imkân dâhilinde bile değil
iken yine sana geldim. Son niyazımdır belki de kabul görme telaşı ile açmışken
ellerimi semaya.
Fark eder mi bir eksik
bir fazla. Yoksa karışmak mı kalabalığa paye vermelerine ramak kalmışken.
Aidiyet duygusu esir alırken mümkün mü aciz yetin kollarında kıvranmamak.
Tümlenmiş bir hecenin
harfi bile değilken neylerim onca ünlemi soru işaretleri ile kuşatılmışken dört
yanım. Noktalar bitimsiz ardı ardına ve el ele vermiş iken belli ki ermedim
henüz nihayete hidayete erme arzusu ile yanarken içim. Acımtırak ve korunaksız
bir cümleyim belki de vasıfsız imgelerle dolu. Ne imgelerin seyri ne de başı
sonu belli bu hikâyenin.
‘’Bir varmışım da bir
yokmuşum.’’ demek kadar kolay olsa keşke her şey imkân dâhilinde bile olmayan
bir seyrin yolcusu iken.
İmkânlar ve imkânsızlıklar
ile sarıl dört yanım onca aldanış hüküm giymişken.
Basite zora sokan yoksa
ben miyim açılımı irdelemeye çalışırken o irdelenesi varlığım çoktan hezimete
uğramışken kaybolmamak adına onca kayıp düşmüşken payıma…